12/06/2012 | Yazar: Özgür Puya

Yine orada oturuyor. Kırmızı atkısı boynunda hala. Bacak bacak üstüne atmış taşlanmış pantolonuyla. Elleri cebinde yine. Kafamı çevirsem de göreceğim onu, biliyorum. Gözümün önünden gitmiyor.

Yine orada oturuyor. Kırmızı atkısı boynunda hala. Bacak bacak üstüne atmış taşlanmış pantolonuyla. Elleri cebinde yine. Kafamı çevirsem de göreceğim onu, biliyorum. Gözümün önünden gitmiyor. Bir kere görmem yeter, gün boyu onu görmem için her yerde. Gece boyunca denmeli. Ben gündüz çıkmam sokaklara. Hep o yöne bakıyor. Benim gideceğim yöne bakar hep. Gideceği yere onu götürecek olan tren oradan gelecek diye değil. Gitmemi istediği yön orası, biliyorum. Ama niye hep aynı yön bilmiyorum. Ben değişirim bakışlarımla, baktığım yerler değişir, ben değişirim gün be an. Mesela yerdeki izmaritlere bakarım. Etli mi kuru mu değen dudaklar diye. Dudaklara dair emare bulursam devamını çizerim adamların, kadınların. Bazen çocuklar bile belirir. Bence Tanrı da insanları dudaklarından yaratmaya başlamıştır. Çünkü bir insanın ruhu dudaklarından emilebilir sadece. Üflenmesi de dudağa. Hepimizin ilk öpüştüğü Tanrı! O kadın bir istisna. O kadının nasıl yaratıldığını tahmin edemiyorum, edemeyeceğim de, biliyorum. Benden büyük o. Saçlarından anlamadım. Çünkü kıvırcık, kabarca saçlarıyla hiç zorlanmadan sekebilir yirmilerde. Gözlerini de hiç görmedim. Görsem sanki ölecekmişim gibi. Siyah camlı gözlükleri var anneminki gibi. Annem öyle oturmazmış ama. Hep dizlerini tokuşturur, iki eli bir yumruk otururmuş. Babam tayin olduğu köyde sevmiş onu. Sonra da alıp getirmiş. Taşradan kalma aklı ve hayasıyla yaşamış evde. Yetmiş ona. Babaannem onu bana hiç anlatmazdı. Bir gün beni resmine bakıp ağlarken görmüş. Küçükken ben. Hep resimlere bakardım ben küçükken. Şimdi de hep bakarım tanımadığım resimlere, adamlara, kadınlara ve hatta bazen çocuklara. Ağlamam ama. Çünkü ağlamam ben asla. Hala o yöne bakıyor kıpırdamadan. Onu ilk gördüğümde kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. O aynıydı. Çünkü hep aynıdır o. Genellemedir. Yargıdır. Güneşin doğuşudur. İnsan nasıl insansa hep, o da hep odur işte. Raylar kadar eskidir burada. İstasyon kadar diridir de. Trenin düdüğü değil, ilk vagonun eklemden geçmesi uyandırır beni hep ondan. Bir korku ardından, ezberden yaşadığım. Tekrar görebilecek miyim diye onu. Gitmesini, tamamen gitmesini isterim. Ama o hep gitmez. Çünkü o gitmeyi sevmez, gitmemi sever. Her vagonun penceresinde onun yokluğunu ararım. Gözlerim trenle birlikte bir solumu bir önümü görür. Bir solumu bir önümü. Solu önümü. So-ö. Son vagonun bıraktığı sarsıntısıyla onu görmem bir olur. Her şeyi unuturum. Kalbim atışlarını peyderpey azaltacağına hızlandırır. İzmaritleri ve çocukları unuturum. Annemi bile. Dudaklar kalır ama. Dudaklar hep aklımdadır. Yüzümü bile görmeden dudaklarımı tanıdım ben. Ellerimden önce onlardı gözüme değen. Babaannemin odasında renkten renge sokardım onları. Bazen keskin bir kırmızıyla taşırırdım. Bilerek. O çizgi benim yüzümdeki kesik olurdu. Acırdı. Canımı yakardı. Aynalara bakmazdım ben. Sadece dudaklarımı izlerdim uzaktan, yakından. Dokunur, okşardım. Yaradılışımın üflenirken taştığı ve içime tanrının eksik boşalttığı ruhumu düşünürdüm. Sonra annemi. Hiç olmamış boyaları, ojeleri ve rujları. Benim hep olmuştu. Onun da hep var. Kırmızı rujunu gece boyu görebilirim. Kırmızı rujun ne kadar uzaktan nasıl göründüğünü bilirim çünkü ben. En zoru yakın olan. Bu yüzden geceleri hiç sevemem ben. Bir gün yakalanmıştım babama. Desensiz yaratılan beni öyle görünce ağlamaya başladı. Ben de desenlerimle ağladım onunla dudaklarıma yanaklarımdan. Renkliydi gözyaşlarım. Biri ağlarsa ağlarım ben. Şimdi bile. Aynaya kaçan gözlerimden korktum sonra. İlk kez yüzümü görmüştüm. Ani oldu. Yabancıydım. Alışmadan çevirdim kafamı. Bana vurmadı babam. Sarıldı. Biz hep sarılırdık babamla. Beni sakalı aklaşmış yuvarlak gözlüklü adamlara götürdü. Bir deri bir kemikti dilim. Bilerek yuttum sözcükleri. Azı pes etti, çoğu yazılı kağıtlar verdi. Bir daha gitmedik. Babam sonraları azar azar kesti ağlamayı. Ben hep o ağlasın ben de ağlayım diye bekledim. Sarılmayı. Tavus kuşum demeye başladı bana. Sonra yemek yemeye. Sarılmaya. Ben de babama. Biz hep sarılırdık. Sarılmayı bıraktı bir gün babam. Bir kere ağlayacak gibi oldu. Sustu gözleri. Sonra uyudu. İlk önce dudakları, sonra gözleri. Sonra aynada bile görmedim onu. O kadını gördüm en çok ben. Annemden babamdan ve kendi yüzümden de. Rüyalarımda bile bazen. Bir kez görsem onu akşama kadar uyurum. Ben hep rüya görürüm. Çizgisiz rüyalar. Akan rüyalar, kaygan rüyalar, cıvık rüyalar. Çok severim ben rüyaları. Ruju akar o kadının. Kocaman dudaklarından akarak kaplar boynunu. Atkısının kırmızısı seçilemez bazen. Gözlüğü olmaz. Sadece o zaman nefret edebilirim ondan. Bazen karnını şişkin görürüm. Hemen ardından kesik bir karınla. Ama hemen ardından kan. Kırmızı atkısına dolanmış bir bebek ölüsü akar, büyür, çoğalır, ölü bebekler akar. Korkarak uyanırım. Kız bebekler bazen. Raylara düşmüş kız bebekler. Beni hep korkuturlar. Trenin korkunç düdüğünü duyunca atlayamam raylara. Yerime mıhlar beni o ses. Kurtaramam bebekleri. Hep uyanırım. Sonra hiç uyumam. Günlerce bazen aylarca sarar bu korku beni. Koşarak banliyöye giderim. Trene binmem ama. Bankın birinde otururum yalnızca. Raylara bakmam. Bakamam. Ona bakarım hep. Ellerimden önce. Ona bakmayı çok severim ben. Ama hep bakmam. Bazense inadına hep bakarım çünkü hiç bakmaz o bana. Oraya bakar. Karşıya geçmeye çalışırsam bulamam onu. İzin vermez gitmeme, o gider. Ben alt geçitten yürürken kulaklarımdan yayılan sesiyle tren titretir tüm bedenimi. Ona yaklaşamadım hiç. Yakından göremedim. En çok atkısını merak ederim. Örgülerinin nasılını. Her seferinde alt geçide atkısı yüzünden girerim. Yüzünden değil. Dudaklarından biraz. Ne kadar yakından baksan da uzak görünen yüzler vardır ya. Onunki de öyle. Öyledir çünkü o. Eskiden olsa hiç pes etmezdim. Ben asla sevmem pes etmeyi. İnsan ne kadar kocarsa kocasın kocayamıyor işte. Zaman b yi katıp izleri gizliyor b’izde. Ben uzanıp almaları da sevmem. Asla sevmedim. En az yüzler kadar. Dudaksız yüzler. Elimdeki kırmızı rujla rayları boyayacağım az sonra. Atlar atlamaz o gidecek. Çünkü o zaman tren ben olacağım. Raylara değen, kim ne derse desin, bir trendir çünkü şuradaki baykuş için. O gitmiş olacak ve ben de boyamış. Sonra raylar kırmızı dudakları olacak dünyanın. Az sonra taşıracağım çizgiyi bir kesik gibi. Acıyacak etli boynu…
 
 

Etiketler:
İstihdam