20/09/2012 | Yazar: Hande Çayır

Kaybettiğimi sandığım ve üzerimden tır geçmiş özgüven inşasına yeniden başladığımı çekim bitince anladım. Dans ettim. Şarkı söyledim. Hiç tanımadığım bu profesyonel fotoğrafçı işini çok iyi yaptı. Seviyor, çok belli. Ne güzel. İnsanın işini sevmesi…

Çitos’a diyorum ki:
 
-          Ama çok iyi insanlar. Ama şunu yaptılar. Bunu da yaptılar. Onu da yaptılar. Ama çok iyi insanlar da… Ama yaptılar.
 
O da diyor ki:
 
-          Herkes iyi insan… Hepimiz iyi insanız. Yapılanı değiştirmiyor. Yapılanın ağırlığını azaltmıyor bu “ama iyi insan” deyişi.
 
Bir şimşek çakıyor o an. Bu neyin gizlemesi? Neyin iç-saçma vicdanı? Hala kimi neden korumaya çalışıyorum? Bu kelimeleri uğurluyorum.
 
Sonra başka bir gün Ahmet’e diyorum:
 
-          Pastanı paylaşırım ama senin iyiliğin için. Çok yememiş olursun.
 
Kızgınlıkla karışık sert ve ani bir tepki geliyor:
 
-          En sevmediğim şey! Senin iyiliğin için diye bir şey yok! Kendin yemek istiyorsun, çarpıtıyorsun!
 
Yine doğru! Nasıl da haklı… Nasıl da yükleniyorum ve uzaklaşıyorum kendimden… Söz veriyorum. Bu cümle kalıplarını da bırakacağım.
 
Şok etkisi yaratıyor bu sahneler bende. O an gözüm bir şeyi yakalıyor.
 
Dün de Mübü, Yeşo’ya dönüp dönüp “Sen biliyorsun” dedi. Bu da bir şeye işaret ediyor olmalı. Demek ki Yeşo Mübü’yü epey dinlemiş. Refleks olarak, “Sen görmüştün onu hani” diyor ve ona dönüyor anlık. Tuhaf bir bağ bu…
 
Tüm bu minik ama önemli şeylerin ortasında, büyük ve sağlam girişli-çıkışlı olaylar da kendini gösterirken bir günü kendime armağan etmeye karar veriyorum. Beş belki yedi yıldır ertelenen şeylerden biri daha…
 
Yolculuğum o an başladı. Bir fotoğraf stüdyosu buldum. Vize fotoğrafları çektirdiğim bir yer. Gittim:
 
-          Ben, hani düğün fotoğrafları çekiyorsunuz ya… Onun gibi beni çeker misiniz bütün gün?
-          Olur. Profesyonel stüdyomuz var başka yerde, oraya yönlendirelim sizi.
 
Detayları konuşuyoruz. Gideceğim yere telefon ediyorum ve o tek telefon görüşmesi bile bana bir senelik mutluluk veriyor.
 
-          Saç makyaj size mi ait olacak?
-          Hı hı.
-          Kaç kıyafet değiştireceksiniz?
-          Bilmem, kaç olsun?
-          Gelmişken beş tane getirin, seçeriz, yardımcı oluruz.
 
Sabah kalkıyorum. Kuaföre gidiyorum. Sade bir fönle kendimi ultra bakımlı hissediyorum. Adresi buluyorum. Eşyalar düşüyor. Taksi beklemiyor. Bacağıma sürdüğüm bebe yağı kıyafetlerde üç noktalı iz bırakmış. Etrafta stüdyo yok. Adrese bakınca kırmızı kapılı bir garaj var karşımda. Ve fotoğrafçı da arkamdan geliyor:
 
-          Selam!
-          Merhaba…
 
Converse’li, küpeli bir adam. Bıyıklı düğün fotoğrafçısı-amcası beklerken sınıf arkadaşım gibi biri çıktı. O portfolyosunu gösterdi. Ben işlerimi anlattım. Konuşabilir hale gelince çekimlere başladık. Amacımı sordu. Yıllardır içimde saklanan oyuncu kadından bahsettim:
 
—    Ajansları da düşünüyorum ama benim bugün asıl ve tek amacım mutlu olmak! Bugünü kendime armağan ettim. Sevebileceğim şeyler çıkar herhalde. Önemli olan bu…
 
Kaybettiğimi sandığım ve üzerimden tır geçmiş özgüven inşasına yeniden başladığımı çekim bitince anladım. Dans ettim. Şarkı söyledim. Hiç tanımadığım bu profesyonel fotoğrafçı işini çok iyi yaptı. Seviyor, çok belli. Ne güzel. İnsanın işini sevmesi…
 
Fotoğrafları almaya gittiğimde utandım. Dedim ki:
 
-          Ben şapkalı, gözlüklü, işten çıkmış bir kadınım. Bu fotoğraflar bana ait değil gibi.
 
Sonra birkaç kimliğe birden sahip olmaktan bahsettik. Toplum baskısı, benim yarattığım engellemeler…
 
O bu derken, çekim bitti. Dünyanın en mutlu kadını oldum. Ha, unutmadan bir de ben bir kısa yol buldum. Çok kolay! Yıllarca sevdiklerime verebildiğim kadar verdim. Sonra da ellerimi başımın arasına koydum ve “Hadi, sen de versene bana, sevsene” diye bekledim. Öyle olmadı. Aksine, “Of bu da, ne değersiz bir insan ki her şeyini verecek kadar sevgiye muhtaç…” oldu. Olan oldu. Öyle ya da böyle, benim kısa yolum artık şu:
 
Kendine ver! Kendini mutlu edecek şeyler yap! Yanındakine verip ondan geri gelmesini beklemek çok tuhaf ve süreyi uzatıcı bir oyun. Mutlu olmak istiyorsan, senin için parti vermelerini bekleme, kalk kendi partini organize et; birilerinin o müthiş enerjini keşfetmeleri için mağaranda durma, git bir fotoğraf çekimi ayarla. Ve bunun gibi şeyler…
 
Yine mümkündür yanındakilere vermek ama en önce kısa yoldan kendini doyurması güzel insanın. Çekim için ayırdığım bütçeyi yardım derneklerine verebilirdim diye üzüldüm. Sonra, bunu meşrulaştırmak için “Ben daha mutlu olunca, onlara da daha çok belki yardım…” diye konuşmaya çalıştım ama ikna edemedim kendimi. Bunun da hafif utancı ile “Böyle de bir insanım ben işte yahu” diyerek kendimi bir kez daha kucakladım sonra.
 
Hepinize ilham vermesi dileklerimle…
 
-          Fantastik bir nine olabilirim, bu fotoğrafları gösterip!
-          Yok yok, o zamana kadar hava kaykayı falan çıkar.

Etiketler:
nefret