11/03/2014 | Yazar: Selçuk Candansayar

Selçuk Candansayar yazdı: "Yalnız kaldığı zamanlarda bu kıyım ve yıkım sarkacında salınırken ruhu ne düşünüyor ne hissediyor acaba?"

Muhakkak yalnız kaldığı zamanlar oluyor. Bütün bu koşuşturmaca, bağırıp çağırmalar, tehditler, operasyonlar şu bu, günün büyük bölümü sürekli çevresinde bir dolu insan, önünde binlerce taraftar, miting alanları, korumalar, telefonlar; ama mutlak yalnız kaldığı da oluyordur.
 
Durmadan yeni taktikler, yeni açıklamalar, tayinler, atamalar, görevden almalar, göreve getirmeler, hazırlanan imha edilen belgeler; hep bir hareket halinde olma ve birileriyle bir şeyleri konuşma durumu; ama yine de zaman zaman yalnız kalması kaçınılmaz.
 
Yatağa uzanıp gözlerini kapadığında, soyunup giyinirken, banyoda, tuvalette her ne ise ama yanında kimsenin olmadığı anlar, dakikalar. Bir başına, yapayalnız. Olup bitenler ve muhtemel gelecek seçenekleriyle tek başına karşı karşıya olduğu anlar.
 
Öyle bir açmaza düşürdü ki kendisini artık geri dönebileceği, sırtını yaslayabileceği ve bir an için soluklanabileceği bir sığınağı kalmamış durumda. Bırakmadı. Ne de uzlaşma, ara çözüm bulma, barışma imkânı kalmadı.
 
Çatışmayı, ölüm kalım savaşına kendisi çevirdi ve artık en küçük bir tökezlemesinde bile daha bedeni yere düşmeden üzerine çöreklenileceğinin ayırtında.
 
Çatışmayı bir varkalım savaşına çevirdiğinden eğer yenebilirse kendisinin de kıyım yapmaktan başka yolu kalmadığını, kendi kendisini kıyıma mecbur bıraktığını da biliyor.
 
Öyle bir hale geldi ki artık ne barış ne de af olacak karşılıklı. Bir tarafın kaybedeceği savaşta kaybederse nerdeyse tek kurban edilecek olanın da kendisi olacağını ve şimdi yanında gözünün içine bakanların da ipini çekmek için birbirlerini çiğneyeceklerini biliyor.
 
İşte yalnız kaldığı o anlar, kazanırsa girişeceği kıyım hayalleriyle kaybederse düşeceği yıkım korkularını aynı anda yaşantılıyor olması mümkün.
 
Bir kahraman olarak taçlanarak tanrısallaşacak mı; yıllardır zulmüyle ezdikleri ve ona Tanrı gözüyle bakanların insanlıktan çıkmış öfkelerinin altında paramparça mı edilecek?
 
Yalnız kaldığı zamanlarda bu kıyım ve yıkım sarkacında salınırken ruhu ne düşünüyor ne hissediyor acaba?
Şimdi onun yaşantıladığı denli ağır olmasa da insanlar zaman zaman bu zafer ve yenilgi kavşağında takılıp kalırlar. Maçın uzatma dakikalarında verilen ve sonucu belirleyecek penaltı anı gibi. Hem kaleci hem de penaltıyı atacak olan oyuncu aynı endişeyi yaşar. Atıp/ kurtarıp kahraman olmakla, yiyip, atamayıp yenilginin sorumlusu olmak arasındaki o an.
 
Tabii o kaleci ve futbolcunun endişesinde ahlaki bir sorun yoktur.
 
İşlerin pek yolunda gitmediği ve korkunun galebe çaldığının emareleri her geçen gün artıyor. Dil sürçmeleri, düşünce takılmaları, mağrurdan çok mağdur diline sarılmaya başlaması ve evet yaptım diye efelenmelerinin artması, zor durumda olduğunu düşündürüyor.
 
Ama şu ‘Obama’ ya telefonda söyledim’ dediği televizyon programı, bize işin aslını ve yalnız kaldığında yaşadığı temel duygunun ne olduğunu kanıtlıyor. Kendinden emin bir şekilde Obama’ ya ‘Amerika’nın iç güvenliğini tehdit eden kişiler bende olduğu zaman siz nasıl benden bunları istiyorsanız ben de sizden aynı şekilde bunları isteme hakkına sahibim’ dedim diye efelenirken programdaki yüzsüzlerden birine Allah, ‘peki ne dedi?’ diye sorduruyor. İşte bu münasebetsiz meraka verdiği yanıta, ses tonuna, yüz ifadesine, ‘olumlu baktı’ derken sözcükleri yutarak sesinin perdesindeki düşmeye bakılırsa, korku dağları beklemeye başlamış durumda. Daha, olumlu baktı derken bile ABD tarafından yalanlanacağını bilmenin endişesini yaşadığı, örneğin, ‘o da bana kalsın’ diye üste çıkacak yanıtı bulamamasından her geçen gün biraz daha yorulup, tükenme sınırına geldiği anlaşılıyor.
 
Üstelik hem 30 Mart’ a daha çok var ve o gün bu süreç seçim sonuçları ne olursa olsun bitmeyecek. Bakalım bu zorlanmayı kaldırabilecek mi? 17 Aralık sabahı sıfırlama telefonlarındaki korkusu bile ipucu değil mi? 

Etiketler:
nefret