12/09/2013 | Yazar: Gözde Demirbilek

ipimi boncuğumu toplayıp izmir’e geçtiğim şu günlerde sanırım bugün ilk izlenimlerimi aktaracağım sizlere.

(bu sefer fotoğrafsız, çünkü hipo’yla cebelleş hâlimi o çamaşır suyunu üretenler bile kaldıramaz! bu yüzden bu seferlik ben parantez içinde fotoğraf hayal ettireceğim size.)

ipimi boncuğumu toplayıp izmir’e geçtiğim şu günlerde sanırım bugün ilk izlenimlerimi aktaracağım sizlere. küçük şehirden büyük şehre geçince biraz kafayı yedim ama olsun güzel böyle de güzel!
 
ege’de sosyoloji kazanınca içime biraz dert olmuştu. bölüm ya da okul değil ha, izmir dert oldu içime. insanlardan çok şehir’den korktum. sıcak memleket olsun diye diye kendimi attım buralara ama buralar iyi ha. nem az. burada nemin fazla olduğunu iddia eden varsa kendilerini bandırma’da bizzat misafir etmek istiyorum. nem olmasın nem olmasın diye nicesine sarıldım benim sadık yârim izmir’miş çünkü.

(burada sıcak havalı terden ölen insan fotoğrafı var)
 
insanlardan aşırı korkmakla bazı insanlara haksızlık ettiğimi te bayırlardan dağlardan kampüse gitmek için yol sorduğum bi kadın benimle otobüsle metroya kadar inip içeride neler yapacağımı gösterince fak ettim. metroda bi bebek arabası gelince herkesin bebekle ilgilendiğini görünce fark ettim. pazarda ilk defa satmaya çalışan ketum suratlı insanlardan çok tatlı dilli güler yüzlü insanlarla karşılaşınca fark ettim. küçük şehrin en büyük yaptırımı buydu sanırım her şeyden az olduğu için mecbursun almaya ve sana her türlü istediği fiyatı verip istediği şartları kabul ettiriyor. kapının önünden mal alırken hem deneyemiyor hem iade edemiyorsun. olacağını anladın anladın anlamadın yandın! belki bunlar biraz peşin hükümlerdir, belki bu ticari anlattıklarımın zamanla böyle olmadığını anlayacağımdır ama ben değil bandırma’da otobüste bebeğin ilgi odağı olduğunu bebek arabasının katlı haline bile tahammülü olmayan insanlar gördüm. bu yüzden farklı geldi, sevdim de bu samimiyeti.

(bebişli metrolu bi fotoğraf var burada bence ve o bebiş çok tatlı ayakları ısırılası)
 
yurdun geçmiş senelerde bazı arkadaşlarımca lgbt olmalarından ötürü sorun teşkil ettiğini biliyor ve korkuyordum. aklımda hep aynı sahne mesela gecenin bi vakti bavullarımla birlikte atılıyorum nerde kalacağım falan oluyorum. hiç arkadaş edinmemişim tabi hiç de gece kalcak insan yok sanki. şu an evimde yatağımda bunları yazarken gerçekten bu ne gerilim filmi tadında korku diye düşünmedim yahu. bu ne korku arkadaş!

(burda ellerinde çiçekler kapısında sırılsıklam bir kadın, yok be o kadar değil en fazla valizlere yatmış bi kadın)
 
nitekim, kafalandık bi ev sahibi tarafından. ha gelin ha gidin derken buluşacağımız gün pat aradı ve oğlum evi kiraya vermiş dedi. şok geçirmek böyle olsa gerek. en baştan bakınmaya başladık. otobüsteyiz, bi kiralık ev gördük sahibinden hemen bastık düğmeye tam inicez kadın siz ev mi arıyorsunuz dedi evet dedik bi numara vermeye çalışıyor ama görseniz kapılar açılmış, inmemiz gerek, inmedik kapılar kapandı yine gidiyor araba. aldık numarayı durdurduk da otobüsü indik. aradık ve fos. o ev verilmiş kiraya. gel de ilanı kaldır o zaman be insan. demiyo öğrenciye vermiyoruz diye de. mırın kırın ancak. ev işleri hep böyle gerçi yoldan geçen bi kadın siz ne arıyosunuz diyerek bize ev gösterdi, oraya gittik. laf aramızda ev sahibi bize alttan alttan cemaatiz biz imajını verdi. "edepli oturacaksanız" ... "arkadaş getirmeyecekseniz" ... "uslu uslu" ... "bizim de ablalarımız var yurtlarımız var" diyerek hayli bize mesajı verdi. ev de fena değildi. umutsuzca çıktık oradan ve numarayı da müthiş umutsuzlukla aradık kadın çalışıyormuş bize yanlış adres verdi sonra eşi arayıp bizi geldi alıp götürdü eve. 

(burda da örtülü bi teyzemiz olsun ama mümkünse ketum suratlı ve leş bakışlı, edepli olunmuş oldu gel de bi de bekaret kontolü yap bari!)
 
bu ara şanslıyım be! ev arkadaşımla maddi yönden fazla akıtamayacağımız için en büyük şansımız eşyalı (ama kısmi falan değil bayağı bayağı dayalı döşeli eşyalı) üç oda bi salon, interneti ev sahibiyle birlikte kullanıyoruz, ev sahibi tuvalet taşı yeni olmamasına rağmen değiştirdi, televizyonu götürüp tamir ettirecek tüpü bitmiş, uydu alacakmış küçük kutu olanlardan arkasına, eşi de o kadar tatlı o kadar güzel, bize birkaç gündür kahvaltı getiriyorlar yapamıyoruzdur yerleşmekten diye, akşam oğulları balığa çıkmış taze balık bile getirdiler kızartıp, daha nolsun daha virgüller koyayım mı!

(burda tabi ki mutlu aile tablolu hatta çocuklar duymasının şu en eski bölümlerinde jenerik bitince koltuğa oturdukları hali olsun)
 
çok ballı düştük, yol parasından da yırttık önce otobüs sonra ana duraktan metro (ki sadece bir buçuk dakika sürüyor metro tahminime göre) yarım saat gibi bi zaman diliminde okulda oluyoruz böylece. 
 
bandırma’da olduğum dönem boyunca çemberimde gül oya izleyip izleyip durdum. iç geçirdim belki izleyenler bilirler orada bir konak vardır ve odaları kiralayan 4 aile vardır. oradaki sultan ablayla suna abla gibi aynı evde yaşadığım insanlar olsun istedim durdum. öyle bi yerdeyim ki şu an, üst katımda ev sahibimin yengesi onun üzerinde ev sahibim. ve fır dönüyorlar etrafımızda. aile apartmanı imiş zaten, düzeni bozmadan bizi de aileye almayı tercih ettiler. müthiş güzel ettiler çünkü insan gece 2’ye 3’e kadar hipo’yla mutfak temizleyince sabah kahvaltısında lokma müthiş merhem geliyor!

(off, lokma ya şu an gecenin dördü ve lokma ya!)
 
3 günün sonunda ancak yerleştim, kemeraltı’na indik. daha oraları talan edemedim ama yakın zamanda her yeri talan edeceğim sanırım. bir de ben öğrendim ki pazarları bit pazarı kuruluyormuş! benim gibi ucuzlukçu insana söylediler bunu 5’te yola çıkarım resmen bitmesin diye mallar. bu da bi dipnot olsun. 
 
kampüsle ilgili henüz çok fazla izlenimim olmadı ama kısa zamanda bununla ilgili de birçok şey yazacağım gibi duruyor. şimdilik bu kadar şişirdiğim yeter, biraz daha şişirirsem ülke genelinde duyulacak bi patlama olacak izmir’in şişmesinden mütevellit. belki patlar da dağlarında açan çiçekler yaşa adalet kardeş yaşa deyip adını mücevher taşa yazıp ego tatmin ettirmeyerek devam ederiz yolumuza. ve ben de üzerimden bu izmir kemalistleri korkumu atmış olurum.
 
yine laf aramızda yaygın kemalizm beni rahatsız ediyor, özellikle daha önündeki sayıları ezberleyemediğim eshot’ların önünde olan atatürk yapıştırmaları. bi de ben tam 9 eylül’de geldim, 10’unda bayrak kusacak gibi oldum. 

(buraya o arabaların birleşip ülkeyi ele geçirdiği bi fotoğraf, yok şaka şaka. vur vur tahtaya vur, bi daha asla)
 
gevrekten çok 35 plakalı atatürk imzası yapıştırmalı arabaların olduğu bu şehirde beni turuncu günler bekliyor mora çalan kalemden. şimdilik kalın hoşça. 

Etiketler:
İstihdam