11/06/2012 | Yazar: Kumru Toktamış

Kadınlar kürtaj yasaklarına asla uymadıkları gibi, yasaklı ortamlarda, ya hazır olmadıkları hayatlara mahkûm kalırlar ya da canlarından olurlar.

Kadınlar kürtaj yasaklarına asla uymadıkları gibi, yasaklı ortamlarda, ya hazır olmadıkları hayatlara mahkûm kalırlar ya da canlarından olurlar.
 
20. yüzyıla damgasını vurmuş kadınlardan biri olan Margaret Sanger, ABD’de her daim tehdit altında olan kürtaj haklarının en önde gelen savunucusu Planned Parenthood [Planlı Ebeveynlik] adlı sivil sağlık ağının kurucusudur ve hayatı boyunca “uygarlığın utancı” olarak gördüğü kürtaja karşı çıkmıştır. Kaldı ki kürtaja bir hak olarak sahip çıkan hiçbir aklı başında insan, bir doğum kontrol yöntemi olarak kürtajı savunmaz. Sanger’ın uğruna bir ömür boyu mücadele vermiş olduğu hak, bireyin kendi bedenine ilişkin seçme ve ifade özgürlüğüdür.
 
Varlığı millet gibi bir kolektiviteye armağan olmuş veya illaki dine dayalı homojenlik üstünden kendini anlaması buyurulmuş bir milletin ferdi olmaklığımızdan dolayı, bireyin bedeninin bütünlüğü konusunu henüz yeterince idrak edemediğimizden, bu paradoksal durumu anlamakta zorlanıyoruz. Dahası, ya bu milletin -özellikle belli coğrafyalardaki belli topluluklarının- nüfusu artmasın diyerek gebeliğin sona erdirilmesini vatanın bekası için şart olan bir nüfus planlaması politikası sanıyoruz, ya da kadının rahminde ümmetimizin bir ferdi ikamet ediyor diye bir dini fetva konusu.
 
Esas olarak insan bedenine yapılan bir tıbbi müdahale olan kürtaj, daha demokratik toplumlarda kadının kendi bedeni üstünde söz sahibi olma hakkı olarak yasal düzenleme ve güvence altındayken, dünyanın yoksul ve demokratik katılımı sınırlı coğrafyalarında teşvik edilen bir nüfus planlaması politikasıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrası bir yanda kadın hareketleri ve öte yanda uluslararası nüfus politikaları ile şekillenen bu iki farklı tarih Türkiye’ye, bir demokratik talep oluşturma kültürüolarak değil, ülke ekonomisi üzerindeki nüfus baskısını azaltma amacıyla ortaya çıkan bir devlet politikası uzantısı olarak yansımıştır.
 
Kolektivitenin hizmetindeki beden
Yürürlükte olan yasalara göre bugüne değin nüfus planlaması gereği olarak anlaşılan kürtajın, böylesi bir gerekçe ile uygulamada olması bir bireysel hak kazanımının sonucu değil hiyerarşik bir sömürgeci yaklaşımın ürünü. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan yeni dünya düzeninde uluslararası nüfus planlaması kuruluşlarından gelen teşviklerle, özellikle endüstrileşmemiş yoksul ülkelerdeki nüfus patlamalarının önüne geçmek gerekçesi ile gebeliklere yaygın bir şekilde ve hatta devlet politikası olarak son veriliyor olmasının önünde hiçbir engel yoktu. Endüstrileşmiş demokrasilerde ise, ekonomik gelişmenin önünde duran bir nüfus baskısı olmadığı için yasallaşmamış olan kürtaj, bizzat kadınlar bir bireysel hak olarak talep edene kadar, daha çok dini/vicdani gerekçelerle yasaklanmış idi.
 
1970’li yıllara gelene kadar, gerek ilk kez Sovyetler Birliği’nde yasal olması, gerek daha sonra Stalin döneminde yasaklanması, gerek az gelişmiş ülkelerde serbestçe uygulanıyor olması, gerek Avrupa ve Amerika’daki yasaklar, yani kürtajı düzenleyen bütün yasakçı veya özgürleştirici uygulamalar, aslında bedenini kadınının kendi iradesinden kopartarak nesneleştiren toplumsal düzenlemelerdi. 20. Yüzyılın ortalarından beri Türkiye’de, istenmeyen gebeliği sonlandırabilme ortamının Avrupa ve Amerika’ya göre çok daha yaygın olması, kadın bedeninin bireye ait bütünlüğü anlayışının kabul görüyor olmasından dolayı değil, bir kolektivitenin hizmetindeki bir araç olarak algılanıyor olması yüzündendi.
 
Kürtajın bir pratik olarak savunulması ile bir hak olarak talep edilmesi arasındaki kaygan bir tarihsel sürecin paradoksal niteliğini, kadınların kendi bedenleri üstünde söz hakkına sahip olmalarının öncüsü kabul edilen Margaret Sanger’in siyasi yaşamında da izlemek mümkün. Doğum kontrolünün yaygınlaştırabilmesi uğruna hapse düşmeyi dahi göze almış olan Sanger, siyahların ve göçmenlerin doğum kontrol yöntemlerini daha yaygın olarak kullanmaları konusundaki ısrarları ve her ne kadar Nazi’lerin uyguladığı radikal eugenics politikalarına karşı olsa da, yine de “daha üstün ırkların nüfuslarının çoğalmasından yana” olması ile de tarihe geçmiş bir kadın hakları savunucusu.
 
Daha da önemlisi 20. yüzyıla damgasını vurmuş olan kürtaj politikalarının bir izdüşümü olarak, Sanger’ın Harlem’de bir aile planlaması kliniği açması, Marxist Du Bois gibi önde gelen siyah liderler tarafından bir iktisadi politika olarak desteklenmiş.
Hiç de yabancısı olmadığımız bu tür nüfus planlaması yaklaşımlarının farklı sınıflar ve farklı uluslar için farklı uygulamalar mantığını içinde barındıran bir yanı olduğu açık iken, hemşire Sanger, doğum kontrolünün bir bireysel ifade özgürlüğü olarak anlaşılmasının da öncülüğünü yapmış bir tarihsel kişilik olma niteliğine de sahip bir kadın. 1916 yılında bütün engellere karşı açtığı ilk aile planlaması kliniğinden 1966 yılında hayata gözlerini yumana kadar tüm kadınların doğum kontrol yöntemlerine ulaşabilmelerini bir demokratik insan hakları başlığı olarak kurumlaşması için mücadele eden Sanger bütün bu çabaların kadınların hayatına mal olan gizli, sağlığa aykırı ve ölümcül çocuk düşürme metotlarının önüne geçebileceğini umuyordu. Kurmuş olduğu örgütün ise, bugün kadının bedeni üstündeki haklarını savunmak adına kürtajın yasaklanmasına karşı çıkıyor olmasının nedeni kürtaj taraftarlığı değil, bedenin bireye ait bütünlüğünün siyasi erk tarafından müdahale edilemez bir hak olması ve kadın bedeni üstünde söz hakkının hiç bir kolektiviteye tabi olmaksızın kullanılabilmesinin temel özgürlüklerden biri olabilmesi için verilen tarihsel ve demokratik mücadelelerdir.
 
Kürtaj herkes için zor bir karardır
Kürtaj zor bir karardır. Varlıklısıyla, yoksuluyla, kadınlar tarihin hemen her döneminde anadan kalma yöntemlerle gebeliklerini sona erdirme kararı verirken, yasak ortamda bu işlemi çok daha gayri sıhhi şartlarda gerçekleştirerek yaşamlarını riske sokmak zorunda kalırlar. Devlete burada düşen rol yasaklamak veya teşvik etmek değil vatandaşının özgür iradesinin ifade imkânlarını ve sağlığını güvence altına almaktır. Bunun dışındaki her tür siyasi müdahale kadın bedenini vatan millet veya din iman adına bir kolektiviteye tabi kılmaktır.
 
Meşhur İtalyan yazar Giacomo Casanova de Seingalt, 1740’lı yıllarda İstanbul’da karşılaştığı Yusuf Ali isimli bir Türk İslam filozofu ile yaptığı sohbet esnasında Hıristiyanlığın cinselliğe ait kimi konulardaki yasakçı tutumundan şikayet ederken alimin “ahalinin uymayacağı başından belli olan konularda yasak getiren yönetici budalanın tekidir” demiş olduğunu aktarır. Kadınlar kürtaj yasaklarına asla uymadıkları gibi, yasaklı ortamlarda, ya hazır olmadıkları hayatlara mahkûm kalırlar ya da canlarından olurlar. Yusuf Ali bugünlerde İstanbul sokaklarında dolaşıyor olsa “budalalığın âlemi yok” demez miydi?(Star)
 
Dr. KUMRU TOKTAMIŞ / Pratt Institute Kültürel Çalışmalar Bölümü 

Etiketler:
İstihdam