25/02/2014 | Yazar: Sezen Yalçın

"LGBTİ’lerin kente dair farklı ihtiyaç ve sorunlarını daha fazla gündeme getirerek yerelde LGBTİ eşitliğine dair daha doğrudan politikalar üretmesi ve talep etmesi yerel demokrasi tartışmalarına heteroseksizmle yerelde mücadeleyi de katacaktır."

2014 yerel seçimlerinin ülkenin siyasi gündemini giderek işgal ettiği bir döneme giriyoruz. Türkiye’de merkezi hükümetin belirleyici konumu ve yerel yönetimleri etkileme gücü ortadayken, yerel seçimlere dair tartışmalarda yerel siyaset ya da yerel demokrasi üzerine söz üretildiği yangılısına kapılmamak gerekiyor. Başka bir deyişle; genel siyasetin gündeminden bağımsız olarak yerel siyasete dair bir tartışma yürütmek olanaksız.
 
Yerel seçimlerin ulusal siyasete etkisinin yerel siyasete olan etkisinden daha fazla olduğunu yalnızca belediye başkan aday adaylarının söylemleri üzerinden bile okumak mümkün. Bu yazının yazıldığı tarihte İstanbul’un birçok ilçesinde farklı siyasi partilerin belediye başkan adaylarının netleşmemiş olduğunu dikkate alarak; belediye başkan aday adaylarının seçmen kitlesine dönük bir söz üretmek ve yerelin sorunlarına özgü bir siyasi hat oluşturmak yerine, parti genel merkezi tarafından aday gösterilebilmek için partinin pozisyonu ve söylemleri üzerinden bir ikna sürecine başlamış olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin kutuplaşmış siyasi ortamında oyların yereldeki kamusal hizmetlere ya da belediyecilik anlayışına göre değil, adayın temsil ettiği partinin siyaseti doğrultusunda verildiğini de hesaba katınca, demokratik açıdan seçmenle aday ilişkisinin baştan sağlıklı kurulamadığı açık. Belediye başkanları ve belediye meclisi üyeleri, belediye sınırları içerisinde yaşayan ve hizmet götürmekle sorumlu oldukları insanlara değil, salt içinde yer aldıkları partiye siyaseten bağlı olduklarından gerçek anlamda toplumcu ve katılımcı bir belediyeciliğin hayata geçirilmesi mümkün görünmüyor.
Öte yandan yerelde var olan sorunların genel iktidar ilişkileriyle bağı göz önünde bulundurulduğunda, yerel siyasete katılımın güçlendirilmesi ve sorunun öznelerinin çözüme katılması yoluyla demokrasinin –olması gerektiği gibi- aşağıdan yukarıya kurulmasının önemi ortaya çıkıyor. Yerel siyasetin aslında o kadar da yerel olmayışı, hak ve özgürlüklerin yerelde hayata geçirilmesinde hiçbir kazanım sağlanamayacağı anlamına gelmiyor. Daha adil ve eşitlikçi bir kent için kentin işleyişinde söz sahibi olmanın, muhalefet yöntemlerini kurumsal siyasetin yerelde var olan araçlarını kullanarak zorlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Yurttaşların kamusal alanda karar süreçlerine katılması ve bu katılımı sağlayacak zeminin oluşturulması bu sebeple önemli. Bununla birlikte son derece muğlak olan “yurttaş katılımı” kavramının kendi başına yerel siyaseti demokratikleştirmediğini de söylemek gerekiyor. Yerel siyasetin gerçek anlamda demokratikleşmesi ancak toplumun dezavantajlı ve bilinçli olarak yok sayılan kesimlerinin kentin işleyişine katılımıyla sağlanabilir.
 
Yukarıda değindiğim siyaset yapısını akılda tutarak, LGBTİ hareketi açısından yerel siyasete katılım ve yerel yönetimlerde temsil üzerine yoğunlaşmanın ne ifade edeceğini, LGBTİ haklarının ulusal düzeyde verilen mücadeleyi göz ardı etmeden yerel düzeyde ne ölçüde hayata geçirebileceğini, yerelde yürütülen eşitlik ve özgürlük mücadelesinin hangi alanları açabileceğini tartışmak istiyorum.
 
Türkiye’de LGBTİ hareketi, eşit yurttaşlık mücadelesini bugüne kadar ağırlıklı olarak merkezi devlete ve onun kurumlarına karşı yürüttü. Anayasa’nın eşitlik maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin eklenmesi, nefret suçları tanımında cinsel yönelimin de yer alması, eşcinsel ve trans cinayetlerinde faillerin haksız tahrik indirimlerinden yararlanmasının önüne geçilmesi gibi LGBTİ’lerin yasalar önünde eşit bireyler olarak tanınmasına yönelik taleplerin genel siyaseti, yani merkezi devleti hedefine koyması elbette anlaşılır. Öte yandan LGBTİ’lerin de içinde bulunduğu, iktidar tarafından yok sayılan kesimler açısından yasal eşitlik talebinin, yaşadığımız kente, bulunduğumuz mekânlara dair mücadeleden ayrı düşünmenin mümkün olmadığını bize gösteren bir sürü örnek de mevcut. Ülker Sokak’ta, Eryaman’da ve son olarak Avcılar Meis Sitesi’nde yaşanan translara yönelik zulüm karşısında eşit yurttaşlık ve anayasal eşitlik mücadelesi kadar, kentten sürülme politikalarına dair yerelde üretilen ve yerel siyasetin araçlarını kullanarak hayata geçirilebilecek politikalara da ihtiyaç var. Bu sebeple, LGBTİ hareketinin verdiği eşitlik mücadelesinin yerele, kamusal alana, mekâna dair de bir boyutunun olduğu ve anayasada yok sayılan LGBTİ’lerin aynı zamanda kentte de yok sayıldıkları üzerinden geliştirilen politik söylemin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
 
Özel olanın politikliğini ortaya koyan feminist mücadele kamusal alanın cinsiyetçiliğini nasıl deşifre ettiyse, LGBTİ mücadelesi de kamusal alanın heteroseksist sınırlarını ortaya koydu. LGBTİ hareketi her adımda kamusal alanın sınırlarını zorlayarak kendine yer açtı. Ayten Alkan, Amargi’nin “Yerel Siyaset Esas Siyaset” konulu sayısındaki “Kim, Kiminle, Nerede?” başlıklı yazısında “Yurttaşların yalnızca hukukun konusu olmadığını, bir yer’de yaşadıklarını ve yer’lerin değişken koşullarının mevzu bahis haklarının kullanımını etkileyebileceğini” açıklayarak cinsiyetçi ve heteroseksist yurttaşlık algısının mekânsal boyutunun tartışma dışı bırakıldığının altını çizer. Dolayısıyla aslında varoluşu itibarıyla bir kamusal alan mücadelesi olan LGBTİ hareketinin, LGBTİ’lerin kente dair farklı ihtiyaç ve sorunlarını daha fazla gündeme getirerek yerelde LGBTİ eşitliğine dair daha doğrudan politikalar üretmesi ve talep etmesi yerel demokrasi tartışmalarına heteroseksizmle yerelde mücadeleyi de katacaktır.
 
LGBTİ’ler şiddet ve baskıya en çok yaşadıkları, çalıştıkları, birbirlerini buldukları, örgütlendikleri yerde maruz kalıyorlar. Meclis kürsüsünden eşcinsel ve trans varoluşları hastalık, suç ya da günah ilan eden iktidar söylemi ne yazık ki yalnızca o kürsüde kalmıyor, oradan yaşam alanlarımıza, mahallelerimize, sokaklarımıza, evlerimize kadar giriyor. Bu damgalayıcı söylemin herhangi bir LGBTİ’nin gündelik hayatında nelere yol açtığı, sokakta yürürken şiddetin hangi haliyle karşısına çıktığı, apartman komşusuyla, otobüs şoförüyle, semt pazarındaki esnafla karşılaşmasında nasıl bir etki yarattığı üzerine biraz düşününce yerelin neden bir mücadele alanı olduğunu fark etmek zor değil. Merkezi siyasetin ürettiği ayrımcılık, homofobi ve transfobi yerelde de girebildiği tüm alanlara sızarak kendini var ediyor.
 
Yerel yönetimlerin, hizmetlere erişim ve siyasal katılım açısından da son derece cinsiyetçi ve heteroseksist olduğu ülkemizde LGBTİ’ler açısından yerelde kamu hizmetlerine erişimde de ciddi bir ayrımcılık söz konusu. LGBTİ hareketinin yirmi yıllık mücadelesi sonucunda kamusal alanda belli bir görünürlük sağlanmış olsa da LGBTİ’lerin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanamadığı bir toplumda salt anayasal eşitliğin sağlanması siyasi bir tanınma olarak kabul edilemez.
 
Homofobi ve transfobiyle –ya da daha genel anlamda ayrımcılıkla- mücadelenin bu ayrımcılığı söylemde ve pratikte üreten ve dayatan siyaseti doğrudan hedef alması gerektiğini düşünüyorum. Nefret cinayetlerinde faillerin yargı önüne çıkarılması ve hak ettikleri cezaları almaları konusunda merkezi devletten hesap sorduğumuz gibi yerel siyasetin kurumlarına da LGBTİ’lere yönelik şiddetin önlenmesiyle ilgili neden hiçbir önlem almadıkları konusunda hesap sorulmalı. En azından eşitlikçi ve toplumcu belediyecilik iddiasında olan belediyelere, toplumcu anlayışlarının LGBTİ’leri neden o toplumun içinde görmediği sorulmalı. Şehir hizmetlerinin neden LGBTİ bireyleri kapsamadığı, LGBTİ’lere yönelik şiddetle mücadelede yerel yönetimlerin neden hiçbir adım atmadığı, sığınma ihtiyacı olan LGBTİ’lere dair bugüne neden hiç politika üretilmediği sorulmalı. Bütün bu soruların cevapları bizim için sır değil elbette, fakat bu cevaplar LGBTİ’lerin toplum içindeki eşitsiz konumlarının hangi somut mekanizmalarla üretildiğini görmemiz açısından önemli. Bu yüzden eşitlik mücadelesinin LGBTİ’lerin yereldeki eşitsizliğini de ana mücadele hattı olarak belirlemesi büyük önem taşıyor.
 
Haziran direnişi sırasında LGBTİ’lerin Türkiye’nin birçok ilinde parklar ve barikatlardaki varlığının sağladığı kazanım yalnızca görünürlük değil, aynı zamanda siyasi olarak muhalefetin önemli bileşenlerinden biri haline gelmek oldu. Direniş boyunca kendi yaşamlarına dair doğrudan söz söyleyen bütün gruplar gibi LGBTİ’ler de Gezi’de LGBT Blok deneyimiyle nasıl bir kentte yaşamak istiyoruz sorusuna cevap aradılar. LGBTİ’ler için de özgür bir kent için yeni muhalefet biçimini kendi örgütlülükleriyle kendi yer’lerinde kurmaya başladılar. Haziran direnişinin ardından İstanbul’da bulunan LGBTİ örgütleri ve bağımsız aktivistlerin bir araya gelerek başlattıkları tartışmalar üzerine oluşturulan bağımsız LGBT Siyasi Temsil ve Tanınma Platformu bu çabanın ilk somut örneklerinden. Platform içinde LGBTİ’lerin siyasi temsili ve mevcut partilerle ilişkilenilmesi konusunda birçok farklı siyasi arka plandan gelen LGBTİ aktivisti LGBTİ mücadelesini siyasetin içinde ilerletecek yöntemi kolektif bir şekilde arıyor. Platformun “biz kimiz?” metninin de ortaya koyduğu gibi LGBTİ’lerin siyasete katılımını ve siyasette temsilini desteklemek, LGBTİ’lerin yerel siyasi taleplerini duyurmak, “LGBTİ’ler için yaşanabilir bir şehir mümkündür” demek amacıyla yola çıkan platform, yerel seçimler öncesinde bağımsız siyasi bir tutum ortaya koyuyor. Siyasi Partilerin ve Belediye Başkan adaylarının seçim beyannamelerini ve seçilenlerin uygulamalarını LGBTİ’lerin talepleri doğrultusunda izleyecek olan platform kurumsal siyasi yapıları LGBTİ hakları konusunda bir tutum almaya zorlamayı da amaçlıyor.
 
İstanbul’da oluşturulan platformun dışında SPoD’un düzenlediği, Türkiye’nin 10 farklı ilinden gelen LGBTİ akvistlerinin katıldığı Yerel Yönetimler Siyaset Okulu, özellikle son dönemde kurulan LGBTİ örgütlerinin gündeminde de bulundukları kentlere ilişkin taleplerin ve yerel yönetimlerin olduğunu ortaya koydu. Yerel demokrasi, eşitlikçi kent politikaları, yerel politikaya doğrudan katılım yöntemleri gibi konuların tartışıldığı okulun ardından yerel siyasete LGBTİ’lerin müdahalesi Adana, Ankara, Antalya, Dersim, Diyarbakır, Eskişehir, Gaziantep, İzmir ve Mersin’de de her yerelin kendi özgün yöntemleriyle devam edecek.
 
Yerel yönetimlerin de siyasal kurumlar olduğunu ve LGBTİ’ler açısından kurumsal siyasete yakınlaşmanın risklerini yok saymamak gerekiyor, öte yandan Ercan Jan Aktaş’ın Kaos’un yine bu sayısında yer alan “Yerelden Demokrasi” başlıklı yazısında çok doğru ifade ettiği gibi; LGBTİ’ler için yerel siyasetin içinde yer almak “yurttaşların cumhuriyetçi Devlet sürecine katılımlarını genişletmek anlamına gelmemektedir […] özgürlükçü yerel yönetimcilik, demokratik reformlar yapmaya çalışarak devletin üzerindeki “demokratik” peçeye nakış işlemeye çalışmaz.” Bu yüzden LGBTİ’lerin ve genel anlamda tüm ezilen grupların yerel siyasette karar mekanizmalarındaki varlığının yerel siyasetin kendisini de demokratikleştireceğini yüksek sesle söylemeye devam!
 
Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin “Kent ve Yerel Seçimler” başlıklı 134. sayısında yayınlanmıştır. 

Etiketler:
İstihdam