19/06/2012 | Yazar: Andaç Yazlı

Kürtaj tartışmasıyla şunu da öğrenmiş bulunuyoruz ki, ilk işgal edilen topraklar en değerli ve vazgeçilmez topraklardır aynı zamanda.

Başbakan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözleriyle başlayan ve çok geçmeden de gündelik hayatın hoş beş sohbetlerinin dahi arasına ilişen bir tartışmanın ortasına amansızca sürüklenmiş bulunuyoruz. Tartışma, uzunca bir süredir de devam edeceğe benziyor. Nereye gideceği yahut nasıl sonlanacağına dair henüz bir konsensüs sağlanmış değil. İşin Uludere katliamını örtme üzerine kurulu siyasi hesapların yine her olayda olduğu gibi ”stratejik gündem pazarlaması” boyutunu bir kenara bırakırsak, kürtajla paralel yeniden düşünmemizi sağlayacak birtakım imkânların ortaya çıkması gayet olumlu. Çünkü siyaseten konuşulan her şey haliyle bu toprakların ürettiği değerler ve onların tarihsel şekillenişleriyle günümüze aktarılan sorun silsilesinden başka bir şey değil. Sorunlar ise her haliyle sınırlı bir zaman ve siyasetin konusu olmanın ötesinde, çok boyutlu özelliklere sahipler. Bu anlamda bir meselenin etrafında dolaşırken, hesaba katılmayan birçok tali yollara sapmamız oldukça muhtemel. Konumuz itibariyle kürtajı hangi ideolojik bakış çerçevesinde ele alırsanız alın, kadınlara, kadın-erkek ilişkilerine, beden tahakkümüne, seks ve onun toplumsal kabul kriterlerine değinmeden geçebilmemiz çok zor. Kürtaj ancak tüm bunların varlığıyla meşrepleşen bir olgu haline gelebilir.
 
Kürtajın, muhafazakâr değerlerleri güçlü olan bir siyasi iktidar tarafından gündem tahtına oturtulması şaşırtıcı değil. Sünni müslümanların çoğunluğu oluşturduğu kitle tabanının teolojik dayanaklarla kürtaja karşı çıkışları da bir o kadar anlaşılır bir şey. Aynı şekilde madalyonun diğer yüzü, “benim bedenim benim kararım” bakışıyla özetlenebilecek tutumun bir araya getirdiği kadınları gösteriyor. Bu kesimi, kürtajı bireysel hak ve özgürlükler bağlamına yerleştiren seküler dünya görüşünün bir tezahürü olarak adlandırabiliriz rahatlıkla. Dolayısıyla her iki kutbun da kendi içinde tutarlılığı inkâr edilemez. Zaten ortaya atılan savlar, üretilen düşünceler, sorular, karşı çıkışlar bu iki kutbun belirleyiciliği esasında anlam kazanabiliyor. Tartışmanın patlak verdiği günden itibaren Zaman, Star, Yeni Şafak gibi başta muhafazakâr gazeteler olmak üzere konuya ilişkin hemen hemen bütün saptamaları yakından takip etmeye çalıştım. İçlerinde meseleyi en derin haliyle ve deminde sözünü ettiğim türlü etmenlerin bir aradalığını gözeterek anlamaya çalışan Markar Esayen’in 28 Mayıs tarihli Taraf’ta yayımlanan yazısına ayrı  bir önem atfediyorum. Esayen yazının girişine şu harikulade tespitle başlıyor:  ”Siyasette ne zaman kadın konusu gündeme gelse kulaklarımı diker, dikkat kesilir, beynimdeki eleklerin gözeneklerini daraltırım. Kadın meselesi çok kritiktir, kökü onbinlerce yıl öncesine giden tuzaklarla doludur...” ve devam ediyor: “Çünkü ilk işgal edilen topraklar kadınlardır...”
 
İnsanlık tarihinin sömürüler, yağmalar, savaşlar ve çeşitli totaliter devlet rejimlerin zulmüyle geçen kesitine bir boyutuyla korku damgasını vurmuştur. Korku, insan doğasının en elverişsiz ve sürekli baskıyla denetlenmek istenen bir aracına dönüşmüştür. Buda sahip olma istencinin tetiklediği egemenlik arzularının erkek tarafından sürekli takdim edilmesiyle sistemleşmiştir. Kadın, bu sistemin yankılarını her dönemde fiziksel, cinsel ve duygusal üslenmek durumunda kalmıştır. Burada belirleyici nokta kadının bedeni ve yaşamın devamlılığını sağlayan üretkenliğidir. Başlı başına bu özellik bile, erkeğin kadından korkmasına ve onu denetim altında tutma gayretini açıklar niteliktedir. Esayen’in yazıda belirttiği gibi: ”O kadında yaşamı, kendisinde ise ölümü görür. Kaba kuvveti ile binlerce yıldır bunu değiştirmeye çalışmıştır ama oyunu baştan yanlış kurduğu için hep yenilmektedir.”
 
Aslında erkeğin en büyük trajedisidir de bu aynı zamanda. Tahakküm kurma arzusuyla kaybetme korkusunun huzursuzluğunu, yasalar ve ahlaki yargıların ona sunduğu ayrıcalıklarla kapatmaya çalışır ama her haliyle kaybetmeye daha yakın taraf olacaktır. Kürtaj gibi toplumsal ve siyasal bir olguda da durum değişmiyor. Korkunun var ettiği eril iktidarın içsel tepkimesi olarak devreye giriyor. Gizli bir intikam duygusunu da kışkırtıyor. Kürtaj tartışmasıyla şunu da öğrenmiş bulunuyoruz ki, ilk işgal edilen topraklar en değerli ve vazgeçilmez topraklardır aynı zamanda.
 

Etiketler:
nefret