27/06/2011 | Yazar: Buğra Tokmakoğlu
‘Ahlaki olan’ kavramı üzerine yapılan tartışmalar insanın var olduğu süreçten bu yana yapılıyor.
“Ahlaki olan” kavramı üzerine yapılan tartışmalar insanın var olduğu süreçten bu yana yapılıyor.
İnsanlararası ilişkilerde talep edilen, olması gereken, beklenen davranışlar olarak genel bir çerçevede ifade edilen ahlakilik, insanların uyması beklenen davranış kalıplarıdır.
Ahlaki olan ya da olmayanı her insan kendi konumu ve düşünsel yapısına göre değerlendirir. Hangi setin, hangi toplumsal yapının, hangi geçmişin etkisindeysek ona göre bir değerlendirme sürecine sahip oluruz.
Kişilerarasında kurduğumuzun iletişimi belirleyen en büyük etken içinde bulunduğumuz setlerdir. İletişimimizi inşa etmemizde belirleyici olan setler bizleri otomatik davranış kalıplarına iterler. Anlık, hızlıca, aniden verdiğimiz kararlar bu birikimin kattığı spontanelik üzerinden yürür.
Hayatı tecrübe ederken sürekli gözlem yapan ve izleyen konumundayız. Başkalarının davranışlarını izlerken kendi kalıplarımıza, değer yargılarımıza uygun beklentiler içerisine giriyoruz. İşte bu yüzden ahlaki olmakla ahlakçı olmak arasında çok ciddi ve derinlemesine bir fark vardır.
Değerlendirmeler üzerinden kurguladığımız toplumsal yaşamda değerlendirme biçimimize göre ahlakçı ya da ahlaki olduğumuzu da belirleriz farkında olmadan.
Konuşmak yerine izleyerek ve kendi kendimize yorumlayarak yaşıyoruz. Bu yüzden iletişimi birbirini yorumlama silsilesi olarak ifade etmek yanlış olmaz.
Hayatı iki temel ölçüt olan iyi veya kötü kalıplarıyla değerlendirirken yorumlarımızla sürekli dedikodu ortamı yaratıp onay almaya çalışıyoruz. Bir başkasının onayladığı ölçüde hayata tutunuyoruz.
İyi ve kötü gibi iki zıt ve kişiden kişiye değişen değerlendirme ölçütü ile sürdürmeye çalıştığımız yaşam hiç kuşkusuz çok ciddi sınavlar verdiriyor bizlere. İyimizin iyi olmadığı bir başka biri ile kötüsünün kötümüz olmadığı çok yakınımızdan biriyle iletişimi sağlıklı yürütebilmek çok kaygan temelli birliktelikler oluşturuyor.
Davranışlara ilişkin geçerli değer yargılarımız ahlakımızı meydana getirir. Toplumun genel değer yargıları toplumsal yaşamda geçerli olan ahlaktır. Bu değerler sistemi farklı gruplarda farklı işler.
Toplumsal yaşamda başkalarıyla olan birlikteliğimizden doğan ahlak aynı zamanda diğer tüm bireylere karşı bir sorumluluk alanı yaratır. Doğada insanlararası ilişkilerde meydana gelen bu sorumluluk alanı yoktur. Av-avcı ilişkisi gibi kendinden yürüyen süreçler işler…
Ahlak tüm bu sebepler ışığında insanların temel sorunların başında gelir. 80’li yıllara kadar birbirimize karşı olan sorumluluğumuz olarak algılanan ahlak son yıllarda doğaya, hayvanlara olan sorumluluklarımızın gitgide farkına varmamızla beraber yepyeni bir hal aldı.
Ahlak neyin değerli olduğunu, yaşamın anlamını sorar. Anlamını söyler aynı zamanda.
Ahlaklı olabilmek kendini tanıma ve tanıyabilme üzerine gider. Kendimizi tanıma eylemi başkalarıyla beraber yaşadığımız ortamda mümkündür. Sokrates’in “bir diğeri olmadan iletişimci olmaz” sözü keşfin başkasının varlığı ile doğrudan ilgisini vurgular.
Ahlaki olabilmenin temel koşullarından bir diğeri de bilmektir. İnsan bildiğinin sorumluluğunu taşır. Bildiğinden sorumlu olur. Bildiği için dikkat eder. Bildiği bir durumdan dolayı mağduriyet yaratıyorsa baş sorumlu kendisidir.
Toplumdan topluma, bedenden bedene değişen “ahlak” evrensel normlarda algılanabildiği ölçüde yaşanılır bir dünya yaratır bizlere…
Etiketler: