11/08/2015 | Yazar: Gülkan Noir

Kutsal melek anne ve hain şeytan orospu arasında bıkkın salınım ve ikilik hapishanesinden kaçış çabaları üzerine bir deneme

Kutsal melek anne ve hain şeytan orospu arasında bıkkın salınım ve ikilik hapishanesinden kaçış çabaları üzerine bir deneme

Bu iki kategori, sınıfı, ırkı, yaşı, cinsel yönelimi ne olursa olsun kadınların muhakkak ki onlara bakanın gözünde yerleştirileceği odalardır. Öyle ki bakanın kendisi 'kadın' dahi olabilir. 

Şimdi sen kapı deliğinden bakıyorsun bana... Ben bakıldığımı biliyorum. Bilmesem bile sürekli bilme kipinde eğitildiğimizi biliyorsun. Bilmenin sonu yok... Bitmeyen bir süreç. Yazdığım ciddi, formel yazılarla kutsal melek anneden kaçtığımı düşündüğümden beri eteğime yapışan daha çok 'anne' arayıcıları var. Kathy Acker geliyor aklıma... Yazar, şair, punk şarkıcısı, anarşist, orospu. Korsan kaçışların üstadı. Kathy’nin kitabını elime aldığımdan beri beni daha çok hain şeytan orospu olarak gördüğünü fark etmedim sanma. Böyle daha rahat olduğunun, gözünde görkemli özyıkım estetiğimle daha bi 'arzu nesnesi' olarak okunduğumun farkındayım. Çünkü ben de sana bakıyorum. Çatlak bir sesle söylüyor Kathy; “Kadınlar aşk için herşeyi yapar.” Sen de yapmıştın, biliyorsun.

Yan odadan sesler duyuyorum. Arada nefes darlığı çektiğini sıktığı ilacın fıs sesinden yakaladığım bir kadın. Sanki zamanın tozuyla karışıyor, daktilo sesi... Yazıyor, çiziyor... Yazdıkça çoğalıyor, yaratıyor. Görmüyorum onu. Fakat bir türlü belinden aşağısını hayal edemediğimi fark ediyorum. Zehir gibi aklıyla ayrı bir itibar görüyor erkekler dünyasında. Saygınlık için iyi bir bedel... İlaçtan bir nefes daha... 

Diğer odada son dönemlerde duyduğum o hınzır şarkı çalıyor. Baby Revolution (Bebek Devrim). Sözleri sanki etrafımdan dönüyor, gülümsüyorum: “Çok sevgili devrimci yârim, cinsel devrim olmadan bir devrim olmayacak. Yatak odalarından sokaklara, yatak burjuva hayatın son barikatıdır... Devrim benim kız arkadaşımdır, Devrim benim erkek arkadaşımdır. Pratiğin teori karşısında itibarının artmasına ihtiyacımız var. Özgür aşkı yoksayan ekim devrimi bozuldu gözümüzde. Heteroseksüellik kitlelerin afyonudur... Tekeşlilik ve sadakat üzerine burjuva öğretisini bırakın...”

Sonra başka bir yan odada yadırgayan bir çift göz görüyorum.  Özgür arzunun imkânsızlığı üzerine iç karartıcı bir sürü söz. Oysa eskiden ne çok sevmiştim, ne mor düşlerim olmuştu bu odada... Cinsiyete dair  bir sabitlenmeye meydan okuyan ve bunu yaparken kendini başka bir yere sabitleyen, arzunun olduğu yerde kadının nesneleşmemesinin mümkün olmadığını söyleyen bir çift göz. Aynalı bir oda, bin çift göz çoğalıyor burada. İşbirlikçi hain  şeytan orospu. Hangimiziz? Bakan mı, bakılan mı? Ayna mı, sırrı mı? Çocukluğumdan hemen birşey düşüyor aklıma, aynanın arkasındaki kâğıdı yırtıyorum. Gözün tekinin olduğu yerde kara bir delik var şimdi. Birbirinin içinden geçen bir sürü deliğe dönüşüyor, ikilik bir süreliğine bozulmuşken harekete geçiyorum. Kara delikten geçiyorum.

İlk odanın anahtar deliğine tıkıyorum kopardığım kağıdı.  O bakan gözün en son algısındaki melek miydi şeytan mıydı umursamıyorum artık.  Yan odadan müziğin sesi yükseliyor... Daktilo sesi yavaşladıkça ritmik bir hal alıyor... Ayağa kalkıyorum... Duvarların tuğlalarını düşünüyorum. Toplumsal cinsiyet, ikili cinsiyet sistemi, akıp giden uzamı bölen her türlü sınır. 70’lere gidiyorum bir an. “Yık duvarları, tüm odaları aynı anda gör” diyen bir ses ile birleşiyor her şey...

Duvarlar, sınırlar, odalar. 

Duvarları ilk delen sesler oluyor... içerden dışarı taşan kadın sesleri.... O dilden  diğerine... Ve ihlâl eden zamanı... Aşırı yüzler... Zaman aşırı yüzler. Mekân aşırı yüzler, her coğrafyadan. Dans ediyor buluyorum kendimi, dans ettikçe odaların  duvarlarından süzülen kadın suretleri oluyor... Duvarlarda delikler ve çatlaklar... Çatlaklardan hava giriyor, nefes alıyoruz. Kadınların bazıları ses ve dans ile, eril ile dişil arasında devinip duruyor... Orospunun melek, annenin şeytan olduğu suretleri de geçip arkamızda bıraktıktan sonra... Tüm bu geçişliliğin yarattığı esrik hallerden sonra... 

Sokakların artık odası, duvarı kalmamış bu evin içinden geçtiğini hissediyorum. Kadınlar ve büyümekte olan kızçocukları... 2Bin sekizyüz11’lerin ortalarında Van Gölü yakınlarında buluyoruz kendimizi... Dans ederken suyun kenarında Emma ile selamlaşıyoruz. 

*İlk olarak Qijika Reş Dergisi 4. Sayıda yayınlanmıştır.


Etiketler:
nefret