20/09/2013 | Yazar: Emre Korlu

Çünkü belli bir süre sonra, üstelik sevgilinize kiracı olmuşken, bir üst katınızda karısıyla düzüşmesine seyirci kalamıyorsunuz.

Yapma!
Yapmaa!
Yapmaaaaaaa!
 
Bir daha bu yüklemi hiç tekrarlamayacaktım. Çünkü o yapılan şeyin yaşamın boyunca gözlerinin önünden silinmeyecek oluşu delirtir insanı. Her şeyini alır elinden, yavaş yavaş geberirsin. İnsan etinin yanınca nasıl koktuğunu biliyorum artık. 
 
Karşımda durup “o hep beni sevdi!” diye çığlıklar atıyordu. Çantasından çıkarıp göğsüme dayadığı silahın soğukluğunu hissederken, içimde hiç korku yoktu. Çünkü her ikimiz de suçlu değildik. Yalnızca aynı adamı sevmiştik. O aynı adam, yalnızca birimizi çok sevmişti. 
 
“Bir süre sonra korkmaya başladım. Gözlerimden, saç diplerimden, parmak uçlarımdan, parmak uçlarından, saç diplerinden...Ondan, kendimden, şu anı yaşayacak olmaktan...
O olaydan sonra bir süre bana iyi gelecek şeyler aramaya başladı. Karısının ölümünden dolayı kendimi suçlu görmemem için saçma sapan meşgaleler buldu bana. Yeniden üniversiteye hazırlanmam ya da fotoğraf çekmeye duyduğum meraka geri dönmem konusunda telkinlerde bulundu. Artık neredeyse beni hayata döndürmeye çalışmaya adamıştı kendisini.Aslında birbirimizi kaybediyorduk ve bunu anlamamız çok uzun sürmeyecekti. Kimse bir cesedin üzerine mutluluk zarı atamazdı.”
 
Onunla, Fransa’da Notre Dame Katedrali’nde tanıştık. Çok uzun boyluydu ve ben ondan çok kısaydım. İğrenç şiirler yazıyordum. Fransa’da geçirdiğimiz on beş gün boyunca hep iğrenç şiir yazmaya devam ettim. Bir keresinde yazdıklarımı çok merak ettiğini söyledi. Bir yolunu bulup yani cesaretimi toplayıp yanımda getirebileceğimi söyledim ama hiç getirmedim. 
 
Türkiye’de de görüşmeye devam ettik. Ünlü bir doktordu. Eşi herkesin parmakla gösterdiği profesörlerden biri olmaya, o yıl hak kazanmıştı. Aslında ben çıkıp gelinceye kadar güzel bir yaşantıları vardı.
 
***
 
Mehmet, bir sabah çalıştığım kafeye geldi ve ona kiracı olmamı istedi. İnanamadım. Çok yakın olacaktık. Her gün birbirimizi görecektik. Belki akşam yemeklerini birlikte de yiyebilecektik. Eşi yurt dışındayken birbirimize ayıracak daha çok zamanımız olacaktı. Bu teklif başta çok iyi geldi. Zira o günün akşamı yanıtım “hayır” idi. Anlaşılabilirdik. Karısı her şeyi anlayabilirdi. Akrabaları, çocukları...Evet, çocukları vardı. En büyüğü ben yaşlarda olan...
 
Bir şekilde ikna edildim yine. Onun içinde büyümeyen bir çocuk vardı. İlerisini düşünmüyordu. Olabileceklerden bihaber olmayı seviyordu. Yüzümü ellerinin arasına alıp dakikalarca öpmek hoşuna gidiyordu. Yatağımızda mutluydu. Sabaha karşı daire kapımı aralayıp içeri giriyordu. Onu her sabah bekliyordum. Uyumadan.
 
 ***
 
Zamanla içlerine girmeye başladığımı fark etti Akasya Hanım, yani sevgilimin karısı. Beni çocuklarından ayırmamaya başladı. Onlarla davetlere gidiyor ve sıkılıyordum. Mehmet’le o kadar cesurduk ki o davetlerin bazılarında tuvalette seviştiğimiz bile oluyordu. Öyle zamanlarda çıkardığımız sesleri kimse duymuyordu. Beni Fransa’ya dönmem konusunda ikna etmeye çalışan arkadaşlarım bile çabalarının boşuna olduğunu anlamışlardı. Sürükleniyorduk.
 
"Türkiye’ye sırf onun için gelmiştim. Onu ailesinden çalmak ve kendime hapsetmek için...
Çünkü belli bir süre sonra, üstelik sevgilinize kiracı olmuşken, bir üst katınızda karısıyla düzüşmesine seyirci kalamıyorsunuz."
 
Edip, Mehmet’in küçük oğlu, babasının bana yakınlığını fark etmiş olmalı. Bir erkekle başka bir erkeğin yakınlığına anlam veremeyeceğinden eminim ama garip bakıyor. Bize bakışlarından rahatsız oluyorum. 
 
Bu durum hiç hoş değil. Kötü şeyler olacak çok kötü şeyler diyordu içimdeki o ses.
 
“Böyle başladı her şey. Böyle düşünmemle...Akasya Hanım, kocasının onu başka bir kadınla aldattığından şüphelenmeye başladı. Oysa kocası alt kattaki kiracısının yanındaydı. Bir erkeğin yanında...Çünkü, Mehmet kendini gizlemek için aynı fakülteden bir kızla evlenmişti yıllar önce.Onunla bir aile kurmuştu. Kendini ertelemişti. Yıllar sonra benimle tanışmıştı işte. Fransa’nın soğuğunda üstelik...” 
 
“Arabayı hep böyle hızlı mı kullanırsınız?” diye sordum; yanıt vermedi. Cebimde çalmakta olan telefonumu göstererek onu kapamam gerektiğini söyledi. Arayanın kocası olduğunu çok iyi biliyordu.Polonezköy’e geldik. O ağaçların arasına...“Burası ölmek için ideal bir yer, değil mi?” dedi. Sesimi çıkarmadım. Cebimden zorla aldığı telefonu uzağa fırlattı. Artık, Mehmet bize ulaşamayacaktı.“Suçlu insanlar işte böyle susar,” dedi. Gözlerinde nefreti gördüm.“Niye suçlu olayım?” diye mırıldandım.“Değil misin, yani?” diyerek bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi:“Kocamı elimden aldın?”
 
O son cümlesinden sonra göğsümün sol tarafına soğuk bir şeyin dayandığını hissettim. Silahını gördüm. Kalbimin tam üzerindeydi. Tek kurşunla işimi bitirebilirdi. Keşke yapsaydı. Keşke üzerindekilere benzin döküp, kendini oracıkta ateşe vereceğine beni öldürseydi.Bizi, Mehmet’le sonsuza kadar ayırmasaydı. 
 
“13 Ekim Pazar sabahı Akasya Hanım çaylı kek yapmış, bana da getirdi. Kirli çamaşırlara karışan Mehmet’in atletini balkondaki çamaşır telinde gördü. Siz buna ön yargı diyeceksiniz. Ben de öyle demek isterdim. Bir gün evime yedek anahtarla girip, ortalığı muazzam bir şekilde aramış ve fotoğraflarımızı bulmuş. Sonra da yavaş yavaş diğer delilleri… Tüm seminerleri iptal etmiş ve bir süre hiç yurt dışına çıkmamış. Gözü hep üzerimizdeymiş yani."
 
Gözlerimin önünde yanıyordu Akasya Hanım. Onu söndürmeye çalıştım. Yapamadım. Artık yanmış bir insanın nasıl koktuğunu biliyordum ve o kokuyu ömrüm boyunca unutamayacaktım. Fransa’ya taşındım. Sırlarıyla giden Akasya Hanım, ölmeden önce yalnızca ağaçları düşündüğünü söylemişti.Mehmet, sürekli mektup gönderdi. Ben sürekli adres değiştirdim. O hep beni aradı. Ben hep ondan kaçtım. Yeni sevgililer buldum, yeni okullara gittim, yeni işlere girdim. Akasya Hanım giderken bir şey yapmıştı. Kendince akıllıca bir şey. Bizi sonsuza kadar ayırmıştı. 

Resimler: Homotography 


Etiketler:
İstihdam