15/07/2014 | Yazar: Gani Met

Acaba benim bu kötü evde başıma gelenler, duvarın arkasındaki bahçede yaşayan vekillerin başına da geliyor mu? Yaşıyorsa, bunları biz de bilsek ve toplanıp bir hal çaresi düşünsek. Ama beni bahçeye sokmuyorlar.

Bu sene aşure kaynatıp gideyim diyorum meclise. Dağıtayım hepsine. Bir iki polis ve askere numaramı veririm hem, diye düşünüyorum. Ama çok saygılı polisler, nereden getiriyorlarsa bunları... İki sokak üste, bu yakışıklı polislerden isteyeyim diyorum. Bu meclistekiler hariç, bugüne kadar bana “hanfendi” diyen bir polisle karşılaşmamıştım. Genellikle polis beni canlı olarak ele geçirir, kimliğime bakıp, “Sen kız değilsin” diye, annemin babamın bana taktığı ismi bağırarak gülerler. Biraz daha yakından bakarlar bana, sonra biraz da tadıma bakarlar. Ama yukarıda Allah var. Meclis polisinden bu güne kadar tadıma bakan olmadı. Onlar tadıma bakmak istese, hiç kızmam. Niye? Çünkü çok beyefendiler.
 
Meclisin üzerinde oturuyorum. Ne garip değil mi? Milletin, kendi meclisinde vekaleten oturan yüzlerce vekili var. Sürekli önünden geçmem gerektiği için karşılaştıklarıma dikkatli bakıyorum: Acaba hangisi benim vekilim? Televizyonlarda ve gazetelerde de rastlıyorum. Bana benzeyen ya da benzeme eğilimi gösteren, hoş, çiçekli kıyafetleri olan bir vekil bulamadım. Hadi bana benzemesi üzerinde fazla durmayalım; o zaman milletin vekili olan ve büyük bir ekseriyetle “bey” olan kişiler, benim vekilim olduklarından haberdar mı? Diyelim haberdar ve beni bağrına basmak için çıldırıyor, bunda da bir tehlike yok mu? Ben, bana kollarını açmış bir vekili milletle paylaşır mıyım? Paylaşmam. Bu vekilden gelecek cukkaları bir başıma yerim, cebime indiririm. Yani gene milletin vekili olamaz, bir iki kişinin vekili olur gibi geliyor bana...
 
Komşularımı enine boyuna tanıma çabam, çok disiplinli ve kararlı şekilde devam ediyor. Bir yerde beni yaşatan merak bu. Değil mi ki TBMM duvarının bir iki bina üstünde oturuyorum; çok normal. Acaba benim bu kötü evde başıma gelenler, duvarın arkasındaki bahçede yaşayan vekillerin başına da geliyor mu? Yaşıyorsa, bunları biz de bilsek ve toplanıp bir hal çaresi düşünsek. Ama beni bahçeye sokmuyorlar. Çok güvenli bir yer herhalde. Çok asker ve polisle korunuyor.
 
Bir gün demek istiyorum ki komşularıma, “Sizin polisleriniz, hiç bizim bildiklerimiz gibi değil, bizimkiler gibi davranmıyor. Hepsi gayet saygılı ve nazik. Bir sokak üstte, polisler bize çok kötü davranıyor” Garip değil mi? Milletin kendisine kötü davranan polis, vekaleten onun yerine bakanlara çok saygılı.
 
Ama bunlara çok kızıyorum. Bir daha bunlardan seçmeyelim. O bizim evin arkasındaki bahçe çok yeşil. Seçilmeyince valla, oraya vekillerden kimse gelmez. Biz de çarktan filan dönüşlerde, veya hafta sonları meclisin yerinde piknik yapsak, ne güzel olur. Hem meclisin polisleri çok saygılı, nazik, küfretmeden konuşan, tehdit etmeyen, tecavüze kalkışmayan, gaz sıkmayan ayrı bir kategori oluşturuyor. Vekil korumaları ve polisler çok yakışıklı. Ben bazen, oradan geçerken, bunların beyefendi ve yakışıklı oluşuna fazla dikkatli bakakalıyorum. “Bir şey mi istiyorsunuz hanfendi?” diyorlar. Aralarında, “Ne bakıyon ibne travesti?”, “Götürüyüm mü lan!”, “Gel sana bir Kabahatler Kanunu’ndan bir döşeyim de ananın .... görürsün!” diyenlerinden bir tane bile yok.
 
Kendilerine iyi ve insan gibi yaşamayı bilen polisleri almışlar, bizim nasibimize ise –ki halbuki bir üst sokakta oturmaktayız- Balyoz Ekibi düşsün. Yakışık alır mı? Bir devletin tüzel kişisi bunu yapar mı? Şurada komşu değil miyiz? Ayıp!
 
Bakın, şu aziz mübarek Ramazan günü, hanginiz gelip komşularını ziyaret etti. “Aç mısınız? Tok musunuz?” diye soranınız oldu mu? Aramızda bir komşuluk hukuku var. Dönmüş olabiliriz ama siz de vekilsiniz. Bize benzemiyorsunuz, travesti değilsiniz ama travesti komşularınız var. Bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını insan merak eder, gelip sorar.
 
Bu sene aşure kaynatıp gideyim diyorum meclise. Dağıtayım hepsine. Bir iki polis ve askere numaramı veririm hem, diye düşünüyorum. Ama çok saygılı polisler, nereden getiriyorlarsa bunları... İki sokak üste, bu yakışıklı polislerden isteyeyim diyorum. Bu meclistekiler hariç, bugüne kadar bana “hanfendi” diyen bir polisle karşılaşmamıştım. Genellikle polis beni canlı olarak ele geçirir, kimliğime bakıp, “Sen kız değilsin” diye, annemin babamın bana taktığı ismi bağırarak gülerler. Biraz daha yakından bakarlar bana, sonra biraz da tadıma bakarlar. Ama yukarıda Allah var. Meclis polisinden bu güne kadar tadıma bakan olmadı. Onlar tadıma bakmak istese, hiç kızmam. Niye? Çünkü çok beyefendiler.
 
Aşureyi meclise götürdükten sonra konuşacağım hepsiyle bir bir. Şurada komşuyuz; koskoca Türkiye’yi düzeltmeye yakınlardan itibaren başlasak ya! Bakın, hemen bir üst sokağınızda neler oluyor. Sizde para yoksa, sorun etmeyin. Aramızda para toplayalım. Ben bizim kızlardan çark sonrası toplarım. Mahallede fukara varsa arayalım, bulalım, yardım edelim. Sizin polisler daha güçlü ve yakışıklı. Ayrıca disiplinliler. Bir tanesi çok iyi. Görseniz, aman Allahım! Gözlerinize inanamazsınız. Çok yakışıklı. Polis değil de, şerif tadı var. Clint Eastwood’a benziyor. Çok havalı. O güzel polislerden ilk önce bizim mahalleye koysak. Çok iyiler. Nereden buluyorsunuz bunları? Maaşallah...
 
Bizim polisleri de bir yere atsak da önce şu mahalleyi bir temizlesek. Çok yararlı olur bence. Hem bir meslek içi eğitim çalışması saymak lazım bunu. Bizimle arkadaş olurlar hem. Kimbilir, belki içinizde, bize benzeyen bir vekil olsun istersiniz. Ya da, zaten vardır içinizde bize benzeyen bir gizli ibne, o da rahatlar.
 
Ben çok sıcak bakmam böyle işlere; istemem. Vekilim eksik kalsın. Ama kızlar istiyor. “Şöyle bir kaç tane ibne, dönme falan vekil olsun” diyorlar. Hevesleniyor gariplerim. Ne diyeceksin?
 
Hem mecliste yemekler de ucuzmuş. Bir sokak altta hiç de hijyenik olmayan lokantalara, tavuk dönercilere dünyanın parasını veriyoruz. Bizim mahalleye meclis duvarından bir kapı açsanız, biz de gelip gitsek. Çok lüks restoranınızda neler yiyormuşsunuz da tavuk döner parası ödüyormuşsunuz. Ayıp ama size. Çarkta para mı kaldı? Bak o kadar maaş alıyorsunuz, ucuza yemek yiyorsunuz. Bize benzemeyen vekillere bir şey dediğim yok. Ama kırılıyor insan... Bak bayramda gelecem. Kapıda öyle, “Rezervasyonunuz var mı?”, “Kime geldiniz?” falan diye sormak yok. Valla bu sokakta ben, sizden daha eskiyim. En eskileriniz, dünkü çocuk sayılır. Gelince uzun uzun konuşuruz bunları inşallah. Kapıda bana, “hanfendi” diyen polislerden, askerlerden ve korumalardan istiyorum, karışmam. E, güzel de giyinmem lazım.
 
Ben geldiğimde, şu Türkiye’yi kurtarma işine, kısa bir süreliğine ara vermelisiniz. Önce sokağınızdan başlayın. Buraları acilen, öncelikle ve ivedilikle düzeltelim. Hemen bir sokak üstte çeteler, zorla çalıştırılan mülteciler filan var. Her gün bir trans saldırıya uğruyor. Önce çetelerden, sonra polislerden neler çektiğimizi anlatcam. Siz önce şu sokağa bi’ el atın, bu sokakta kendinizi bir tartın...
 
Şu yakışıklı polisi de bizim evin oralara bir yere koyun. Bana “hanfendi” diyen polisi canıımmm. Çeteler filan saldırınca, ben ondan imdat isteyeyim. Beni kurtarsın, pamuklara sarsın.
 
Tabi, şu kapı açma işini de konuşacağım. Yaşlı insanlar var mahallede. Valla, kızlardan oruçlu olanlar var. En azından sizin restoranlarda iftar açabilsinler. Zaten aynı sokakta çalışıyoruz. Biraz üstünüzde oturuyorum. İlk önce mahallede kim açtır, kim toktur, bu zenginler, bu travestilere sürekli ne yapıyorlar?... Bunları filan konuşup, mahallenin gelir dağılımına filan baksak... Transfobi, etnik kimliklerin hazin dramatik hikayelerini filan anlatırım, vakit su gibi geçer.
 
Bekleyin, bayramda geliyorum. Önce sokağı düzeltelim. Öncelik onda. Sonra siz gene Türkiye’yi düzeltme işine geri dönersiniz. Ona ben karışmam. Bizim sokakta önce bir... Staj gibi düşünün. Kızmayın ama... 
 
Editör notu: Gani'nin yazılarının tamamını blogundan da takip edebilirsiniz.

Etiketler:
nefret