12/04/2015 | Yazar: Janset Kalan

Orgazmın kendisini kelimelerle tanımlayacak hale geldik. Halbuki birisinin fışkırma hali asla diğerininki gibi değildir.

Orgazmın kendisini kelimelerle tanımlayacak hale geldik. Halbuki birisinin fışkırma hali asla diğerininki gibi değildir. Benzeşemeyecek kadar müthiş bir şeyi kalıba sokma çabası değil mi bu? Neyse, ben sizin gibi fışkırmadığımı belirtmekle yetineceğim.
 
Götümü vermeden daha başlamıştı annem “götveren” demeye bana. Ne yapsın kadın? Biliyordu zahir bir gün o götü vereceğimi. Hamdolsun verdim, veriyorum, kısmetse de vermeye devam edeceğim.
 
Götünü verme halinin kendisi belki de muhalefet etmektir, tartışamayacağım. Ama evin içerisinde de dışarısında da “her şeye muhalefet” eden kişi denmesine çok alışmışım. Seviyorum bu hali. El memleketlerde bile “genius attitude”dan tutun da “synical”a varan bir yelpazede ne lanet ne katnem bir fallik olduğum yüzüme vurulmuştur. Güzel…
 
Yazıya neden başladığımı unuttum bu arada…
 
Sanırım anaakımlaşmak üzerine yazmak istemiştim. Tam da “seçme”, “seçilme”, “siyasi temsil”, “katılım”, “meclis”, “parti”, “samimiyet”, “vitrin”, “aday” ve “LGBTİ” kavramlarının en yoğun ve istikrarsız biçimde dolaşımda olduğu şu mefhum günlerde.
 
Daraldım, bunaldım, patlayamadım ve herkese her şeye karşı bir Nurella bakışı takındım.
 
Beden, zihin ve sosyalleşme algısı üzerinden muhalifliğimi de götverenliğimi de kendim farkıma varmadan dahi sürdüregelmiş köy-kasaba görmesem de köyümde-kasabamda olmayan bir topluluğumla kimliğimi var etme mücadelesi geçirmiş bir lubunyayım. Pek tabi o Nurella bakışları henüz adı konulmadan mesken eylemiş mimiklerimi. Muhalif götveren bir lubunya olduğu farkındalığına kendisinden evvel annesi haiz olmuş herkesin hakkı olsa gerek bu katnem kibir. Çok şugar.
 
Annemin çok ilginç tabirleri vardı. Babam için “daşşağı götüne denk siki trompet çalıyor” derken, Elmas annem (ninem) için “amına vasiyet ediyor yine” derdi. Bir de ablam (abla ne demekse) ne zaman suratını assa “ağlamış amcık suratlı” diye yapıştırırdı. Kadın müthiş bir feministti, sosyalistti, hayvan hakları savunucusu ve lubunya sosyaldi. Ancak, hiçbir zaman bu hareketlerde anaakımlaşmamış bir yerden yapardı politikalarını. “Beden” politikasını damarlarında hissederek, diliyle taşıyıp, sosyalleşirken vücut buldururdu. Beden ve organlar diyerek “vajina”, “penis”, “klitoris”, vs. ile adlandırıp “ahlak”laştığımız yerden bu hareketler kendi çıplak bedenlerine yabancılaşırken; ısrarla “beden” politikalarını ya da nam-ı diğer queer’i ete kana büründürüp anaakımlaştırmak gayesindeler. Absürd!
 
Benim 64 yaşında ölen annem sizin “anaakım” olacak diye ne yapacağınızı şaşırdığınız “organlar” silsilenizi günlük hayatında, dilinde, ilişkilerinde, vücudunda özgürleştirmemişti bile. Zaten hiç hapsolmamışlardı çünkü. Heyecan için nudist (çıplaklar) kampına gitmeye ihtiyaç duymazdı annem. Zaten üzerine düşünmeye hacet olmayan sıradan bir şeydi çıplaklık. Giyinmek ise özen isteyen, uğraştıran, zaman harcatan aslında sıradışı bir heyecandı.
 
Normal ve anormali, vatan, millet, Sakarya’yı, tabuları, yasakları, ahlaklı olmayı en sert şekilde dikte edilen zamanlarda büyümüştü oysa ki. Peki ama neden annem ve annemin etrafındaki tüm bu kadınlar birbirine benzer halde bedenlerinden utanmıyorlardı? Bilmiyormuş gibi davranacağım…
 
Kavramlar kümesi içerisinde çıplak bedeni su zerrecikleriyle temas ediyormuşçasına sevişebilen insanlar olunuyor.
 
Orgazmın kendisini kelimelerle tanımlayacak hale geldik. Halbuki birisinin fışkırma hali asla diğerininki gibi değildir. Benzeşemeyecek kadar müthiş bir şeyi kalıba sokma çabası değil mi bu? Neyse, ben sizin gibi fışkırmadığımı belirtmekle yetineceğim.
 
Peki, bunca beden, zihin, dil ve eylemlilik tutsaklığını yeniden ve yerinden üretirken, benim atarım bana seninki de bana iken, annemin ne işi var burada?
 
Adı üzerinde ya “ana”akım… Demek ki kabul edilir ve yaygın bir hal için bir şeylerin önce analarda vuku bulması, o minvalde tecelli etmesi lazım. E benim anamda tecelli edenler, sizin analarınıza yakıştıramadıklarınızken ve ben muhalif götveren bir lubunya olduğumu haykırırken; benzeşmemiz nasıl mümkün? Değil! Zaten tam da bu benzeşmemek ve benzeşmek istememek üzerinden “erk”ler olmadan; “erk”i besleyecek unsurlara yabancı durup yan yana yaşayabilmekten bahsediyorum. Doğmak, doğurmak, doğrulmak, yamulmak, boşalmak, fışkırmak, kavram olmaktan uzak, temsile gerek olmadan, kendim ne olmak istiyorsam, ne isem onun ne olduğunu bilmeden, başkalarınca da ne olduğumu öğrenmeden yaşamak…
 
Ah spaghetti Tengrisi, yemenin dayanılmaz hazzıyla orgazm eyle bizi… 

Etiketler:
İstihdam