14/06/2017 | Yazar: Ali Özbaş

Sinema dünyasının en bahtsız türüdür korku filmleri; kaliteli iş az üretilir, klişeler boldur. Yine de ‘Nightworld’ sürpriz bir film olarak izlenebilir.

Sinema dünyasının en bahtsız türüdür korku filmleri; kaliteli iş az üretilir, klişeler boldur. Yine de “Nightworld” sürpriz bir film olarak izlenebilir.

Bazen sürpriz filmler izlemek gerek. Henüz kimseden bir bilgi almadan, internette bile hakkında yeterli bilgi olmadan oturup ne çıkacak heyecanıyla filmin kendinden çok filmi izlemenin heyecanını yaşamak.

Sinema tv, arada henüz vizyon yüzü görmemiş filmleri yayınlıyor. Hani imdb’de not oluşturmak için gerekli en az şu kadar kişinin oylaması kriteri bile tamamlanamadığından bir puanın olmadığı, herhangi bir ülkede henüz vizyona girmemiş olduğundan vizyon tarihinin yazılmadığı, ne kadar süresi olduğunun bile belli olmadığı filmler genelde ucuz torba usulü alışverişte alınıyor diye düşünüyorum. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde de büyük çoğunluğu oldukça başarısız filmler çıkıyor. Ancak bu defa şaşırtıcı bir şekilde güzel bir korku filmi ile karşılaştım.

Sinema dünyasının en bahtsız türüdür korku filmleri türü. Kaliteli işin az üretildiği, klişelerin en çok kullanıldığı, birbirine çokça benzeyen filmlerin çekildiği bir tür. Ama iyisinin de tadından yenmez. Hatta defalarca izleseniz bile benzer şekilde sizi etkiler, korkutmaya devam eder. Tamam, bu geceki film “Nightworld” o derece başarılı bir film değildi ama sürpriz bir film olarak film havuzumda yer aldı. Sıkılmadan heyecanla geçen bir buçuk saati, Bulgaristan’dan birkaç şahane görüntüyü de ekstra kazanımlar olarak bir köşeye yazmak gerekir. Filmin ana mekânını oluşturan 1,5 asırlık bina da işin cabası. Ancak bu bina çok daha işlevsel kullanılabilir, daha ürkütücü, daha rahatsız edici bir atmosfer de yaratılabilirdi. Bu şans kullanılamamış.

Filmin başında göl kenarındaki ev ve manzara başlı başına bir güzellikti. Belki tam da böylesine bir güzellikle seyirciyi kendinden alarak filmin bundan sonrasına daha toleranslı davranmasını sağlamış olabilirler. 

Amerikalı, erken emekli olmuş detektif Brett’in, Bulgaristan Varna’da tanıştığı kadınla evlenip bu ülkeye yerleştiğini, göl kenarındaki evlerinde güzel bir 3 yıl geçirmelerinin ardından karısının intiharı ile kâbus dolu geceler yaşamaya başladığını öğreniyoruz. Yakın bir arkadaşının ziyareti dışında hayattan bağını neredeyse koparmışsa da arkadaşının da ısrarıyla Sofya’da iş davetini kabul ediyor. Yaklaşık 150 yıllık bir binada bir firmanın güvenlik görevlisi olarak, sadece antika bir asansörle inilen bodrumdaki mahzenin kaydını tutan güvenlik kameralarını inceleyecek ve olağandışı bir durum olduğunda belli kimselere haber verecektir. Yine bu binada kalabileceği güzel bir odası olacaktır. Ancak bu iş kâbuslarından kurtulmasını sağlamadığı gibi yeni kâbusları da uyanıkken hayatına sokuyor Brett’in. Devasa kapısının açılmaması gereken, içerisi çok loş olduğundan kameranın net olmayan görüntüler aldığı mahzende ne olduğu ısrarla söylenmiyor Brett’e. İşte bu kısımlar filmin zayıf anını oluşturan kısımlar. Gizem yaratmak için seyircinin merakını iyice zirvede tutmak için yapılan bu şey, seyirciyi kızdırmaz mı, iyi de işe giren biri işyeri hakkında bu kadar bilgisiz bırakılır mı, bu kadar gizemli olayda “yahu siz bana neyin bekçiliğini yaptırıyorsunuz” diyerek çalışmaya da mecbur olmadığına göre işi reddetmesini sağlamaz mı?

Güvenlik kamerası ekranından hızlıca geçen bir siluet gizem yaratır. Birkaç gün sonra ekranda görülen ayak izinin ardından kısa süreli ve gerilimi yüksek bir mahzen ziyareti sorun yaşanmadan biterek seyircinin ağzına bir parmak bal çalınıyor. Başarılı bir sahneydi. Filmin sonrası için beklentiyi daha yüksek tutmayı sağlıyordu. Sonuçta bir ses duymadan, herhangi bir varlığı görmeden sadece filmdeki kahramanların korkuları ile gerilmek korku filmlerinde sevdiğim gerilim sahneleridir. Bu tür sahnelerde her an bir yerden gelebilecek tehlike ile tedirginlik arttıkça artar. Film bu şekilde devam edip, ilerleyen dakikalarda biriken gerilimi patlatmazsa fiyaskoya dönüşür, başarılı bir şekilde boşaltırsa da filmin başarısını yükseltir.

Sonrasında güvenlik kamerasında yüzlerce ayak izinin görülmesi filmin finale yaklaştığının habercisi oluyor. Ve neredeyse bu ana kadar mahzende ne olduğuna dair çok bilgi sahibi olmadığımız, tedirgin edici sahneler ve birkaç görüntü ile huzurumuzu kaçıran film en büyük sınavını veriyor. Ancak tam bu noktada bir eksi daha yaşıyor. Brett beş gününü kaybetmiş durumda. Bu işi öneren arkadaşı beş gündür ulaşamaması sonucu merak etmiş ve mekâna geliyor. Bir ilişki yaşadığı karşı kafede çalışan kız 4-5 gündür mesajlarına cevap alamadığı için kızıp mekâna geliyor. Brett ise bu zaman kaybının farkında değil. İşte film bu zaman kaybını bize açıklama zahmetine girmiyor. Sanki yine bu iki karakteri (arkadaş ve sevgili) finalde kurban kalabalığı yaratmak için mekânda toplamanın bir gerekçesi haline getiriyor.

Nihayetinde karanlık taraftan kötü yaratıkların ve ölmüş olanların bu dünyaya geçebileceği yedi kapıdan birinin bu binada olduğunu, şirketin de onu koruyan güçlerin oluşturduğu bir paravan olduğunu öğreniyoruz. Binanın mimarı aynı zamanda simyacı da olduğundan yüz elli yaşından büyük olsa da makineye bağlı olarak hayata devam ederek kapının açılmasına engel olmaktadır. Ancak artık ölmekte dolayısıyla kapıyı koruduğu gücü azalmaktadır. Film öteki dünya, kötücül ruhlar üstünden ilerlese de herhangi bir dine referans vermemekte, haç vb. gibi dinsel nesneler kullanmamakta.

Finali tatmin edici miydi? Maddi olanağı daha yüksek olsaydı, böylece çok görkemli bir finale imza atılsaydı daha doyurucu bir his yaratır mıydı? Yoksa küçük bir film olarak gayet eli yüzü düzgün bir iş mi kotarılmış durumda? Bu sorulara benim yanıtım çok daha iyisi yapılabilirdi, yazı içinde bahsettiğim zayıf noktalar giderilerek başarı yükseltilebilirdi ama bu haliyle de ürkütmeyi başaran, -belki korku filmi türü için yakışmayacak bir niteleme-“sevimli”  bir film olduğu.

Ali Özbaş'ın sinema yazılarının tamamına ulaşmak için burayı ziyaret edebilirsiniz.


Etiketler:
İstihdam