25/05/2015 | Yazar: Zeynep Akkuş

HDP’yi Barış Sulu, Barış Sulu’yu da HDP üzerinden dışlamayı, marjinalize etmeyi hedefleyen yazı, ‘Böyle bir kişiyi barındıran bir parti, nasıl Türkiye partisi olmaya kalkışabilir?’ mealinde bir soruyla bitiyor.

Yaklaşan seçimlerle birlikte yoğunlaşmış gibi görünse de, aslında “birtakım medya” LGBTİ’leri (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) ve LGBTİ hak mücadelesini yıllardır diline dolamış vaziyette. Dile dolamak denince akla ilk, bu işin bayraktarlığını üstlenmiş olan Yeni Akit (nam-ı diğer Akit, nam-ı diğer Vakit, nam-ı diğer Anadolu’da Vakit, nam-ı diğer vs vs…) gelir. Yakın geçmişte ona Vahdet de eklendi. İkisi de LGBTİ’lerden ve özellikle Kaos GL’den söz ederken “sapkın” kelimesini kullanmaktan müthiş bir haz duyar. Ne amaçla ve kimlere hitap eden haberler yaptıkları bellidir. Hiçbir zaman şaşmaz ve şaşırtmazlar. Şimdilerde onlara Star ve Sabah gazeteleri de eklendi. Aynı siyasi payda üzerinde buluşmaları anlaşılmakla birlikte (anlayışla karşılanabilir mi, orası ayrı), kadrolarında Yeni Akit ve Vahdet’teki yazarlarla taban tabana zıt yaşam tarzlarına sahip kişiler barındıran bu iki yayın organının, HDP Eskişehir milletvekili adayı Barış Sulu üzerinden hareketle LGBTİ’lere öncekilerle aynı açıdan baktığını görmek, en hafif tabiriyle üzücü ve bir o kadar da şaşırtıcı.
Geçtiğimiz günlerde Star’da yayımlanan, daha sonra Sabah’ın da yer verdiği ve yoğun bir nefret diliyle örülü bir haberde* Barış Sulu, sadece HDP adayı olduğu için, sadece “erkeklerin öpüşmesinin normal karşılanmasını” istediği için, sadece twitter üzerinden eşcinsellik propagandası yaptığı için falan değil, aynı zamanda “Ben ibne olduğumu gayet iyi biliyorum. Biraz ilkokul seviyesinden çıkıp daha yaratıcı olun ve siz de ne olduğunuzu bilin, rahatlayın, açılın” diye yazarak bütün eşcinsellere hakaret ettiği(!) için de eleştiriliyor. Sadece Sulu’nun bu sözüne duyulan tepkinin dile getirildiği kısmı okuyanların, metnin tamamını sıkı bir LGBTİ aktivistinin kaleme aldığı yanılgısına düşmesi işten bile değil. Ama şüphesiz, katmerli bir yanılgı olur bu.
 
Katmerli bir yanılgı olur çünkü yine LGBTİ’lere nefret saçan, onları bir kez daha hedef durumuna getiren, bilgisizce ve acımasızca yazılmış bir yazı var karşımızda. Sulu’nun “ibne” diyerek eşcinsellere hakaret ettiğini ileri sürmek, hele ki bunu böyle bir metinde bir yerlere sıkıştırmak ya bilgisizlikle açıklanır, ya art niyetle. Tabii iki ihtimal birden geçerli değilse!
 
Bir eşcinselin kendisinden “ibne” diye bahsetmesinin başka eşcinsellere hakaret olduğunu iddia eden ve aklı sıra onu diğer eşcinsellere hedef gösteren biri öncelikle, “Ben hayatımda ‘yapısöküm’ (dekonstrüksiyon) diye bir terim hiç duymadım!” diye avaz avaz bağırmaktadır. Basitçe anlatmak gerekirse yapısöküm, olumsuz anlamlar yüklenmiş, küfür ya da hakaret etmek amacıyla kullanılan birtakım sözcükleri, karşılıklı onay ve hoşgörü dahilinde, bile isteye kullanarak içlerini boşaltmayı, anlam kaymaları yaratmayı ve bu kavramları saldırı nesnesi olarak kullananlara gerisin geri yönlendirmeyi amaçlar. Tıpkı geçmişte LGBTİ’leri aşağılamak amacıyla kullanılan “queer” sözcüğünün, günümüzde bir teoriye ad olup akademik ortamda “queer / kuir teori” şeklinde kullanılması gibi. Bir hakaret sözcüğünün akademik terim haline gelmesi batıda da meşakkatli olmuşken ve Türkiye belli konularda medeniyeti birkaç on yıl geriden takip ederken birtakım doğum sancılarıyla kıvranıyor olmamız bir yere kadar mazur görülebilir. Ama hiç merak buyrulmasın, müsterih de olunsun, LGBTİ cenahında aklı başında hiç kimse ”Vay sen de eşcinselsin, bana nasıl ibne dersin!” diye Sulu’nun boğazına sarılmaya hazırlanmıyor. Kaldı ki LGBTİ’lerce çoktan sahiplenilmiş bir sözcük olan “ibne”yi böyle bir bağlamda ilk kez kullanan, Sulu da değil. Yıldız Tar da sol örgütlerin LGBTİ hareketine bakışını konu alan kitabına “Yoldaş, Ben İbneyim” adını vermiş; “Velev ki İbneyiz, Alışın Her Yerdeyiz” sözü, Onur Yürüyüşü vb etkinliklerde en sık karşılaşılan sloganlardan biri olarak yer etmiştir. Yine de sormadan edemeyeceğim: Madem ki söz konusu yazıyı kaleme alan kişi, Sulu’nun sözlerinden LGBTİ’ler adına bu kadar rahatsız oldu; mesela nispeten ılımlı ve modern olduğu ileri sürülen bir ilahiyat profesörü, “Gey dediğimiz zaman çok şirin oluyor, gelin biz bunları yine ‘i’ ile başlayan o adla analım” dediğinde de aynı tepkiyi gösterdi, benzer tonda bir yazı kaleme alma gereği duydu mu acaba? Ya da yazdı da ben mi görmedim?
 
Ayrıca şimdiye kadar LGBTİ’lere yönelik nefret eylemlerini ve söylemlerini (misal Ahmet Yıldız’ın ya da Roşin Çiçek’in katledilmesini, misal trans seks işçilerinin uğradığı şiddeti ve ölümle sonuçlanan saldırıları, misal cinsel yönelimi ve kimliği nedeniyle işinden olan, hayatı karartılan işçi ve memurları ve daha nicelerini…) ısrarla görmemiş, haber yapmamış, kınamamış, lanetlememiş; sayfalarında ya da Internet sitelerinde “Travesti Terörü!..” başlıklı haberleri sıkça gördüğümüz birtakım yayın organlarının şimdi birer sevgi pıtırcığı kesilip LGBTİ aktivistliğine özenmelerine ne diyelim?
 
HDP’yi Barış Sulu, Barış Sulu’yu da HDP üzerinden dışlamayı, marjinalize etmeyi hedefleyen yazı, “Böyle bir kişiyi barındıran bir parti, nasıl Türkiye partisi olmaya kalkışabilir?” mealinde bir soruyla bitiyor. Ama bizler çok şükür hafızamız hâlâ kuvvetli de, hatırlıyoruz: Böyle bir saldırıya ne HDP ilk kez maruz kalıyor, ne de Barış Sulu. Şişli Belediye Başkanı danışmanı olduğunda Boysan Yakar ve partisi CHP de aynı saldırılara maruz bırakıldı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri var olan CHP de mi Türkiye partisi değil? Bu seçimlerde bir trans kadını aday gösteren Anadolu Partisi de mi marjinal?
 
İletişim fakültelerindeki derslerde, medyanın manipülasyon gücünü örneklemek amacıyla anlatılan bir fıkra vardır: Seçildikten sonra New York’u ilk kez ziyaret eden Papa, daha uçaktan iner inmez gazetecilerin soru yağmuruyla karşı karşıya kalır. İçlerinden hınzırın teki Papa’ya, “Genelevi de ziyaret edecek misiniz?” diye sorar. Papa hazırlıksız yakalandığı bu soruya, “New York’ta genelev var mı?” diye karşılık verir. Ertesi gün bütün gazetelerin manşetinde şu soru yer almaktadır: “Papa’nın uçaktan iner inmez sorduğu soru: New York’ta genelev var mı?” Çok merak ediyorum, bu fıkra artık derslerde anlatılmıyor mu (Olur mu, olur. Baksanıza; Papa, genelev… Ne ayıp!), yoksa söz konusu yazıyı kaleme alan kişi, o fıkranın anlatıldığı gün hastalandığı için okula gidememiş miydi?
 
*Orhan Yeter’e ve “Limonağacı”na teşekkürlerimle.
 

Etiketler:
İstihdam