14/12/2017 | Yazar: Emre Korlu

Sevgilin denizle başa çıkamamış, sen onu kurtarmaya çalışmışsın ve ikinizi de yutmuş o karanlık...

Sevgilin denizle başa çıkamamış, sen onu kurtarmaya çalışmışsın ve ikinizi de yutmuş o karanlık...

O sabah, hikâyemizi tamamlayacağımızı düşünmüştüm. Ne bileyim fırsatçı adamların arasından sıyrılıp bana ayırdığın bir vakitte, Khalkedon'da kahvesi keskin olan, köpüğü bol sohbetlerin ortasında kaybolacağımızı hayal edip durmuştum. “Rıhtımda vurgun yediğin bir aşktan arta kalanları toplayıp güvercinlere yem olarak attığını görenler olmuş” diye başlayan cümlelerimi sonlandırmadan, beş çayında, çok sevdiğin insanlara yaptığın alayla karışık esprilerine gülümserken kahkahanın hatırına susmuştum.

Suzan ismi bir orospuya yakışmıyor diye söylenip sarhoş geçirdiğin gecelerden geçerken, doğmak üzere olan güneşe bakarak hıçkıra hıçkıra ağlamıştın. Vejetaryen yüreğimin son sürgünüydün sen. “Önüne gelenin kırık kadehi oluyoruz be Suzan!” dediğim; içli içli “bırak uyurken ölmeyi, hastalanarak bile ölemiyoruz. Bizim için hep bir maganda kurşunu hayat!” diyerek omzunda ağladığımdın...

***

İstanbul'un anasını ağlattığımızda kaç yaşındaydık bilmiyorum? Müşterilerini döverken bağırışların mahallenin öbür yakasından duyulurdu, en azından en çok bunu hatırlıyorum. Gey aşkların uzun sürmediği zamanlarda karşılaştığım sevgilimle sana yatıya geldiğimiz günleri bir başka ülkede, Khalkedon'un denizi olmadan yâd ediyorum ve şimdilerde keşke o ucsuz bucaksız derya hiç yaratılmasaydı diyorum.

Birileri kaderimizi baştan savma yazmış olmalıydı, Suzan. Biz yaşadığımız süre içerisinde amatör yazarı aradık, o bizi hep aciz duruma düşüren yazarı...

Bulamadık!

Bu şehre köprüler yapıldı, binalar dikildi, senin neredeyse her gece rimelin aktı; vapurlar denizden...

Yaptığın işi kolaya kaçmak olarak adlandıran zavallılarla aynı havayı soluyup, aynı gökyüzünü paylaştın. Biz ne zaman mutlu olduk ki Suzan? Hatırlamıyorum, kahkahamızın ardında hüznün saklanmadığı anları...

Şarabı şişede, sohbeti damağımızda kaldı ömrümüzün. Ardında bir semt bıraktın -şehri umursamıyorum bile- sen bir gülüşü nakış gibi işledin inceden inceye yüzüme.

***

Tekne ile denize açılıp suya karıştığında seni reddedip, paranı yemeyi meziyet zanneden ailenin karşısına geçip, ”açgözlüler!” diye bağıramadan yanlarından geçecek olan bir ruhtum sadece nefesin havaya karışırken yaşıyorken yani, seviyorken beni.

Fotoğraf: Bang Sanghyeok

"Anlamazlar!" diyordun. "Çünkü yaşarken anlamayanlar öldüğünde de umursamazlar. Transseksüel doğduğum için bana kızanlar, Tanrılarının karşısında ona yaranmak için ibadet ediyorlar Umut'um" diyerek uyuya kalıyordun omzumda sonra sigara üstüne sigara yakıyordum. Karşımda Haydarpaşa Garı’nın kimsesizliği ve çaresizliği, solumda Rıhtım, sağımda bir yol ki alıp başını gitsen Selimiye'nin yorgun izleri...

Bir izin kalırdı, Suzan. Yaşadığım şehrin sıcağına teslim olsam dostluğunun özlemi büyürdü içimde. Biz de büyüyemedik karanlık bir ülkenin hiçbir coğrafyasında. Seni son görüşümün üzerinden geçen yılları sayarken Khalkedon'da o sabah uyanmışsın; sevgilin saçlarını okşamış, yüzüne değmiş elleri senelerin yorgunluğuyla. Ayarı bozuk bir makinenin alçaklığıyla kızarıp kömüre dönmüş ekmekler, çayın suyu bitmiş çaydanlıkta, yumurtalar kaysından geçmiş, dudağına uğrayan her şeyden vazgeçmişsin. Çıkmışsın dışarıya denize hasret binmişsiniz bir tekneye. "Seni aşk öldürdü, Suzan."

Köprünün altında devrilmiş tekne. Sevgilin denizle başa çıkamamış, sen onu kurtarmaya çalışmışsın ve ikinizi de yutmuş o karanlık...

"Nasıl yaşanır ki? Sevgili bir sabah açmadıysa gözlerini, tüm beceriksizliğiyle sana kahvaltı hazırlamaya çalışmadıysa nasıl kalınır hayatta" diye düşündün bence. "Öleceksek aşk için ölelim" dedin. Yaşlılığına ait tek bir an yaşamadan ve yaşlanmadan senden kalan hatıralarla yetiniyorum şimdi. Bir başka ülkenin o sert soğuğunda boynuma taktığım atkının bencilliği altında gözlerim acıyıncaya kadar üşüyorum. Kâğıda ağlattığım şiirlerin aldığım ödüllerin dışında çok fazla şeyin sahibi olamadım hayatta; bir o var, yani sevdiğim insan, bir de Türkiye'de küçük bir semtte iyi yürekli kadının koltuğunun üzerinde güvenle uyuyan kedilerim...

"Benim güzel Suzan'ım; Türkiye'ye döndüğümde yanına uğrayıp toprağına laleler ekeceğim. Ölümünden bir hafta önce, "gelirken mutlaka getir" dediğin Poffertjes tatlısıyla oturacağım mezarının taşına senin içinde yiyeceğim. Bugünlerde durgunlaştığımı söylüyorlar aldırış etmiyorum. Halen vejetaryenliğin sağlığa zararı dokunmadığını anlatıyorum insanlara. Daha az sinirleniyorum bir şeylere. Son zamanlarda tatlı bir uğraşım var: inanmayacaksın ama artık o çok beğendiğin sesimi şarkı söylerken de kullanıyorum. Hem de insanların yüzüne bakarak hem de dilediğim gibi dans ederek karşılarında. Hiçbir şey değişmedi Khalkedon'da orada yaşayanlardan alıyorum haberi. Martılar vazgeçmemiş garın üzerinde uçmaktan, birbirlerine kur yaparken simidin cazibesine kapılıp ayrılmaktan yorulmamış...

Ve gelmişim bir gün oralara ve yine sabah ayazında üşümüşüz; yüzümüzde tebessümün buğulu manzarası, hiç ölmemişsin yaşıyormuşsun gibi..."

ps.Gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
nefret