24/10/2013 | Yazar: Tunca Özlen

Tunca Özlen: Wilson’un UKKTH yaklaşımı nasıl ki dönemin ABD dış politikasının ihtiyaçlarını yansıtmaktaysa, Lenin’in UKKTH yaklaşımı da Sovyet Rusya dış politikasına yöneliktir.

Lenin’in “Devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz” düsturu aklına yatan, ancak klasikleri okumaya hangisinden başlayacağına karar veremeyen birisi için marksizme giriş kitaplarının faydaları saymakla bitmez. Bilimsel sosyalizmi kıyısından köşesinden öğrenmeye karar veren herkes, giriş kitapları ile belirli bir mesai harcamayı baştan göze almıştır. Okunduktan sonra bir daha yüzüne bakılmayacak kitaplar değildir bunlar; üzerinden yıllar geçse de arada sırada sayfalarını karıştırma ihtiyacı hissedersiniz.    
 
Sosyalist dünya görüşünü içselleştirirken bireylerin yaşayacakları zorluklar, gelgitler, kopuş ve sıçramalar, sürecin doğal bir parçası olarak görülebilir. Pekiyi, aynı tespiti kadrolar için yapabilir miyiz? Türkiye sosyalist hareketinin farklı bölmelerinde siyaset yapan kadroların teori ile giriş kitaplarındaki düzeyi aşan, bütünlüklü ve süreklileşmiş bir ilişki kurmaları eşyanın tabiatı ile örtüşmez mi? Yazının devamında görüşeceği üzere, Türkiye’de ne yazık ki işler böyle yürümüyor…
 
Örneğin, devlet aygıtı üzerine yapılan tartışmalarda marksizmden ziyade liberalizmin ve hatta anarşizmin referans alındığını söylemek insafsızlık olmaz. Ortalama Türkiye solcusuna göre devlet başımıza gelen her musibetin kaynağıdır, ezelden beri böyledir ve ilelebet de böyle kalacaktır… İktidar perspektifi ile verilen siyasi bir mücadelenin başarıya ulaşması durumunda iktidarın çürütücü etkisiyle ideallerin ihanete uğraması kaçınılmazdır… Komünizme uzanan yolda zorunlu bir tarihsel uğrak olan proletarya diktatörlüğü, bürokratların eline geçmeye ve yozlaşmaya mahkûmdur… Sanırım bu kadar örnek yeterli.
 
Devletin tarih-üstü bir olgu olarak ele alınmasın vebali ise, modern devlet aygıtını “egemen sınıfın yürütme komitesi” olarak tanımlayan Marx’ın değil, marksizmin devlet teorisini yeterince kavrayamayanların üzerinde. Marx başlardaki indirgemeci yaklaşımı 18. Bruimaire isimli çalışmasında terk etmiş, bonapartizm üzerine yaptığı tahliller Marx’ı “devletin göreli özerkliği” olgusuna yaklaştırmıştır. Poulantzas’ın olgunlaştırdığı devletin göreli özerkliği olgusu, kısaca şunu ifade eder: Devlet, burjuvazinin zor aygıtına indirgenemez. Burjuvazinin tarihsel çıkarlarını teminat altında tutmak için devlet, uzun erimli ve tek tek burjuvaların menfaatleri ile örtüşmeyen bir politika izleyebilir. Devlet, burjuvazinin baskı aygıtı ve ondan daha fazlası, sınıflar mücadelesinin tarihsel birikime dayanan aklıdır. Özetle, devlet tarih üstü bir yapıntı değildir, sınıflar mücadelesinin yasalarına tabidir ve kapitalizm koşullarında aldığı biçim tarihsel olarak aşılmak zorundadır.
**
Oldukça sınırlı bir bilgi birikimi ile ancak oldukça iddialı bir biçimde tartışılan bir diğer konu UKKTH, yani ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı olgusu. Yine ortalama Türkiye solcusuna göre UKKTH marksizmin tarih ve mekândan bağımsız olarak el üstünde tutulması gereken ilkelerinden biridir… Bırakalım Kürtler nasıl yaşamak istiyorlarsa öyle yaşasınlar, kimse onlara akıl vermeye kalkmasın… Ulus-devlet tarihsel olarak aşılmıştır ancak Kürtler de bir tane kursa dünyanın sonu gelmez... Örnekler çoğaltılabilir.
 
Marksizme içkin olduğu fütursuzca dile getirilen UKKTH,  ABD Başkanı Woodrow Wilson’un Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin ABD Kongresi’nin 8 Ocak 1918 tarihindeki oturumunda açıkladığı 14 ilkeden beşincisidir ve tam olarak şöyledir: “Dekolonizasyon sağlanmalı ve sömürge topraklarında uluslara kendi kaderini belirleme hakkı verilmelidir.” Uygulamada, yani sınırların yeniden çizilmesinde ise halkların ne istediğinden çok, siyasal hesaplar ve savaşta galip gelen emperyalist devletlerin ihtiyaçları belirleyici olmuştur.
 
Görüldüğü üzere, UKKTH’nin marksizme içkin bir ilke olduğu safsatadan ibarettir. Wilson’un UKKTH yaklaşımı nasıl ki dönemin ABD dış politikasının ihtiyaçlarını yansıtmaktaysa, Lenin’in UKKTH yaklaşımı da, Sovyet Rusya dış politikası bağlamında ulusal hareketleri sosyalist kampa yaklaştırmaya ve o ulusal hareketler içinde yer alan işçileri sosyalizm mücadelesine kazanmaya yöneliktir. Lenin’in UKKTH’nin savunulmasında benimsediği taktik ezen ulusun işçileri içinde ayrılma hakkının, ezilen ulusun işçileri içinde ise bir arada yaşamanın propagandasını yapmaktır. Amaç emekçiler arasında milliyetçiliklerin yükselmesinin önüne geçmek ve karşılıklı güveni sağlamaktır.
 
Lenin’in UKKTH’ye ve ayrılma hakkına yaklaşımında gözden kaçırılmaması gereken en önemli noktalardan biri de, Lenin’in UKKTH’yi her koşulda ve kayıtsız şartsız benimsenmesi gereken bir ilke olarak görmemesidir. Kendi cümleleri ile ifade etmek gerekirse: “Ulusların kaderlerini tayin hakkı dâhil, demokrasinin çeşitli istemleri mutlak şeyler değildir, bunlar dünya demokratik hareketinin (bugün sosyalist hareketinin) tümünün bir parçasıdır. Bazı somut durumlarda, parçanın bütün ile çelişkiye düşme olasılığı vardır, o zaman parça atılır.” Görüldüğü gibi Lenin’in UKKTH yaklaşımındaki en kritik nokta, bu hakkın belirli koşullar altında desteklenmesidir.
**
Devlet ve UKKTH başlıklarını, Türkiye solunun hali pür melalini ortaya koymak için tercih ettim. Türkiyeli sosyalistler güncel gelişmeleri doğru okumak ve tarihsel iddialarının altından kalkmak istiyorsa, kütüphanesinde geniş yer tutan “marksizme giriş” kitaplarının yanına Lenin’in “Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü” ve “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” gibi kitapları da eklemeli. Zira bir türlü “marksizme giriş”ten çıkamayanlar, daha sonra marksizmden temelli çıkıyor…

Etiketler:
nefret