16/11/2016 | Yazar: Emre Korlu

Eskiyoruz galiba lakin eskidikçe şarap tadına benzemeyi de ihmal etmiyoruz. ‘Neden ben?’ diye de sormuyorum artık Tanrı’ya.

Harflere hakimken yazmak ne güzel Mihrap. Sana yazmak, aslında başlı başına yaşıyor olduğumun, her şeye rağmen ayakta kaldığımın en büyük kanıtı. “Keşke” deyip iç geçirdiğim tek şey içimde taşıdığım bu hastalık değil...

Aman Tanrım! Nelere geç kalacağız kim bilir? Çocukluğumda hayalini kurduğum bir aşkın dört duvarında, evin en çok sevdiğim bölümünde mutfakta onunla uzun sohbetlere dalamamak, kalbine tutulduğum bu adamla yaşlanamamak nasıl acıtacak canımı?

Günler geçecek, yeni sabahlara uyanacak Mihrap; sürekli gündemi değişecek canına okuduğum ülkenin, birileri girmeye çalışacak hayatına, ıslanmış saçlarını kurulama bahanesiyle kaç el dokunacak benim olan parlaklığına siyahın ve kaç kişi arsızlığına heba edecek bedenini?

Kırgınım parkinsona! Titremeye başlayan ellerime, hiçbir mimiğe eyvallah etmeyen yüzüme kızgınım!

***

Ali hastalandığında hiç pes etmediğimizi hatırlıyorum, yani ikimizde metanetliydik. Her şeyi fark etmemiz fazla zamanımızı almadı parkinson kendini ele vermekte gecikmeyen bencil bir rahatsızlıktı. Bu süreçte, aşkımızın kaç defa sınandığını hatırlamıyorum Ali'yi ayrılmayalım diye ikna ettiğim gecelerin sabahı, hep ayrılık kararına varıyordu ancak yorulmuyordum. Güzel günlere dair duyduğum inanç tükenmiyordu içimde. Ailesinden zulüm görmüş ve birçok kez travma yaşamış birinin parkinsona yakalanma ihtimalinin yüksek olduğunu söyleyen, tam beş doktorla karşılaştık.

Elleri titrerken dergi ve gazete okumayı bıraktım; kasılırken yürümeyi, o ağlarken rüya görmeyi, eğri yürürken dik yürümeyi...

O gün geldiğinde inandığım şeyi yaşayacaktım çünkü. Onun için ertelediklerimi onunla yapacaktım. Bir yerden başlamam gerekiyor deyip, Ali'nin aile eşrafından kim çıkarsa telefona sayıp sövdüm, bu da yetmiyormuş gibi lanet yağdırdım. Rahatlayana kadar bağırdım.

Mihrap telaşlıydı, sol elimde başlayan titreme, sol bacağıma vurduğunda yüzündeki endişenin daha da belirginleştiğini gördüm. Öyle çok severdim ki konuşmayı, öyle uzun cümleler kurardım ki Mihrap mahsusçuktan ağzımı eliyle kapayıp sonra dudağıma yapışırdı. Sıcaklığı damağımda kalsın isterdim. Uğraştık; sefil hastalık yakamı bıraksın diye mücadele verdik ameliyat için saydığım günlerde artık titremelerin geçeceğine inanmak içimi rahatlattı sonra o soğuk masadan kalktım tekrar “daha iyiyim” demeye başladım. Kasılmalarım devam ediyordu ama en azından yaşama tutunmak için irademe hakim olabiliyordum. Cümlelerin sonundaki kelimeleri birkaç kez tekrar etmeme rağmen arkadaş sohbetlerine eşlik edebiliyordum. İlaçlar artık midemi bulandırmaya başlamıştı; beyinle dans buna deniyordu sanırım. Mihrap, benim gerçek aşkımdı kasılan boynuma masaj yapan sihirli elleri vardı bunamayı geciktirmek için sürekli zihin geliştirici oyunlar koyuyordu önüme ve “bıktım!” deyinceye kadar o asla bıkmıyordu.

***

Kelebeğim uyumasın diye çok dua ediyordum. Yürüyüşlere çıkmakta zorlanıyordu ancak yine de uzun yolları ve ortanca kokularını seviyordu. Gözleri griye benziyordu; kokusu ıhlamuru andırıyordu. Söylediğim şeylerin birçoğuna katılmayı sevmediği aylardan geçiyorduk lakin gülüşü donuk yüzünden çıkmaya zorlanıyor gibi dursa da parmaklarıyla kavradığı kalemden kağıda dökülüyordu. Bana mutlu insan resimleri çizmeye çalışıyordu.

Çocukluğu ziyan edilmiş bir adamın eriyişine değil, onunla birlikte dirilişime dua ettim hep.

“Yaşamak zamanı” diye sayıklamaya başladığında bu dünyanın hiçbir pisliği umurumda olmuyordu. Onun yanında yatağının başında kıvrılıp uyurken sistemin bozuk çarkı sinirimi bozamıyordu. Sokaklara çıkıp bağırıyordum, “lanet düzeniniz sizin olsun! Bakın koskoca bir şehri size bıraktık açgözlü mahluklar!” diyordum.

***

Şimdi uzağa baktığımda pencereden hayatımın ne kadar değiştiğini görüyorum. En azından bunamamış olmam rahatlatıyor beni. Bir tekerlekli sandalyenin üzerinde oturduğum yerden mevsimleri izliyorum Mihrap sürekli güzel anlarımızı fotoğraflıyor. Benden daha iyi yemek yapıyor artık. Bazen “bu ne hız!” diye takılıyorum ona. Eskiyoruz galiba lakin eskidikçe şarap tadına benzemeyi de ihmal etmiyoruz. “Neden ben?” diye de sormuyorum artık Tanrı'ya. Bildiğim birçok şeyi unutmamak büyük bir şans benim için. Cioran'ın da söylediği gibi:” İnsan bütün bildiklerine rağmen,bütün bildiklerine karşı her gün yeniden başlar.”


Etiketler:
nefret