31/08/2017 | Yazar: Hatice Kapusuz

Yan yana durduklarımızla ilişkilerimizde bile çokça üstten, haddini bildiren, öfkeli bir dil yakıp yıkıyor her şeyi.

Türkiye’de toplumsal, bireysel ve devlete ait her şeyin çözüldüğü, dağıldığı ve çöktüğü tarihsel bir dönem yaşıyoruz. Öyle görünüyor ki bu hal Türkiye ile de sınırlı değil. Toplumu toplum yapan normların yanında insanı da insan eden kavramlar aşınıyor ve yok oluyor. Yeni başlamamış olsa da hızlanarak devam eden bir yıkım bu. Van depremi sonrasında yardım paketine taş ve sopa koyanlardan, mültecilere sahte can yeleği satanına; öğrenci yurdunda kendine emanet edilen çocukları istismar edeninden, gözaltındaki işkenceye, sokağa taşan şiddet vakalarının sıklığından, ensest vakalarındaki artışa kadar her şey bu yıkımın parçalarını oluşturuyor. Her haber bülteninde en az 3-4 şiddet ve cinayet vakası mutlaka karşınıza çıkıyor. Üstelik LGBTİ’lere, azınlık gruplara, Kürtlere yönelen şiddet ve linç vakaları bu haberlerin büyük oranda dışında kalıyor. Yalnızca adli vakalar gibi görünenleri kısmen görebiliyoruz. Eskiden olmayan ancak bugün karşımıza çıkan yeni durum ise kötülüğe ve suça arka çıkan bir davranış biçiminin hem devletin, hem de toplumun her yerinde karşımıza çıkıyor olması.

Yıkımın devlet tarafındaki yansımasının birçok görünümü var. Şiddetli yağmurlar sonrasında devletin temel fonksiyonlarını yerine getiremez haldeki görüntüsü bunlardan biri. İhraç rüzgarı sebebiyle hissedilen korkunun devlet kurumlarını bütünüyle hareket edemez kıldığını, bu kurumlar ile her karşılaşmanızda hissedebiliyorsunuz. Bir yandan akademi yetiştirdiği akademisyenleri kaybederek büyük yara alırken diğer taraftan ilköğretim kurumlarının dinci gruplara teslim edilişi, TÜBİTAK gibi bilim açısından çok önemli bir kurumun geçmiş işlevini terk etmesi ve müfredattaki değişiklikler Türkiye’nin bilimsel, teknolojik ve kültürel alanda en basit ihtiyaçlarını bile karşılayacak kişileri yetiştiremez hale getirdi. Hastaneler, belediyeler aklınıza gelebilecek her yerde temel normların ve standartların bile uygulanamadığı herkesin bireysel deneyimiyle sabit artık. Benim tahminim yakında devletin en temel “yol – su – elektrik” işlevlerini bile yerine getiremez hale geleceği yönünde. Hoş hepsine avuç avuç para döküyoruz ya...

Toplumsal alanda ise sistemik cezasızlığın yarattığı bir kötüye övgü söz konusu. Hırsızlık, tecavüz, cinayet gibi hem toplumsal norm ve “ahlak” kurallarınca hem de inanç sistemlerince yasaklanan suçlar bile bir muafiyet kazanmış durumda. En ilginç kısım da bu. Zira bir suçun suç olarak görülmesini kısmen yakalanmak sağlıyor. Bunun bile gerek kişinin kendinde gerek toplumda yeterince yanlış – suç - günah algısı yarattığını söylemek zor. Engelliye tecavüz edebilir, hırsızlık yapılabilir, 3 yaşındaki çocuktan tahrik olunabilir, baba kızına şehvet duyabilir gibi kalıplar giderek daha çok sahipleniliyor. Oysa geçmişe övgü olmasa da daha önce bu olaylar çoğunlukla “şeytana uyma, yanlış yapma, kaderin cilvesi, doğru yoldan ayrılma” gibi düşüncelerle karşılanırdı. Bugün ise bir kimsenin dürtüsünü, öfkesini, arzusunu sınırlandıracak bir norm veya toplumsal dışlama söz konusu değil gibi görünüyor.

Antony Gromley

Bireysel anlamda ise ciddi bir mutsuzluk ve sevgisizlik yaşıyoruz. Sokakta, parkta, pazarda, AVM’de otobüste veya sahilde karşılaştığınız yüzler, duyduğunuz diyaloglar, insanların birbirlerine verdikleri tepkiler güvensizlik, tedirginlik, mutsuzluk ve sevgisizlik dolu. İnsanın yaşadığı yerde bu duyguları hissetmesi yalnızlaşmayı ve karşılaşma anlarında hoşgörüsüzlüğü ve şiddeti doğuruyor.

Çatışmalar, toplumsal travmalar ve genel bir şiddet dilinin tahakkümünde; bunca saldırı altında bir toplum nasıl toplum haline gelir, nasıl örgütlenilir, ne yapılabilir?

Hayatında adalet, vicdan, eşitlik gibi kavramlar olan herkesin bir biçimde kendisini çaresiz hissettiğini gözlemleyebiliyorum. Zira ortalama bir Türkiye gününde mücadele etmenin çok da mümkün olmadığı onlarca kaygı verici olayın yağmuru altında kalıyoruz. Kötülük, şiddet, zulüm kişinin mücadele edebileceğinden ve başa çıkabileceğinden çok daha yoğun ve çeşitli. Buna yaygın bir yenilmişlik hissiyatı da elbette eşlik ediyor. Ancak onun da ötesinde kendini mücadele içinde tanımlasın veya bu kötülüğün dışında ve karşısında tanımlasın hiç kimse bu yaygın kötülükten azade değil maalesef. Zira muhatap olduğumuz ve mücadele ettiğimiz şey bizi de değiştiriyor. Muhalefet ettiğimiz yapı kavramlarımızı, araçlarımızı dönüştürüyor. Günün sonunda ütopyaları değil sokakta güler miydin, gülmez miydin, ne giymelisin, ne söylemelisin konularını tartıştığımız bir noktaya geliyoruz.

Dönüştürme konularla sınırlı değil, üslup ve biçim de dönüşüyor, giderek yozlaşan ve vahşileşen iktidarın dilini ediniyoruz. İktidarın yarattığı eşitsizliğe, ayrımcılığa, şiddete karşı mücadele ederken bir de bakmışız onun dilini sahiplenmişiz. Bu hal ikili ilişkilere hatta örgütlenme pratiklerine de yansıyor. Yan yana durduklarımızla ilişkilerimizde bile çokça üstten, haddini bildiren, öfkeli bir dil yakıp yıkıyor her şeyi. Bunun boyutlarını görmek için örgütlenenler kadar bu örgütlerin ardında bıraktığı, döküp kırdığı insanlara bakmak lazım. Daracık alanlarda birbirinden nefret eden, yan yana gelmek istemeyen o kadar insan ve örgüt biriktirmiş olmak  “ne yapıyoruz, nasıl yapıyoruz” diye sormayı mecbur kılıyor.

Ben gündelik pratiklere sirayet etmemiş ilkelerin ve değerlerin mücadelesinin verilemeyeceğine inanıyorum. Bireysel ilişkilerinde adil olmayan bir insan adalet mücadelesi veremez. Dayanışmayı, eşitliği hayatının merkezine koymamış bir insanın da sosyalist vb. olması, olsa olsa teorik lafazanlıktır. Bu sebeple iyi bir dünya için edinilecek ilk farkındalık mücadele ettiğim şeye mi dönüşüyorum ve mücadele ettiğim şeyi yeniden üretiyor muyum farkındalığı olmalı.

Sistem bizi kendine dönüştürürken sürekli uyanık olmak, destek almak, dayanışmayı, sağaltmayı, birlikte iyi olmayı örgütleyecek pratikler üretmek gerekiyor. Okuma gruplarından, kent gezilerine, sokak hayvanlarını beslemekten, felsefi sohbetlere kadar dinginliği ve iyiliği örgütleyebilecek her şey bugün daha kıymetli ve yaygınlaşmalı.

Sistem bizi kendine benzettiğinde kesin galibiyetini kazanacak. Bu yüzden bugün ona benzememek için yapılacak her eylemlilik, üretkenlik ve yan yanalık büyük sözlerden, iddialı eylemlerden daha devrimcidir.  

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam