30/05/2016 | Yazar: Cihan Dağ

Eylemci değildim bu gece. Aşk örgütlenmektir diyor arkadaşlar ama örgütlü de sayılmazdım hani. Çünkü konuşmuyorduk hiç. Konuşamadığımız için işsiz kalan dudaklarımız örgütleniyordu sadece.

Direniş var! Sokaklar kaynıyor, Kadıköy yangın yeri. Almanya ve Fransız savaşlarını görmüş boğa heykeli,  onlar  kadar kanlı ve şiddetli olmasa da eski günlerini yâd ediyor.

Yataktayız, koca gezegeni inletiyoruz affedersin. Felsefeyle tabi, Marquis De Sade misali. Oysa anlamıyoruz birbirimizin dilinden. Öyle kültür çatışması falan da değil. Gerçekten anlamıyoruz birbirimizin dilinden. İkimiz de fantastik bir roman için uydurulmuş farklı dilleri konuşuyoruz, onca ortak dilin suyu çıkmış gibi.

Tekrar yok, tekrara yer yok. Aynı yere iki kez aynı şekilde dokunmak yok. Cümleleriniz sizin olabilir, onlara değer biçip  isimlerinizin yazdığı damgalı kâğıtlara mahkûm edebilirsiniz. Ben kokulardan bahsedeceğim. Onları hiç bir şeye hapsedemezsiniz, uçup giderler. Kokusu parmaklarımda, kokusu şu an bu yazıya rehberlik ediyor zaten. Yerli yersiz insanın genzini yakan kokular da giriyor balkondan içeri. Cihangir'de oturuyor olabilirim, Okmeydanı da olabilir. Yaz günü değil, ince bir pike yetmiyor üstümüzü örtmeye. Yeter mi onca yolsuzluğun üstünü örtmeye. Sen benim dilimden konuşma, beni anlamaya çalışma, ama etimden sütümden affedersin... Yok, öyle yağma! 

Ama olmuyor işte gönül bu. Kefenini alıp düşüyorsun yollara. Sabahın beşinde aklın başına geliyor, kalkıyorsun yatağından sokağa çıkıyorsun, ne olacak bu memleketin hali gibi bir şeyler yazıyorsun bir kaç saat sonra belediye fırçasını tadacak olan bir duvara. Tövbe, tövbe... Cenaze de kıkırdamak gibi, dua okurken aklına Ankara oyun havalarının gelmesi gibi bir şey... Bu aşk hikâyesinin içerisine nereden bulaştı bu memleket meseleleri. 

Maçka Parkı olabilir hikâyenin başlangıcı. Abbasağa mıydı yoksa? Bilmiyorum, önemsemiyorum, geçiyorum. Herhangi bir yer olabilirdi sonuçta. Sevişmeden önce herhangi bir şarkı denk gelebilirdi. Dolunay olabilirdi o gece, yarım ay... Çok bulutlu... Yıldızları göremiyor oluşumuzu havanın kirliliğine yormadığımız  bir gece de olabilirdi. Dekorları boşver şimdi, hepsi mide bulandırıcı. "Dolaylama!" diyor hikâyeyi, içimdeki ukala ama dürüst entel. İmaları geç, çarpıtmaları, mecazları... Tabağın kenarını süsleme benim için. 

Gözleri diyordum, maviydi. Bu mavi takıntısı da nereden bulaştı bana bilmem. İskandinav filmlerinin dozunu fazla kaçırdım anlaşılan. Havalarda soğuk, tıpkı zilini ilk kez çaldığım akşam olduğu gibi. Kapıya çıktı beni almak için, tatilde olduğu için  kendini salmış haline baktım. Telaşsız bir roman gibiydi; sakin ve çekici... Asansörde mimiklerimizle anlaşırken asansör aynasına komik bir oyun sergiliyorduk muhtemelen.

Evin odalarına uzanan dar koridor, bir tünelde sergi geziyormuşsun hissini uyandırıyordu. Gözlerinde gördüğüm kargaşayı resimlerinde de gördüm. Ama ilk hangisi karışmıştı tahmin edemiyordum. Sadece bir şeyler sevişip gidecektim.  Neleri susacaktık bilmiyordum. Adresi bulmaya çalışırken Mecidiyeköy'de yaşanan bir çatışmadan kaçar gibi, Fulya'ya doğru inerken buldum kendimi. Birilerine sokak soracak oldum, eylemci sanıp beni gözaltına almalarından korktum. Eylemci sokak sormazdı. Burnunun götürdüğü en gazsız yere doğru koşardı. Eylemci değildim bu gece. Aşk örgütlenmektir diyor arkadaşlar ama örgütlü de sayılmazdım hani. Çünkü konuşmuyorduk hiç. Konuşamadığımız için işsiz kalan dudaklarımız örgütleniyordu sadece. 

'Dil dile değmeden dil öğrenilmez' sözünün argo olmasının yanında bir de gerçek olduğunu o gece öğrendim. Tepede bir helikopter dolanıyordu, muhtemelen sevişerek birbirini anlamaya çalışan bu gençlere korku salmaya çalışıyordu. Oysa barikatlar tutuşmuştu çoktan. Gençler kaldırım taşlarını söker gibi söküp fırlatmışlardı korkularını düşmanın üstüne. Artık onlar korksunlardı. Birbirlerine dokunmaktan aciz, top oynayıp ip atlamaktan korkan yetişkinler topluluğu... Temizlenecek elbet dünya onlardan. Ve biz birbirimizi aynı dili konuşmadan da anlayabileceğiz.


Etiketler:
İstihdam