11/04/2014 | Yazar: Tunca Özlen
Sağ (milliyetçi/muhafazakâr) kesimdeki LGBT’lerin görünür olması, ancak sağdan kopuşu gündeme getirdiği ölçüde değerlidir ve ancak bu koşulla bir kazanım olarak görülebilir.
Türkiye LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) hareketinin arkasında bıraktığı mücadele dolu 20 yıl, aynı zamanda AKP’nin iktidar olduğu dönemi kapsıyor. 1993’te yasaklanmasından on yıl sonra İstiklal’de gerçekleşen ilk Onur Yürüyüşü’nün, AKP iktidarının başlarına denk düşmesi tesadüf değil. İktidar gerici toplumsal cinsiyet tahayyülünü yaşama geçirdikçe, bunun sonuçlarını yaşamlarında ilk hissedenler LGBT’ler ve kadınlar oldu. Yasakların kapsamı genişledikçe mücadele kızıştı, baskılar arttıkça direniş güçlendi. Gökkuşağı bayrağının Gezi Direnişi’nin sembollerinden biri haline gelmesinin hikâyesi böyle özetlenebilir.
LGBT hareketinin güçlenmesi, Onur Yürüyüşü’nün on binlerce insanı bir araya getiren ölçeklere ulaşması, gündelik yaşamın çok farklı alanlarında aşağılanan LGBT’lerin öz güvenini arttırdı, yalnızlık travmasını aşmalarını sağladı. Gizlilik cenderesinden sıyrılmaya başlayan, hareketin gücünden cesaret alan daha fazla LGBT açılıyor, örgütleniyor, kamusal alana kimliği ile çıkıyor, bulunduğu alanı dönüştürüyor. Sağlanan bu görünürlük giderek daha fazla gizli LGBT’yi cesaretlendiriyor ve bu döngü giderek daha fazla insanı içine alıyor. Türkiye’de artık hiçbir güç, LGBT’leri uzun yıllar içinde saklandıkları dolaba geri sokamaz.
Bütün LGBT’ler solcu mudur?
Açık kimliği ile mücadele eden LGBT aktivistlerinin çoğunlukla solcu/muhalif olmaları, solun özgürleşme perspektifinin LGBT kurtuluşçuluğunu kapsamasının bir yerden sonra kaçınılmaz olmasının sonucu olarak görülebilir. LGBT hareketi ile sosyalist hareket arasındaki gerilimler ise, tarih-üstü bir yaklaşımla ve bağlamından koparılarak ele alınamaz. Tüm bunlardan bağımsız olarak solun ilkesel duruşu açıktır: Irkçılığın bir türevi olarak homofobi ve transfobi, gayrı meşrudur.
Bu durum LGBT’lere yönelik bir takım özcü düşünceleri de beraberinde getiriyor. LGBT’lerin “doğal olarak” sistemi sorgulayan, aranış içinde olan, sola meyilli insanlar olduğu yönündeki algı, LGBT’ler arasında büyükçe bir kesimi oluşturan ve sisteme milliyetçilik ve/veya muhafazakârlık üzerinden bağlanmış insanların “görünmez” olmalarından kaynaklanıyor. Evet, ülkemizdeki LGBT’lerin azımsanamayacak bir oranı gizli ve sağcı!
Ezilen bir kimliğe (Kürt, Alevi, kadın, LGBT, Ermeni vs.) ait olmak, her zaman “ezilmişlik psikolojisinden” daha fazlasını beraberinde getirmiyor. Sınıf bilinci dahi ancak çeşitli siyasi girdilerin yapılması koşuluyla oluşabiliyorken, sınıfsal farklılıklarının üzerine örtmek için kullanılmaya son derece elverişli olan kimliklerin kendiliğinden, “özleri gereği” radikal bir duruşu gündeme getirmesi söz konusu değil. İdeolojik alt yapı, siyasi bilinç ve örgütlülük devreye girmedikçe, sadece inanların ezilme eşiğinin yükseldiğine tanık oluyoruz.
LGBT’ler bu kaidenin istisnasını teşkil etmiyorlar elbette. Cinsel kimlik ayrımcılığını üreten sistemi (artı değer sömürüsü), ayrımcılığın üst-yapıya hangi ideolojik araçlarla taşındığını (ikili cinsiyet rejimi) ve gündelik yaşama nasıl yansıdığını (homofobi/transfobi) sorgulamayan LGBT’lerin, bir yerden sonra toplumun genel eğilimlerine direnmelerini bekleyemeyiz. Kendi kimliğini kabul etmeye başlayan pek çok LGBT’nin maruz kaldığı ayrımcılığı sorgulaması ve meselenin hiç de özel yaşamıyla ilgili olmadığını keşfetmesi, solla tanışması ile aynı ana denk düşüyor. Sağ ise LGBT’lere ancak maske takarak yaşamanın (bu benim özelim), ayrımcılığı meşru görmenin (onlar da sokakta el ele tutuşmasalarmış) ve kendini sağ tabana/ “çoğunluğa” ait hissetmenin (önce Türküm, Müslümanım) bahanelerini sunuyor.
Buraya kadar yazılanlardan iki sonuç çıkarmak mümkün: Bir, hareket güçlendikçe LGBT’ler daha önce giremedikleri/görünür olamadıkları alanlarda boy göstermeye başlamışlardır. İki, LGBT’lerin radikalleşmeleri ve bulundukları alanları dönüştürmeleri, bunu mümkün kılacak siyasi girdilerin sürekliliğine bağlıdır.
Stockholm sendromu veya “AK LGBT”
Bir grup AKP’linin Onur Yürüyüşü’ne “AK LGBT” adıyla katılacaklarını açıklamalarıyla LGBT hareketinde başlayan tartışma, bir kez daha liberalleri ve sosyalistleri karşı karşıya getirdi. Liberaller LGBT hareketinin “siyaset/partiler üstü” olduğunu, AKP’yi bizzat bünyesindeki LGBT’lerin dönüştüreceğini [1], onları dışlanmanın bu dönüşümün önünü tıkayacağını savunuyorlar. Sosyalistler ise LGBT hareketinin belirli ilkelere tutunmadan yoluna eskisi gibi devam edemeyeceğini, AKP’de “LGBT dostu bir partiye” dönüşmesine imkân tanıyacak dinamiklerin olmadığını ve bünyesindeki LGBT’lerin işe AKP’yle ayrımcı karakteri üzerinden hesaplaşmakla başlamaları gerektiğini savunuyorlar [2].
LGBT hareketinde önemli mevzileri ellerinde tutan liberallerin aydınlanma karşıtı, post-modern, “ilerici/gerici” ayrımını reddeden yaklaşımları “AK LGBT” gibi tuhaflıklara da alan açıyor. Liberaller, harekete son yıllarda dâhil olan sosyalistleri ve sosyal-demokratları soğuk karşılarken, ülkücüleri ve muhafazakârları adeta bağırlarına basıyorlar. Belki de ilk gruptakileri hareket içindeki hegemonyalarını sarsacak bir güç olarak görürken, ikinci gruptakiler üzerinden hegemonyalarını pekiştireceklerine inanıyorlardır, kim bilir…
Lafı uzatmayacağım: Sağ (milliyetçi/muhafazakâr) kesimdeki LGBT’lerin görünür olması, ancak sağdan kopuşu gündeme getirdiği ölçüde değerlidir ve ancak bu koşulla bir kazanım olarak görülebilir. Aksi takdirde eşcinselleri hasta/sapkın olarak gören bir anlayışı benimsemiş, eşcinselleri hedef alan söylemlerin yöneticiler düzeyinde üretildiği, homofobik yönü ile sivrilmiş bir partide LGBT kimliği üzerinden var olmaya çalışmak, kalkıp da AKP’yi bu kimlikle savunmak büyük bir riyakârlıktır, katiline âşık olmaktır!
Bahsettiğim bu riyakârlığı, sosyal mecralarda gözlemlemek mümkün. Facebook’ta “AK LGBT” adına açılmış sayfada genel anlamda LGBT’lerin sorunları ve talepleri üzerine hiçbir paylaşım yok. Aynı “Ülkücü LGBT”nin Twitter hesabında sürekli Kürt LGBT aktivistlerinin hedef alınması gibi, “AK LGBT”nin Facebook sayfasında da yalnızca yavan bir AKP propagandası, CHP’lilere yönelik küçük düşürücü ifadeler ve “Gezi’ye katılmayan LGBT’ler var” biçiminde paylaşımlar var. “AK LGBT”nin ortaya çıkmasını AKP’de yaşanacak bir dönüşümün işareti olarak yorumlayan liberaller, görünen o ki bu “açılımdan” da elleri boş dönecekler.
“AK LGBT” isimli grubun yaşamda ne derece gerçek bir karşılığı olduğunu veya Onur Yürüyüşü’ne katılıp katılmayacaklarını şimdiden bilemiyoruz. Gezi’nin, sembollerinin ve AKP karşıtlığının bu seneki Onur Yürüyüşü’ne yine damga vuracağını ise rahatlıkla söyleyebiliriz. Biz de durumdan vazife çıkaracak, 29 Haziran’da gerçekleşecek görkemli yürüyüşte Gökkuşağının Kızılı olarak şu sloganı daha gür ve sık atacağız: “Gerici, faşist, homofobik AKP!”
[1] LGBT hareketinin en köklü örgütlerinden biri olan Kaos GL’nin geçen yılki kampanyasında “gökkuşağına selam duran Erdoğan” lolipoplarını kullanması, görünen o ki bünyesindeki LGBT’lerin AKP’yi sorgulamasına değil, daha çok AKP’yi “LGBT dostu” bir parti olarak görmelerine, bu da AKP’li kimliklerinin pekişmesine yardımcı olmuş.
[2] Benzer bir tartışma “Ülkücü LGBT” başlığında da gündeme gelmişti: “Ülkücü LGBT”: Ayrıl da gel!, Kaos GL Haber Portalı, 3 Ekim 2013.
Etiketler: