23/12/2014 | Yazar: Sedat Yağcıoğlu
Kızılay Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar’ın ‘Eşcinsellerden kan almıyoruz’ beyanı , yıllardır sürdürülen homofobik bir uygulamanın en yetkili ağızdan ilanı
Kızılay Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar’ın “Eşcinsellerden kan almıyoruz” beyanı[1], yıllardır sürdürülen homofobik bir uygulamanın en yetkili ağızdan ilanı aslında. Kızılay’ın kan bağışı işlemleri için, kan vermek isteyen kişilerden öncelikle bir form doldurması isteniyor. Kan Bağışçısı Bilgilendirme, Sorgulama ve Kayıt Formu adlı bu form Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanmış ve kan bağışı sürecinde formun doldurulması yasal zorunluluk[2]. Formda genel olarak sözel beyana dayalı sağlık ve cinsel yaşam taraması odağında sorular bulunuyor. Yalnız bu sorular arasında bir tanesi, yıllardır homofobi tartışmalarını da beraberinde getiriyor. Formun ‘erkekler için’ ayrılan bölümünde “Bugüne dek hiç erkek erkeğe cinsel ilişkide bulundunuz mu?” şeklinde bir soru da yer alıyor. Eğer kan bağışçısı olmak isteyen bir erkek olarak, daha önce bir erkekle ‘herhangi bir cinsel ilişkide’ bulunduysanız, kan bağışınız Kızılay tarafından reddediliyor. Velhasıl, Kızılay başkanının açıklaması Sağlık Bakanlığı tarafından, ilgili yönetmeliklerle belirlenmiş bir yasal işlemin açıklanması sadece.
Çok basit gibi görünen bu durumun arkasındaki ideolojik manipülasyonu, yanlışlıkları ve en nihayetinde eşcinsel erkekler nazarındaki hak ihlaline yol açan sonucunu önce kısaca tıbbi ve daha sonra bu tıbbileştirmeye bağlı oluşan sosyal alandaki karşılıklarıyla ele alalım. İlk olarak HIV / AIDS ayrımcılığı ile ilgili özellikle 1990’lı yıllarda pek çok bilimsel çalışma yapıldı ve ‘eşcinsellerde HIV/AIDS’ prevelansının yüksek olduğu üzerine üretilen söylemin aslında örtük olarak homofobik olduğu ortaya kondu. Çünkü biliyoruz ki, HIV / AIDS virüsü saptanan kişilerin eşcinsel ilişki deneyimi olanların oranı oldukça düşük. Konunun tıbbi detaylarını hekimlere bırakarak, şu çok temel bilgiyi yeniden hatırlatmakta fayda var: HIV bulaşması için anal seksin olasılığı artırdığı bilgisi hiçbir biçimde bilimsel değildir. HIV virüsünün bulaşması için sperm ya da kan değişimi söz konusu olmalıdır. Dolayısıyla anal seks ve vajinal seks arasında virüs geçirgenliği açısından tıbbi olarak hiçbir fark yoktur. Üstelik bu geçirgenlik olasılığı oral sekste çok daha düşüktür. Sonuç olarak da tıbbi olarak, eşcinsel erkeklerde HIV’e rastlama olasılığının daha yüksek olduğu, eşcinsel (yani aslında anal seks) ilişki ile bulaşma olasılığının daha yüksek olduğu söylemi tıbbi olarak bir geçerliliğe sahip değildir. Bu temel tıbbi bilgiler ışığında sosyal alandaki izlerine dönecek olursak, bu söylemler elbette eşcinsel erkeklere yönelik etiketlemeyi, dışlamayı ve sonuç olarak da homofobik tutum ve davranışları beraberinde getiriyor. Böylelikle psikiyatri alanından çıkarılarak ‘özgürleştirilen’ eşcinsellik, bu söylemlerle de ‘tıbbileştirilerek’ tekrar baskı altına alınıyor.
Kızılay’ın sorusundaki bir diğer hataya yakından bakalım: Soruda ‘erkek erkeğe cinsel ilişki’ deneyimi soruluyor. Açıktan anal seks vurgusu yapılmasa da örtük olarak bu kastediliyor. Peki nedir ‘cinsel ilişki’? Öpüşmek cinsel ilişki sınırlarına girer mi, oral seks, sevişmek, vs vs... Velhasıl, HIV / AIDS açısından temel sorun sperm geçirgenliği ise, vajinal sekste de durum farklı olmayacaktır. Oral seks aracılığıyla da bu riskin daha düşük olduğunu biliyoruz. Bütün bu bilginin analizi aslında bize açıkça şunu söylüyor: Mesele cinsel ilişki biçimlerinin ve belli beden parçalarının cinselleştirilmesi ya da bu cinsel alandan dışlanması sorunudur. Devletler yani aslında iktidarlar pek çok farklı kurumuyla ‘cinsellik’ alanını düzenlerler ve cinselliği tanımlarlar, bu tanım üreme odaklı heteroseksüel ilişkileri norm olarak kurar. Cinselliğin makbul edimleri bu heteroseksüel ilişkiler zemininde kurulurken, vajinal penetrasyon anal penetrasyondan daha ‘doğal’ ve dolayısıyla daha ‘makbul’ bulunur. Tıbbi olarak da vajinal ilişkinin daha sağlıklı olduğu miti yaygınlaştırılır. Bedenlerimizin belli parçaları cinselleştirilerek; örneğin vajina, penis, meme doğallaştırılırken, anüs makbul cinsellik alanından dışlanır. Söylem de bunun üzerine kurulur ve ‘ters ilişki’ hakkında tıbbi olmayan bu mitler oluşturulur. Beden parçalara ayrılarak, cinsel zevklerin bütüncüllüğüne ve çeşitliliğine de sınırlama getirilir. Bu sınırların dışında farklı cinsel yaşamlara sahip bireyler de ‘makbul yurttaşlar’ alanından dışlanmış olurlar. En temel tıbbi hak olan kan alma – verme süreçlerinde bile görüldüğü gibi ayrımcılığa maruz bırakılırlar.
Başka bir sorun daha var. Başkan Akar açıklamalarında, “Eğer eşcinsel olduklarını beyan etmemişlerse yapacak bir şey yok” diyor. Kızılay bu kadar ‘profesyonel’ mi çalışıyor? Üstelik bu açıklaması, bir sonraki açıklamasıyla çelişiyor çünkü alınan bütün kanların analiz edilerek kan bankasına kaydedildiğini açıklıyor başkan. Madem zaten analize tabi tutacaksınız, neden sözel beyana gereksinim duyuyorsunuz? Eşcinsel olsun olmasın, kan bağışçısı olmak isteyen tüm yurttaşların kan bağışlarını kabul eder, tıbbi analizlerinizi gerçekleştirir ve elbette tıbbi açıdan hiçbir sorun olmayan kanları daha sonra kullanılmak üzere depolarsınız.
Aslında bu çelişkiler ne Kızılay’ın, ne Sağlık Bakanlığı’nın çelişkileri değil. Bunlar insanların özgür arzularını, cinsel edimlerini sınırlama çabalarının işe yaramayacağını gösteren bir parodi. Tıpkı Butler’ın, heteroseksüel matrisin kendisini sürekli yeniden üretme çabasına karşın insanların yıkıcı nitelikteki cinsel arzu ve edimlerinin bu sistemi bozma imkânlılığına dair ortaya koyduğu parodik siyaset yaklaşımında[3] olduğu gibi, bizler de bu komediyi, daha özgür cinselliklerimiz için bir fırsata çevirelim.
Örneğin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğum kontrolünü ihanetle eş tutan açıklamaları da müthiş bir parodik imkânlılık taşıyor. Çünkü kitlelerini denetim altında tutmak için, muhafazakâr ideoloji çerçevesinde biyopolitikaya dayalı açıklamaları ve bunlara karşı ürettiğimiz söylem ve siyaset aracılığıyla belki de daha önce sahip olmadığımız kadar cinsellik hakkında konuşma imkânına sahip oluyoruz. Sosyal medyada dolaşımda olan prezervatiflerle yazılmış TC görseli, müthiş bir parodik siyaset örneği bana göre. Arzularımızın çeşitliliğini, cinsel zevklerimizi, korunma yöntemlerinden hangilerini neden tercih ettiğimizi veya neden tercih etmediğimizi daha fazla konuşmaya başlıyoruz. Böylelikle, iktidar – biyolopolitika, söylem, yeniden üretme zincirini de kırma potansiyeline sahip oluyor ve heteroseksüel matrisi de sürekli bozuma uğratıyoruz.
Parodik siyasetin gücüne inanmak istiyorsanız, tıpkı benim de çalıştığım üniversitedeki kan bağışı kampanyasında yaptığım gibi, eşcinsel olsanız da olmasanız da Kızılay birimine uğrayın. Kan vermek istediğinizi söyleyerek kayıt işlemlerini başlatın. Formu doldurmaya başlayın ve erkek erkeğe cinsel ilişki sorusuna geldiğinizde, bir görevliyi çağırıp bu soruyu anlamadığınızı söyleyin ve cinsel ilişki derken neyi kastettiklerini detaylı biçimde açıklamalarını rica edin. Büyük olasılıkla detay veremeyeceklerdir. Siz yine de detayları sorun, örneğin “ben oral seksi çok seviyorum bu sorun mu”, “daha dün anal seks yaptım kan veremeyecek miyim şimdi” gibi sorularla Kızılay’ı bunaltın. Sizinle konuşamayıp sadece bu durumda kanınızı alamıyoruz, mevzuat gereği yasak diyeceklerdir. İşte o zaman siz de olan gücünüzle, bu heteroseksist sistemin temsilcilerine haykırın: “Yasak ne ayol!”.
Araştırma Görevlisi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Hizmet Bölümü
[1] http://www.radikal.com.tr/turkiye/kizilay_baskani_akar_escinsellerden_kan_almiyoruz-1257019
[2] http://www.kizilay.org.tr/SSS?id=6
[3] Judith Butler, (2012) Cinsiyet Belası – Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, İstanbul: Metis Yayınları
Etiketler: