01/06/2015 | Yazar: Gülkan Noir

‘Saçlarımı biryantinle arkaya doğru taramanı istiyorum. Islak ve arkaya doğru.’

Ayı Jale’ye ve M. Pia’ya...
 
Bedenin sınırlarının nerede başlayıp bittiğine dair küçüklüğümden beri hep kafam karışıp durur. İste kolum, gövdem, bacaklarım, başım... İşte ben ve dünyanın geri kalanı. Bu ayrımda içsel bir sıkıntı hep duydum. Batı tedrisati bireyleşme serüveninde yol kat etmem gerekiyorduysa bunu eşelemeden kabul etmem gerekirdi. Ben de öyleymiş gibi yapardım bir yanımla. Oysa ellerim işi bozuyordu... Onlarda temasın sevinç yaratan hissiyle akan giden bir sey vardı. Ağaçlar,  hayvanlar, taşlar bilirdi sanki bunu…
 
Oysa beden sınırları olan bir şeydi. Jenital organlar ve bazı formlara göre kadın ya da erkek. [1]Döllenebilme olasılığına göre fertil ya da infertil. Temas biçimine göre heteroseksüel ya da eşcinseldim.[2]
 
90lı yılların ortalarına doğru bir gün televizyonda gördüğüm bir müzik klibi, ellerimle olan bağlantımın, ellerimle dünyanın geri kalanı arasındaki bağlantının tozunu aldı… ’Even Cowgirls Get The Blues’ [Kovboy Kızlar Bile Hüzünlenir)[3] filminin müziklerinden biri. K.D Lang olduğunu daha sonradan öğreneceğim müzisyenin “Just Keep Me Moving”[4]  adlı şarkısıyla imge dünyamda kapıların pencerelerin yerlerinden oynamaya başladığını hissettim.
 
K.D Lang 25 yıldan fazla, önce Amerikan rüyasının, peşi sıra dünya popüler kültür tarihinin açık lezbiyen ikonu oldu. Ama bedene geri dönecek olursak ilham perim ekranda duruyordu. Kırmızı gözlükleri, kadın ve erkek arasındaki bildik sınırları zorlayan giyimi ama ille de bedenini, jestlerini kuruşu onu periden çok bir şeytana çeviriyordu erkekliğin estetik dünyasında. Ama sinirleri ve sınırların aşımı, kendisinden daha çok kadın(sı)lık beklenen ve heteroseksüelliğin dünyasına kodlanan Uma Thurman’dan gelmişti… Lisanı münasiple söylersek o hikayenin femme’ydi. Evlere, yaşamlara, konumlara sıkıştırılamayacak olan kadın bedeni işte orada otostopun başında yollara düşmüştü ve o aktif arzuyla birlikte olan oldu; otostop çeken başparmak uzadı ve uzadı…
 
Bu klibi seyrettiğim o anı asla unutmayacağım; Kadıköy’de 90ların ortasında hippi kültürü, antimilitarizm, barış ve özgür aşk üstüne kurulu bir hayranlık mekânı Woodstock kafede idik. Az önceki baştan çıkarıcı asi sarışın birden bire hayret, öfke ve tiksinmenin mekânı oluverdi bu özgürlükçü beyefendilerin gözünde. Beden sınırlarını aşmıştı. Çağrıştırdığı şey kabullenilemezdi. Bir kadının beden sınırları aşılınca ne oluyordu? Önceleri bunun tek başına bir lezbofobiye işaret ettiğini düşündüm. Kadınların birbirlerine olan arzusu heteroseksüel erkeklerde bir tekinsizlik, rekabet hissi yaratıyordu. Ancak daha sonraları bunun beden sınırlarının aşımına dair yani belki de cinsiyet kimliğine dair eşzamanlı bir kriz de olabileceğini düşündüm. Parmaklar uzamıştı, beden artık akan giden bir şeydi. Ve en özgürlükçüsü için bile olsa birçok erkek için bu kabul edilemezdi. Kadın bedeni sabit bir formdu ve diğer birçok sosyal konuda ondan beklendiği gibi yerli yerinde dursundu.
 
Yerli yerinde duracak ne bir bedene ne de arzuya sahiptim. Bu feminen ve maskülenin sınırlarını aşındıran beden fena cezbetmişti beni. Fakat ne yaşadığım mahallede ne de okulumda K.D Lang gibi birini göremedim. Nasıl yani yaşadığım hayatta tüm kadınlar belirlendiği çerçeve içerisinde rahat mıydı?[5]
 
Anneme ve arkadaşlarına alıcı gözle bakmadığımı tüm ilhamı televizyona kitlediğimi neden sonra fark ettim.[6]
 
‘Ayı Jale’[7] annemin yakın dostu heybetli bir kadındı. Bir düğüne zorla götürülürken kuaförde surat asma seanslarımın birinde Jale’nin şu cümlesi beni uzayan parmağın dünyasından ikinci kez geçirdi.
 
“Saçlarımı biryantinle arkaya doğru taramanı istiyorum. Islak ve arkaya doğru.”
 
Krapelerin dünyasında o ‘ıslak ve arkaya doğru olan’ bitirim bir bedendi.
 
Arzu nesnemin ‘kadın varsayılan bedenlerin sınırlarını aşanlar’ olduğunu çakmıştım artık...
 
‘Uzayan parmak’ ve ‘ıslak ve arkaya doğru’nun dışında da bir şeye rast gelmedim uzunca süre.
 
Oysa 90lardı. Dünya queer eyleyişlerle ve ondan türeyen teoriyle kıvırılıp bükülmeye başlamıştı bile.
 
Ne queer beni, ne de ben queeri göremedim. Dünyanın doğusundaydım. Her şeyin yerinden yurdundan sapmaya pek meyilli bir coğrafyasında, queere bu denli teşne yerde adıyla çağırmak bazı şeyleri zordu.
 
Ben uzunca süre esas arzu nesnemi bulamadım. Zamanla arzu nesnem ile kendi benliğimin melezi haline geldim.
 
O zaman uzayan, esneyen, ıslak ve arkaya doğru, sivri ve öne doğru  olan, akan giden ben olmaya başladım. Kaderin cilvesi ilk kız arkadaşım beni ‘erkek olmadığım için’ terk etti.
 
Liseden üniversiteye oradan iş hayatına sosyalleşmelerdeki kız gruplarının içine ‘yeterince kadın olmadığım için’ dahil olamadım.
 
2000ler oldu. Bedenimle keşfettiğim her karanlık ve aydınlık notayı queer ile birbirine yedirdim. Kendime göre en güzel renkleri gündoğumuyla günbatımında birbirlerine karıştıkları yerde buldum. Ve o yerden sonra epey eğlenmeye de başladım doğrusu. Uzayarak becermek, akarak ıslatmak, nasıl varsayıldığımı iplemeden cinselliğimi yaşamaya başlamak.
 
Hisli oğlan, dominant kadın, bitirim dyke, utangaç hayvan, sessiz ağaç, mayışık kedi, hain tırnak, brutal şair.
 
Sınırlarımı aştığımda kendi içimde bir karnavalla karşılaştım.
 
Am ve klitorise her daim övgü ve hürmetle yaklaştım. Ama onların varlıklarını her şeyin üstünde gören, cinsellikte geri kalan her şeyi (misal kendilerine dokundurtmayan stone butchları, sadece izlemekten zevk alan voyörleri, bedenlerinin başka noktalarını fetişleştirenleri, tensel acı vermekten-almaktan haz duyanları v.s)  aşağılayan, ‘özcü bir lezbiyen edebiyatı’ndan da geri durmayı seçtim.
 
Çünkü hiçbir organ beni ya da temas  kurduğum bedenin ne olduğunu söylemeye yetmiyordu. Ben akıp gitmek, devam etmek istiyordum[8] [9]
 
Kadınları seven kadın olamadım. Erkekleri seven kadın da olamadım.
 
Bazen lezbiyen oldum bazen trans ama zannederim ben kadın da ol-a-madım.[10]
 
Ama inanınki ellere olan hayranlığım cinselliğimin daimi bir nişanesi oldu.
 
20 yıl önce K.D Lang ve Uma Thurman’ın ama ille de ‘Ayı Jale’nin akan giden beden ve arzuya ilişkin verdiği ilhamın peşinde olmak hala güzel. Yaşasın inadına neşe içinde akan giden, sabitleneyemeyen bedenler… Ve bence onun en nefis parçası olan eller!
 
Dipnotlar:

[1] İnterseks nedir bilmiyorduk.
[2] biseksüelliğin adının anılması ve aynı anda fobisiyle gelmesine az kalmış henüz panseksüelliğin esamesi okunmamıştı.
[3] Tom Robbins’in aynı adlı romanından Gus Van Sant’in uyarladığı film. Bkz. http://www.imdb.com/title/tt0106834/
[4] K.D Lang – Just Keep Me Moving https://www.youtube.com/watch?v=JahZJ_e2Wd4
[5] Sonradan adlarını öğreneceğim butchlar, tomboylar, dyke, babydykelar, dandyler, ‘adım yoksa da amım var ayol’ diyen genderqueerler neredeydiler?
[6] [İnternet henüz yoktu, tumblrsa henüz psişemin içinde dönüyordu]
[7] Kadınların oluşturduğu eş dost çevresinde böyle anılırdı Jale ve bundan hoşnuttu. ‘Ayı kadınları’ politik ortamda duyabilmem bundan yaklaşık 20 yıl sonrasına denk gelir.
[8] Ne diyordu şarkı? Just Keep Me Moving! Dinleyelim mi bir daha:
https://www.youtube.com/watch?v=JahZJ_e2Wd4
[9] Felsefi ve teorik alanda bu fikirlerle yıllar sonra tekrar karşılaştım. Queer pratik kadar queer teori de sevincim oldu diyebilirim.
[10] “Lezbiyenler kadın değildir” diyerek 70lerde ortalığı birbirine katan Monique Wittig’e selam! “Straight Düşünce” Sel Yayıncılık, 2013 Çev. Pınar Büyüktaş & Leman Sevda Darıcıoğlu
 
*Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi’nin “Lezbiyenizm” dosya konulu 141. sayısında yayınlanmıştır. 

Etiketler:
İstihdam