27/11/2013 | Yazar:
Bugünlerde Türkiye’de devrilmedik vesayet, put, tabu kalmadı: Queer konusu hariç.
Bugünlerde Türkiye’de devrilmedik vesayet, put, tabu kalmadı: Queer konusu hariç.
“Mimarlığımız Queer Mi?” Yapı’dan Bina’ya, A-Heteroseksüel Bir Mimarlığa Doğru
Yapı ve “Straight” Eğitim
“Kelime olarak [heteroseksüellik,] yirminci yüzyılın başında ve Almanya’da on dokuzuncu yüzyılın sonunda eşcinsellikten bahsetmeye başlamamızla birlikte bir karşıtlık olarak ortaya çıkmıştır. Heteroseksüellik o kadar kendiliğinden var olan bir şeydi ki ismi dahi yoktu. Bu toplumsal normdu. Toplumsal sözleşmeydi, politik bir rejimdi. Hukukçular heteroseksüelliği bir kurum olarak adlandırmıyorlardı, başka bir deyişle kurum olarak heteroseksüelliğin hukuki bir varlığı yoktu.” Monique Wittig[1]
“Bokademisyenler” mevzuuna dönecek değilim; dileyenler, bu dergide [XXI] dönme dolabı döndürmeye başladığım ilk yazıma müracaat edebilir. Ama Türkiye’de –elbette her okulda değil– bitmeyen bir kavga vardır: “Bina”cılarla “Yapı”cılar arasında. Tweedle Dee ve Tweedle Dum gibi, hık-demiş-birbirinin-burnundan-düşmüş olsalar da, hasım kardeşlerdir; bölüm başkanlığı ya birinde ya da diğerindedir. Bu kavgadan kimse sağ çıkmaz; kavgaya karışmayanlar, özellikle de onlar, ölesiye mutsuzdurlar “orada” ve “böyle” olmaktan. Bu kavganın taraflarını, –Wittig’den alıntılayarak– “a-heteroseksüel” eksenden ziyaret etmeye çalışacağım bu yazıda.
Normun, normalin görünürlük kazanması, sanıldığı kadar kolay değildir; Wittig’in Straight Düşünce’de ortaya koyduğu argümanı izlersek. Görünmezlik bir istisna olmak şöyle dursun, istisna halinin kurucu görünümüdür, demek ki. İktidarın ortada en az göründüğü, diğer bir deyişle hiç faş olmadığı durum, ideal bir straight/düzcinsel manzaraya tekabül eder. A-heteroseksüelliğin politik bir ajan olarak ortaya çıkmasıyla beraber, heteroseksüel rejimin tanımladığı görünmezlik hali de bulanıklaşmaya başlamıştır. Ortada adı bile olmayan şey, eşcinsellik kadar, heteronormativitedir, çelişki gibi görünse de. Egemen iktidar, kendini normalleştirerek, queer olanı anormalleştirerek gizlemeye yönelir. Bugünlerde Türkiye’de devrilmedik vesayet, put, tabu kalmadı: Queer konusu hariç. Demek ki, bütün vesayet yerli yerinde duruyor, aslında hiçbir şey devrilmemiş; sadece sahnede devrilme sesini müteakip bir toz bulutu havada asılı duruyor.
İşlevselcilik aşıldığından beri mimarlıkta yapı alanının queerleşmeye yüz tuttuğu söylenebilir gibi görünse de, “tasarlayan özne”nin zorunluk alanından sıyrılıp hazza yönelebildiği tarihsel eşikte, onu yeniden toplumsal sorumluluklarına davet eden yeni normatif dünya, aşılmaz görünen engellerle bu hazzı ketlemeye çalışır. Yapısalcı mimarlık düşüncesi, istediğimizi yapmakta özgür olduğumuzu, mimarlığın hayal gücünün bitimsiz alanı olduğunu söyler söylemesine; ama ona erişmek, o şehvani atlarla bilfiil koşabilmek, sonsuz uzunlukta bir yol kat edilince kabil olacaktır; böylelikle, kaçmaya hazırlanan hazcıları ödipal hanın kapısından gerisingeri çağırır. Bu engelleme, mimarlık cemaatini düzleştirmekle (straight) kalmaz, “tasarlayan özne”nin yaşayan örneklerini (yeryüzündeki ilahları/”M”imarları) düşsel yaratıklar haline getirmeye de hizmet eder.
Yapı bilgisi bir haz alanı değil, bir tapım alanı olarak epistemolojisini inşa eder: Hetero-kültürüne tapım. Devletin makbul vatandaşlarına yapılacak en makbul binaların mimarları olunacaktır. Mimarlar her türlü yapısal konu karşısında, adeta ve yalnızca birer günahkâr olarak var olabilir, bu dar çember içinde. Yapı bilgisi, hazzın bilgisi değil, günah işlememeyi öğrenmenin bilgisidir: Heteroseksüel normlar içinde yapı yapmayı öğrenmenin bilgisi. Mimar adayları, yapı bilgisi ile, düzcinsel mimarlık yaşamının başlıca doğrularını öğrenir. Yapı bilgisinin kurallarının tatbik olunmadığı anomik/kuralsız mimarlık epistemolojisi, queer’i tanımlayan sıfatlarla aynı kümeye gönderilerek mahkûm edilir: Yamuk, çarpık, hatalı, bozuk, ibne.
Yapı bilgisi, heteronormatif mimarlık eğitiminin en çetin alanlarından biri olmayı sürdürüyorsa, “straight düşünce”nin mimarlıkta yapı bilgisiyle dolayımlanmasından, güdülenmesinden, biçimlenmesindendir. Heteronormativite, yapı bilgisine iyice emdirilmiştir: Emprenye edilerek sonsuz ömür kazanmış bir ağaca emdirilmiş kimyasal tuzlar gibi... Çünkü yapı bilgisi, anonim, adı bile konmamış bir doğruluk rejimi olarak, mimarlığın içine derinlemesine gömülmüştür; orada doğruluğun ta kendisi olarak yaşamayı ve asla görünmemeyi başarır: Tıpkı heteroseksüelliğin, lgbti ve queer olanı ezerken yaptığı gibi.
Tatbikat projesi denilen ve öğrencilere mimarlık okullarında bin bir eziyetle yaptırılan projeler, yalnızca en normali, en asgariyi temel alan birer doğruluk egzersizidir; bütün aşırılıkların men edilmesiyle elde edilmiş birer straight-aşırılıktırlar; handiyse askeri sadelikte yapılırken, alabildiğine pornografikleşirler. Dünyayı son derece daraltılmış bir temsil alanı içinde yeniden inşa ettiğinin bilincinde olan, bunu bile bile yapan ve bu yanıyla birçok heteronormatif pratikle aynı kılgısal zemini paylaşan hetero-pornografilerdir. Bunlara aynılık orjileri diyebiliriz. Birçok “aynı”nın içindeki “en aynı” olanlar “en doğru”lar olarak hiyerarşide yer edinirken, “aynı”ların içinde “başka”lar icat edilerek, bu hiyerarşinin meşruiyeti yükseltilmeye başlar; başkalarının (ölü) bedenlerinin (etlerinin) yığılmasıyla aynılar başkaların üzerinde konumlandırılır (ödüllendirme). Sporun, militarizmin, toplumsal cinsiyet rollerinin, iş hayatının sayısız pratiği, bu bile-bile-pornografikleştirme pratikleri etrafında dönerek “straight” yaşamı inşa eder.
Bina ve Arzu
“[H]eteroseksüel toplum, her düzeyde ötekinin-farklının gerekliliği üzerine kuruludur. Bu kavram olmaksızın ne ekonomik olarak, ne simgesel, ne dilsel, ne politik olarak işler. Bu öteki-farklı gerekliliği, straight düşünce diye adlandırdığım bilimler ve disiplinler yığını için ontolojik bir gerekliliktir. ...Heteroseksüellik: Bu kavram biyolojik, fiziksel, içgüdüsel, insan doğasından, malların ve kadınların takasında olduğu gibi, kadınların üremesinin ve fiziksel benliklerinin erkeklerce zaptından ayrılamaz bir olgu gibi sunulmasına dayanan bir rasyonelleştirmedir. ...Arzu: Cinsellik üzerine olan kurumsal söylemde (bugün bu söylem psikanalizdir), arzu “içgüdü”dür, böylece kim olursa olsun, tüm insanlar tek cinsel tatmin ve olası öznellik tezahürü olarak heteroseksüel ilişkileri arzular kılınır. Hayaller, rüyalar, arzu, istek, öznelliğe bağlı tüm kavramlar bu filtreden geçerler ve bundan sağ kurtulamazlar. Heteroseksüelleştirilmiş bu kavramlar baskı araçlarına dönüşürler.”[2]
Yazının başında sözünü ettiğim “akademik” kavganın ikinci cephesinde, “bina bilgisi” bulunur. Ödipal senaryonun sakilliğine dönmek pahasına: Mimarlıkta “yapı” babayı, kuralı ve yasaklamayı temsil ediyorsa, “bina” da phallus’u; bütün arzuların yöneldiği nesneleri temsil eder. Mimarlık eğitiminin, arzu nesnesiyle yasa koyucu arasına kurulmuş bir salıncak haline getirilmesi müthiş bir indirgemedir elbette. Bu üretken olmayan bir salınımdır ve sadece sığ sularda anlam taşır.
Eğitim, çocukluktan çıkartılıp yetişkin hale getirilme sürecidir. Eğitimcilerin, kişiyi çocukluktan uzaklaştırma, onu başka biri yapma çabası anlaşılır gibi değildir; buna rağmen, dünyanın her yerinde hetero-toplumlar, çocuklarını kıyma makinesinden geçirmek kadar hiçbir konuda bunca istekli değildir. Çocuklar heteroseksüelleştirilene kadar queer’dirler. Sadece cinsel bakımdan çoğul olmakla kalmazlar; nesnelerin anlamı, dil, jest, eleştirellik, beden ve teatrallik bakımından da son derece norm dışıdırlar. Kendi yasaları dışında hiçbir yetişkin kuralına körü körüne boyun eğmezler. Son derece kırılgan bir yaratıcı zeka aracılığıyla düşünür ve eylerler; eylerken kendi düşünüşlerini gerçekleştirirler, yetişkinlerin dünyasına yerleşirken olağan-dışı kalırlar çünkü başka türlüsünü yapamazlar: Onlar heteroseksüel değildir; en azından henüz değildirler. Çocuklara queer-olmamanın öğretilmesine eğitim deniyor.
Kestirmeden gidelim: Bina yapmak, eğitim sürecinde mimarlığın menzili olarak tanımlanmıştır: Tıpkı heteroseksüelliğin doğal, biyolojik, içgüdüsel olduğunun varsayıldığı gibi, mimarlar da nihai olarak, bina yapmalıdır. “Bina” yapabilmek için (başka birçok şeyin yanı sıra) “yapı” bilmek gerekir; yasaya uyarak arzu nesnesine ulaşılacaktır. Heteroseksüelliğin nihai amacı çocuk yapmak ve hetero-toplumun inşası ise, mimarlığın da nihai amacı, “içgüdü”sü bina yapmaktır. Düzcinsel toplumda kadınlar olmaksızın erkek egemenliğinin ekonomik realitesini yitirdiği gibi, mimarlıkta da bina olmadan her şey anlamını yitirir. Binasız bir mimarlık tahayyülü aynı nedenle “kâğıt mimarlığı”dır; aslında bir hiçtir: Yani çocukluktan çıkamamadır, queer’liktir.
Bina mimarlığın yegane arzu nesnesi haline getirildiğinde olan şey, bina etrafında kurulan bir heteronormatif ekonomidir. Bina yapmaya dair hetero-toplumdaki mevcut pratikler, binanın üretici aktörleri (yerel yönetim, kamu görevlisi, işveren, mimar, mühendis, müteahhit, işçi) ve yeniden-üretici aktörleri (ev sahipleri, kiracılar, emlakçılar, taşımacılar, kentliler...) straight düşüncenin baskı araçlarına dönüşürler.

Bitirirken, kara alaya sığınıyorum. Batı’nın bulanık okyanuslarının ötesinden yükselen her yeni kuramsal moda dalgası karşısında, sorumlu (kimilerine göre de sorumsuz) bir entelektüel olarak sormalıyım bunu: “Mimarlığımız Queer mi?” Soruyu duyar duymaz, ödipal üçgenin sörf tahtasında şaha kalkmaya hazırlananlar olabilir; çünkü ödipal senaryoda paranoya, –kaba bir anlatımla– babasını kaybeden oğulun korkularından ortaya çıkar: Oğul, babanın yokluğunun verdiği kaygılarla ve omuzuna yüklenen erkeklik görevleriyle baş edemediği için paranoyaklaşır. “Mimarlığımız Queer mi?” sorusu da muhtelif paranoyaları su yüzüne çıkartabilir: “Beğenmediğiniz heteroseksüelliği bulamayanlar da var.” (Ergensi). “Ne geçmişte, ne bugün, ne de gelecekte, queer değildik, queer değiliz ve queer olmayacağız.” (Cengaverane). “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür zira aydınlarımız özlerini unutmuştur.” (Münevverce). “Mimarlık queer’lere ve onlar gibi düşünenlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.” (Profesyonelce). Testosteron düzeyine göre değişkenlik arz eden bir yelpaze içinde ortaya çıkabilecek yanıtları bırakalım da başkaları çeşitlesin.
(Bu yazı XXI dergisinde Kasım 2013 tarihinde yayınlandı.)
[1] (2013), Straight Düşünce, çev. Leman Sevda Darıcıoğlu, Pınar Büyüktaş, Sel yayınları, İstanbul, s. 70.
[2] A.g.e., ss. 60, 85, 83.
Etiketler: