26/02/2015 | Yazar: Umut Güner

LGBT meselesini salt bir aday gösterme, yani temsil meselesi olarak görmemek gerekiyor.

LGBT hareketinin taleplerinin dar anlamda mevcut siyasetin alanına taşınması ve doğrudan siyasetin konusu haline gelmesine başlaması süreci sanırım Türk Ceza Kanunu tasarısı sırasında oldu. TCK Kadın Platformu’nun yoğun çabalarıyla 2000’lerin başında, eşcinsel, biseksüel ve translar taleplerini Meclis çatısı altında dile getirme imkânı bulmuştu.
 
Sonrasında, özellikle Kürt Özgürlük Hareketi geleneğinden gelen DEHAP’ın kurulma aşamasında eşcinsellere yönelik ayrımcılığın önlenmesinin parti programına alınmasıyla LGBT’lerin parlamenter siyasetle “macerası” başlamış oldu. Özellikle Sebahat Tuncel’in LGBT haklarını sürekli biçimde Meclis gündemine taşımasıyla bugünlere kadar geldik… Bu arada Meclis’te milletvekili bulunan siyasal partiler arasında DEHAP’tan sonra LGBT’lere yönelik ayrımcılığı parti programına alan ikinci partinin şaşırtıcı biçimde merkez sağ tandanslı Demokrat Parti’nin olduğunu unutmamak gerekir. 2002 yılında şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise 2002 yılında bir televizyon programında eşcinsel haklarına ilişkin olarak kendisine yöneltilen soruya, “Eşcinsellerin de, kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde, yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insanî bulmuyoruz” yanıtını vermişti.
 
O günlerden bugünlere çok şey değişti… Özellikle Mart 2014 yerel seçim sürecinde aday olan açık eşcinsel, biseksüel, trans kadın ve erkeklerin yürüttüğü çalışmalar ile siyasî temsil konusu LGBT hareketinin ana gündemlerinden biri haline geldi. Açık bir LGBT aday seçilmemiş olsa da İstanbul’da CHP’li Şişli Belediyesi ile Beşiktaş Belediyesi’nde ve Mersin’de HDP’li Akdeniz Belediyesi’nde seçimlerde aday olmuş açık kimlikli adayların danışman statüsünde istihdam edilmesi seçilen belediye başkanlarının LGBT hareketine verdiği sözleri tutma konusunda samimi olduklarını gösteriyor. Tabii ki bu üç belediyede istihdam edilen arkadaşlarımızın, hareketin taleplerini, sözünü çalıştıkları belediyenin ve üyesi mensubu odlukları partinin politikaları içerisine taşımak, LGBT hareketi ile yerel yönetimler arasında köprü olmak gibi bir sorumluluğu üstlenmiş olduklarını unutmamak gerekir. Söz konusu üç belediyeye LGBT hareketinin taleplerinin daha kolay ulaşabilir ve bu taleplere geri dönüşün çok daha mümkün olması sanırım hepimizin ortak beklentisi. Bu süreç verili siyasal zeminde LGBT temsilini de izlememize dolaylı yoldan katkı sağlayacak.
 
KA-DER’in yıllardır yaptığı gibi LGBT örgütleri olarak gerek bu üç belediyenin, gerekse başka belediyelerin LGBT alanındaki faaliyetlerini ve LGBT örgütleriyle işbirliklerini izlememiz, çıktıları ve göstergeleri LGBT kamuoyu ile paylaşmamız gerekiyor! Bu anlamda meselenin sadece siyasî temsil değil, siyasî temsil imkânı bulan kişilerin ne yapıp ettiğinin de doğrudan izlenmesi olduğunu aklımızın bir köşesinde hep tutmamız lazım.
 
Genel seçimlere doğru…
 
Şimdiki gündemimiz ise aslında gerek siyasal rejim bağlamında, gerekse barış ve müzakere süreci bağlamında Türkiye için kritik bir dönemeci işaret eden 7 Haziran’daki genel seçimler. Memleketin temel toplumsal meseleleri, ezilme ve ötekileştirme politikaları üzerine bugüne kadar söz almaktan hiç çekinmemiş hareketimizin, partilerin açık kimlikleriyle LGBT’leri aday göstermesini ya da partilerin açık bir şekilde LGBT haklarını desteklediklerini beyan etmelerini beklediği ve istediği bir süreç başladı. Diğer yandan bu süreçte bazı LGBT’lerin farklı partilerden açık kimlikleriyle aday adaylıklarını açıklamaya başladıklarına tanık oluyoruz. Kuşkusuz olumlu ve hayırlı bir gelişme.
 
Ancak buradan asıl derdimizin ne olması gerektiği üzerine düşünmeliyiz. Seçimlere girecek siyasal partilerin karşısına nasıl bir talepler manzumesi ile çıkabiliriz? Siyasal partilerden beklentilerimizi üç aşağı beş yukarı şöyle sıralamak mümkün gözüküyor: Evleviyetle homofobi ve transfobi karşıtlığının açıkça beyan edilmesi. Partilerin, LGBT meselesine, sadece kendi parti programlarına LGBT’lere yönelik ayrımcılığı almanın yetersiz olduğunu görmeleri gerekiyor. Bunun yanı sıra LGBT’lerin parti içi farklı mekanizmalara etkin ve etkili katılımını sağlayacak yapısal değişikliklerin hayata geçirilmesi büyük önem taşıyor. Öte yandan LGBT örgütleri ile işbirliği ve ortaklık zemininin kurulması, çoğaltılması ve kamuoyuna yansıtılması birlikte dönüşümün kapılarını aralayacak bir imkân olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda parti içi söz, yetki ve karar süreçlerinde, temsil ve karar alma mekanizmalarında LGBT’lerin varlığı ve bu alanda savunuculuk faaliyeti yapan örgütlerle düzenli istişare süreçleri yaratılması hayli önemli.
 
Siyasal partilerin LGBT’leri örgütlemeye yönelik bir stratejisinin olması ve LGBT hareketinin taleplerini içermesi ilişkinin her iki tarafında- siyasal partiler ve LGBT’ler- niceliksel ve niteliksel bir sıçrama yaratacaktır kanaatindeyim.
 
Yukarıda birkaç paragrafta kısaca özetlemeye çalıştığım gibi LGBT meselesini salt bir aday gösterme, yani temsil meselesi olarak görmemek gerekiyor. Hem partilerin, hem de aday adaylarının meseleyi böyle ele alıyor olması indirgemeci bir yaklaşım olacaktır. Özellikle aday adaylarının, salt eşcinsel, biseksüel, trans olmanın temsil için yeterli olduğu varsayımıyla hareket etmek yerine partilerin farklı mekanizmalarına katılımı da önemsiyor olması gerekiyor. Partilerin de bunlar “kırılır mı”, “gücenir mi” demeden gönül rahatlığıyla adaylarla bu süreci müzakere etmesi gerekiyor… Eğer gerçek bir yoldaşlık ilişkisi kurulması isteniyorsa bunun dışında başka bir yol mümkün değil.
 
Homofobi, transfobi ve heteroseksizm karşıtlığında buluşmak, politik taleplerimizi ve siyasî temsillerimizi bunun etrafında örmek temel düstur olmalı.  

Etiketler:
nefret