08/08/2012 | Yazar: Leman Sevda

Rayban çakması gözlüklerim, gündüz uykularının verdiği aptallık ve rengi solmuş mavi koca bir tişörtümle annemlerin yanına, sahil barına oturmuş, gece gündüz aralıksız bangır bangır çalan Türkçe popu duymamaya, bir yandan ayılmaya çalışıyorum.

- Ben mi? Ben ilaç kullanmıyorum.
- Aa! Sahi mi?
- ..
 
Tamı tamına bu diyalogtu bir haftalık aile tatilinin son günlerinden birinde geçen. Sene boyu onlarla zaman geçirmediğimden, her yaz bir hafta, on gün onlara eklenirim, şimdi de senelik aile yaz tatillerinde 2012 yılında, Bodrum Akyarlar’ın bilmem kaç yıldızlı bir otelindeyiz.
 
Rayban çakması gözlüklerim, gündüz uykularının verdiği aptallık ve rengi solmuş mavi koca bir tişörtümle annemlerin yanına, sahil barına oturmuş, gece gündüz aralıksız bangır bangır çalan Türkçe popu duymamaya, bir yandan ayılmaya çalışıyorum. Ne mümkün.. Türkçe popa açılalı yıllar olmasa da bir süre oldu, gayet eğlenebiliyorum artık leş şarkılarda dahi. Lakin öyle böyle değil bu müzikler, biraz kısılsa müziğin sesi insanlar birbiriyle konuşmaya ve birbirinin sıkıcılığından anında sıkılmaya başlayacaklar korkusu varmışçasına sabahın 8’inden gecenin bilmem kaçına kadar tek bir an kısılmıyor müzik, aralıksız çılgın partimizde kop diyor sanki otel DJ’leri, bir nevi saykodelik festivali mübarek. Bıraksalar da az kafa dinlesek, denizin sesini duysak diye söyleniyorum. Barmen bilmem kaç yolla bir sohbet açmaya çalışıyor, o “anlayışlı”  erkekliğinin yüzünde açtırdığı “tatlı” bir gülümsemesiyle. Nakka, konuşmıcam çocuğum senle, ne yapsan, en fazla iki, üç cümle duyabilirsin benden. Öğle yemeği saati ve anne ve baba yemeğe giderken ben tabi ki ağır hareketlerimle “birazdan gelicem”. “Tatlı” barmen birden hiperaktiviteye dayalı manik depresif olduğundan, ilaçlarını kullanmayı bıraktığından bahsetmeye başlıyor. Ay nerden çıktı bu şimdi diye afallamış, herhalde konuşmaya ihtiyacı var diye düşünüyorum;
 
“Eh, ilaçlar da aptal yapıyor insanı, daha iyi”.
 
“Öyle ama borderline olan ve ilaç kullanmayı bırakmış tüm arkadaşlarım intihar ettiler.”
 
Ay kafayı yemiş, intihar edicem diye açılacak şimdi, bu da buraların alıkma metodu herhalde diye düşünür, ne desem bilmez suratına bakarken patlatır “tatlı” barmen;
 
“Amaan, boşver! Hayat yine de güzel.”
 
E canım, bunu demek için mi anlattın şimdi o kadar şeyi de zaten bir türlü ayılamaz uyku aptallığımın üstüne boca ettin tüm dertlerini diyesim var ki, elbet sesimi çıkarmadım.
 
“Di mi.. Ben yemeğe gideyim bari..” diyip oturduğum sandalyeden hızla inecek ve uzaklaşacakken “tatlı” barmen bırakmaya hevesli değildi;
 
“Sahi sen hangi ilacı kullanıyorsun?”
 
Tra la la! İşte ağızdaki bakla! Tabi ya durduk yere anlatır mı “tatlı” barmen bu kadar şeyi, elbet bir amaca hizmet edecek, elbet tüm istediği sevgili merakını tatmin etmek olacak di mi ama? Yemek salonuna doğru uzaklaşırken bir kez daha düşünüyorum maruz kaldığım acayip diyalogu. İlmik ilmik, özenle avına yaklaşmaya hazırlanan “tatlı” barmenin karşısındaki saflığım takdire şayanmış derken bir yandan sinirleniyor, bir yandan gülüyorum.
 
Gün ilerliyor, denizmiş, kumsalda kitap okumakmış (ya da bangır bangır müzikte okumaya çalışmakmış) zaman geçerken annemle sohbet ediyoruz ve beni şoklardan şoklara sürükleyecek şu cümleyi kuruyor:
 
“İlk defa insanlar seninle ilgili hayatla sorunları var galiba dediler bana.”
 
“Nee?! Kim dedi ayol?”
 
Tabi anne pek içerlemiş, beni duymadan devam ediyor; “O sorunlarını kendi çözecek yaşta, herkesin var sorunları dedim.”
Barda çalışanlardan biri mi diye soruyorum ve hayatla sorunlarım olduğuna karar verenin otel müşterilerinden bir kadın olduğunu öğreniyorum. “Tatlı” barmenin “kibarca” ve dolaylı yoldan öğrenmek istediği deliliğim meğerse tüm otelin merakıymış. Senaryolar birkaç seçenekli; Tüm otel deli olup olmadığımı merak edip, bunu konuşuyor; Barda meşhurum, deli olup olmadığım merak ediliyor ve bu konuşuluyor.
 
Hikaye her ne ise, şimdi yazarken baya eğlenceli gözükse de içime bu sefer yalnızca bir sinirdir konuyor ki galiba bu hissi en iyi Tezer Özlü anlatıyor;
 
“Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin ’medeni durum’ dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. (…) Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yanım yok. (…) Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İşyerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz.”
 
Şimdi her şeyi başa saralım ve tüm otelin benim deliliğimle neden ve nasıl ilgilenmiş olabileceklerini anlatalım biraz da. (Bu biz kipi, ben ve içimdeki delilerin ortak kelamından geliyor.) Aslında, bize kalırsa ortada “garip” bir şey falan yok, aksine her şey o denli akli ki insan iki delilik duymaya, görmeye hasret kalıyor bilmem kaç yıldızlı Akyarlar otelinde.
 
Bangır bangır aralıksız kopan çılgın müziği yazmıştım. Çocuklarının peşlerinden koşan yahut yemek masalarında ağızlarına bir şeyler tıkıştırmaya çalışan neredeyse istisnasız kadınlar, açık büfeden yemeklerini dahi kadınların getirdiği adamlar, viyak viyak ağlayan, bağrışan çocuklar, bağrışmayı kesmelerini bağıran babalar, “ne tatlısın sen”ler eşliğinde çocuk mıncıklayan kadınlar, yalnız kadınların her birini takibe alan yalnız herifler, sahilde kimin ne kadar fazla kilosu olduğunun takibini yapan bakışlar, kiloya uygun giyinilmeyen bikinileri kınayan bakışlar, karşılaştığın her alanda gerekli gereksiz her muhabbete katılmanı bekleyen bakışlar, her gece insanların milliyetlerini temsil ederek yarıştığı saçma sapan animasyonlar (bu gecenin kazananı İsveç!) gibi gibi kadınlık, erkeklik, mutlu aile ve “ay ne çok eğleniyoruz” performansları gırla dönüyor çevrede. Ve ya bol bir tişörtle, ya neredeyse kıçını dahi kapatmayan bir şortla, insanların bakışlarına tebessümle cevap vermeyen, kitaplar ve kimi zaman bilgisayar dışında neredeyse hiçbir şeyle iletişime geçmeyen, çocuklarla zerre ilgilenmeyen, tüm muhabbet çabalarına kapalı, konuşmuşsa da her karşılaşmada selam verme zorunluluğu hissetmeyen, sırıtarak falan gezmeyen, hiçbir herifle ilgilenmeyen, sahilde karıları kesen bir karı.
 
Muhtemel ki bu karı bakışlara tebessümle cevap vereydi, bir eğlenme performansı içinde olaydı geri kalan her şeye, tüm madiliklerine bir kılıf uydurulabilir, hiçbir sorun olmazdı. Amma.. karı hiçbir bakışa onaylayan bir cevap vermiyor, sahil barındaki dedikodulara, açılabilir hiçbir sohbete katılmıyor ve “burada eğlenceli bir şey yok” haliyle çok eğlenmeyi oynayan bir kitleye yüzünde en ufak bir gülümseme olmadan bakıp ilgisizce yoluna gidiyor. Oh, bu durumda tabi ki “sorunları” vardır kızınızın, tabi ki ancak bir ilacın tesirinde bu kadar ilgisizdir bu çılgın eğlenceye!
 
Empati kurmanın millerce ötesinden bir yerden, bu kadar insan dert etmiş olduğuna göre demek baya bela olmuşum başa diye, şu yazıyı yazarken hala dahi, şaşıyor, bela olmanın bu kadar basit olabileceğini hiç düşünmemiş olarak hoşlanıyorum bu durumdan.
 
O “tatlı” barmene en ağır ilaçları saymadığım için, o kadını bulup hayatla sorunlarım var evet abla demediğim için, yapsam eğlenir, üzerimdeki straight havanın basıklığını biraz olsun dağıtır, şöyle iki gullüm alıkır, en azından şenlenirdim diye üzülmüştüm ya, straight dünyayla aramdaki sınırı “kamusal alanda” nasıl bir performansla ifşa ederim, straightin o sıkıcı düzlüğünü ne yapar da bir karşı atak gerçekleştiremeyeceği şekilde kırarım’lara dair onca kafa patlattıktan, bin bir yol denedikten sonra taçlandırıldığım delilik, bu sefer karşı atak gerçekleştiremeyecek kadar çözülemeyen ilgisizliğin, tam olarak tepkimin tepkisizlik olmasının lezizliği olsa gerek.
 
Ha bu arada, sahi siz hangi ilacı kullanıyordunuz?
 
PS.: Bu yazı boyunca straight, heteroseksüelliği değil normatifliği, alışılmışları, toplum ahlak, örf, adet ve geleneklerine ve kurumsal aile yapısına uygunluğu imler. Heteroseksüel ve straight arasına çizilen sınır ihtiyacı, her LGBT varoluş anormatif olmadığı/olmayacağı gibi, her heteroseksüel varoluşun da normatif olmadığı/olmayacağını düşünmemden ileri gelir. 

Etiketler:
İstihdam