23/03/2011 | Yazar: Barış Sulu

Üzerime etiket gibi yapışan “eşcinsel kimliğim” için devrim niteliğinde gelişmeler yaşamayı huy edindim biliyorum.

Üzerime etiket gibi yapışan “eşcinsel kimliğim” için devrim niteliğinde gelişmeler yaşamayı huy edindim biliyorum. Ne yapayım, seviyorum öncelikle kendimi şaşırtmayı. Şimdi bahsedeceğim hikaye de -hala az/çok kurgusalmış gibi zannetseniz de- benim devrimlerimden biri niteliğinde.
 
Öncelikle şunu beirteyim ki temeli böyle atalım; insan insanı sever şiarını duygusal hayatımda gayet de uyguluyorum. Çıkış noktası bu olunca “öncelikle” kendimi ikna etmem kolaylaşıyor. Ama sıra başkalarına gelince soru işaretleri heryeri kaplıyor.
 
Kendimi zamanında eşcinsel olarak adlandırmam ile başlayan içsel devrimlerim bu yıl “bambaşka” bir boyuta evrildi. Bir trans erkekle aramda geçenleri ben aşk olarak yazdım gönül defterime ilk kez. Çok şaşırtıcıymış gibi bahsetmemin nedenini biraz sonra okuyacaklarınız açıklayacaktır diye düşünüyorum. (İçimde keşfetmediğim daha neler var acaba? Neyse o başka konu) Kelimelere dökmek de kolay değil benim için bu hikayeyi aslına bakarsanız. Kelimelere dökülmesi gerekiyor mu onu bile ciddi ciddi düşünüyorum gayet de.  
 
Yıllarca “eşcinsel sosyalleşmesi” içinde kurgulayınca hayatınızı “değişik” şeyler yaşamayı kendinize çok görüyorsunuz, çünkü toplumsal baskı burada “lgbt toplum”un baskısı olarak karşınıza çıkıveriyor.
 
Öncelikle o çok sorgulamış, düşünmüş, herşeyi ters yüz etmiş, kafa patlatmış, aşmış lgbt çevreniz size tepki gösteriyor. Kalıyorsunuz bir başınıza aniden, yalnızlaşıyorsunuz. Toplum baskısı bunun yanında hak getire.
 
İki tarafın da beyninde atom bombaları patlatıveriyorlar. “Sen bir eşcinsel miymişsin nasıl yani” diyenleri mi ararsın “sen trans erkektin hani, yıllarca bizi mi kandırdın” diyenleri mi, “Sevişirken kim aktif oluyor” diyenleri mi, “sen de cinselliğin bokunu çıkarttın” diyenleri mi, “Hayır bu olamaz, sen heteroseksüelsin ama” diyenleri mi, “Yok ikiniz de aynı dönemde sevgililerinizden ayrıldınız ve boşlukta hissettiniz kendinizi ondandır” diyenleri mi?
 
“Bilindik toplum”un yıllarca bizleri ötekileştirmek için kurguladığı cümleleri yine bizlerin ağzından duymak nasıl acı veriyor tahmin edemezsiniz. “Toplumun duvarlarına çarpıp çarpıp kırılmaya alışmıştım tamam da bu da nesi” diyorsunuz kendi kendinize. Öyle bir baskı var ki üzerimizde, biz bu durumu çok fazla dillendirmiyoruz artık, çözümün bu olmadığını bildiğimiz halde… Bir süre uzaklaşmamız da birbirimizden “yanlış bir şey mi yapıyoruz biz, acaba bu tantana niye” gibi düşüncelere kapılmamızdandır, böyle biline!
 
Evet ben uzun zamandan beri kendimi “eşcinsel” kelimesi altında adlandırmadığımı kendime ve çevreme açıklıyorum ve “erkek” olarak adlandırmadığımı da ekliyorum bu cümlenin sonuna, cinsiyetimi sınırlamak istemiyorum diyorum, erkek ve kadın olmak/olmamak üzerine bu kadar kafa patlatırken hala ve hala “yok sen erkek eşcinselsin” diye beni adlandıranlara şaşırıyorum. Demiştim ya başta insan insanı sever diye; biz iki insanız ve biyolojik ve cinsel kimliklerimizi dillendirmemeyi “tercih” ediyoruz. Nokta.
 
Lgbt topluluk kendi içinde hala bir çok noktaya kapalı, tartıştığını zannedip tartışmıyor, kendini mağdur durumuna getiren “toplum”un söylemleriyle karşımıza çıkıveriyor ve gayet de kendinden emin küstahçasına! Bütün bunlar değişmeli, değişecek elbette.
 
Şimdi köşemize çekilip bilindik şarkılar dinlesek de kayıp değiliz. Birlikteyiz. İyi bakacağını biliyorum kalbime; kırmadan, yıpratmadan kendisininmiş gibi sevecek. Bu kadar net.
 
Kırık, yitik bir aşk öyküsü mü bu? Yok değil, o kendini biliyor, ben kendimi biliyorum. Başkasının bizi nasıl bildiğine kulak tıkamaya karar verdik sonunda. Bu aşkın her damlasını büyütüp çoğaltıyoruz içimizde artık. Ne yokluktan ne yoksulluktan, tam tersine çok ve çoğul olduğumuz için seviyoruz birbirimizi. İnanıyoruz aşkımıza. İnanıyoruz “öteki”lerin de aşık olabileceğine.
 


Etiketler:
nefret