04/07/2011 | Yazar: Yıldırım Türker

2 Temmuz, Sivas katliamının 18’inci yıldönümüydü. Devlet, şimdi Sivas valisi eliyle, insanlık adına, katil yakınlarının sırtını sıvazlıyor.

2 Temmuz, Sivas katliamının 18’inci yıldönümüydü. Devlet, şimdi Sivas valisi eliyle, insanlık adına, katil yakınlarının sırtını sıvazlıyor.
 
Bu helalleşme meselesi üstüne daha çok yazacağız besbelli. 
Örtbas edilmiş katliamlarla yüklü bir geçmişi var çünkü, bu toprakların. Nereyi kazsan, toplu mezar fışkırıyor. Binlerce kayıp insan gömülü bu coğrafyada. 
Artık koyu bir devlet dili edinmiş olan Başbakan’ın, toplumu ve muhaliflerini helalleşmeye çağırırken önerdiği de işte bu kadar basit. Şimdiye kadar devlet diskurunun asker borusuyla hipnotize edilip zaten çoktan unutmaya meyyal kılınmış bu toprak halkları bir kez daha, bu kez açıkça kaderiyle barışıp unutmaya çağrılıyor. Hakkınızı helal edin. Bana. Devlete. Vatana. Barışa. Ama nasıl? 
Kayıp yakınları, unutun gitsin. İşkence kurbanları, unutun gitsin. Katliamdan geçenler, kılıç artıkları, unutsanıza be kardeşim. 
Unutalım diye maarif çılgın Türkler gibi uğraşıyor. Büyük tarihçiler simli köşelerinden doğru yepyeni ve tertemiz bir tarih yazıyorlar yüz yıldır, Türk olana. Türkler Ermenileri kesmedi. Ermeniler kendi nefretlerinde boğulup kendi kendilerini yok ettiler. Rumları kovmadık. Kendileri gittiler. Kürtlere kıymadık. Dersim katliamı, yalan. 
Tarihi felaketleri ille anacaksak, ‘yiğidi öldürsek bile’ hakkını yemeyecek, vatanı uğruna kan dökmüş ‘şerrefli’ yiğitleri de ölenlerle birlikte anacağız. Bu vatan için kurşun atan da yiyen de şerefli ya. 

Van da Sivas da 
Haydi tekrar soralım: Ordu üzerinde olması gereken sivil tahakkümü sağladığı iddia edilen AKP hükümeti, Van’ın Özalp ilçesinde 33 Kürt vatandaşını kurşuna dizdirmiş olan ve Genelkurmay’ın yöre halkına ibret-nispet-gözdağı olsun diye adını verdiği Mustafa Muğlalı kışlası konusunda bile Hüseyin Çelik’in ve bizzat Başbakan’ın niyet belirtmesine karşın hiçbir şey yapamamıştır. Yakında adını değiştireceğiz diye söz verdikleri kışlanın adını Genelkurmay hâlâ sakınıp ileri kuşaklar için de saklamaktadır. 
Bir tek kışlasının, fevkalade savaş kışkırtıcılığı içeren, o topraklarda dedeleri-babaları katledilmişlere yönelik akıl almaz bir gösteri olan adını bile değiştiremeyen, orada mağdur olan halkının başını okşamayı beceremeyen hükümetin asker üzerindeki etkisine nasıl inanalım? 
Ama konumuz bu değil doğrusu. Konumuz, bu topraklarda basınından sivil kuruluşuna, yargısından sokağına devleti her halükarda koruyup, devletlileri tarihin tacizinden sakınan bir dilin her daim dolaşımda olması. Muktedir olmak da Muğlalı rezaletini görmezden gelmeyi gerektiriyor. 33 çulsuz Kürt köylüsünü kurşuna dizdi diye koskoca paşamızdan vazgeçecek değiliz ya. 
Şimdi de katillerle maktulleri hiç değilse tarihin belleğinde barıştırma projelerinden biri yürürlüğe sokulmuş durumda. 
Gerçekten insanın aklı bu kadarını almıyor. 

2 Temmuz, Sivas katliamının 18’inci yıldönümüydü. Madımak Oteli kamulaştırılıp Bilim ve Kültür Merkezi’ne dönüştürülmüştü. 
Binanın girişinde bir ‘Anı Köşesi’ bulunuyor. O köşede 37 isim var: Olaylar sırasında yanarak hayatını kaybeden 33 aydın, iki otel görevlisi ve onların yanında iki saldırgan. 
Evet, iki linççi de; oradaki insanları diri diri yakanlardan iki kişi de o duvarda saygıyla anılıyor. 
Bu arada bir validen insanlık da öğreniyoruz. 
Sivas Valisi Ali Kolat, olaya “İnsan merkezli baktığımız için hiçbir ayrım yapmadık.” deyivermiş. Böyle mangal yürekli, manda gönünden bir insanlık anlayışına varamamış olabilirsiniz, demeye getiriyor, vali efendi. 

Zaten lobideki Atatürk büstünün altına, ‘Toplumun içindeki farklı düşünceler, farklı inanışlar ne olursa olsun; milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesini bilen bir milletin başaramayacağı iş, aşamayacağı engel yoktur’ yazdırtmış ya. Anlayana. 
Anı köşesi alfabetik sırayla hazırlandığı için, ilk sırada saldırganlardan Ahmet Alan’ın ismi bulunuyor. Yaşamını yitirenlerin adlarının alt bölümünde: “2 Temmuz 1993 tarihinde meydana gelen elim olayda 37 insanımız hayatını kaybetmiştir. Böyle acıların bir daha yaşanmaması dileğiyle” cümlesi yer alıyor. Yan tarafta ise, Aşık Veysel, Pir Sultan Abdal, Aşık Ruhsati, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana Celaleddini Rumi ve Yunus Emre’nin özlü sözleri var. Ayrıca her ismin altında 24 saat akacak temsili çeşmeler bulunuyor. 
Aleviler elbette bu durumdan çok rahatsız oldu. 

Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı, basına gönderdiği yazıda, babasının adının o köşeden kaldırılmasını talep ediyor ve şöyle bitiriyor: 
“18 yıldır duygusal sebeplerle Sivas’a adım atmadım. Sadece bir utanç müzesi ya da bir insanlık anıtı yapılırsa gideceğimi söyledim. Şimdi gerekirse oraya gider o plaketi sökerim. Beni buna mecbur etmeyin. Bir zahmet siz kaldırın. Hemen!” 

İnsanlığa davet 
Valinin dilinden insanlığa davet ediliyoruz. Katilleri cürümleriyle andığımız için. 
Çünkü hâlâ linççilerden korkuluyor. Çünkü o gün o oteli yakanların büyük kısmı kaçtı, bir kısmı cezalandırılmadı. Katlettikleri canlar yanlarına kar kaldı. 
Çünkü kafaları bozulursa tekrar yakarlar, canlarını sıkanları. Onların bu katliamla yatıştırdıkları hassasiyetleri toplum olarak referans almak zorundayız. 
İşte katliamların üstünden ferahça atlayıp geçen tarih böyle yazılıyor. ‘O gün orada 37 kişi öldü. Kaderin oyunu. Ölen de öldüren de bizim insanımızdı. Dolayısıyla hepsini hayırla anmalıyız.’ 
Böylece dostlarımızı, yakınlarımızı, vatandaşlarımızı, insanları yakanlar, daha ileride birer kuruma, kuruluşa ad olacaklar besbelli. Yollarından gidenlerin yolları açık tutulacak. Onların hassasiyetlerine uygun olmayan yakılmayı hak etmiştir. 
Bu kafayla Deniz’in mezarının yanına Baki Tuğ’un yerini hazırlayın bari. 
Hrant’ın mezarına, ölümünde katkılarını esirgemeyenlerin listesi olan bronz bir plaket de mükemmel bir helalleşme yordamı olmaz mı? 
2 Temmuz günü otelin önüne yürümek isteyenler, valinin emriyle gaz bombalarına tutuldular. Yakılmadıklarına şükredelim. 

Maziye daldım 
Bianet, 3 Temmuz 1993’ün gazete manşetlerini derleyerek mükemmel bir hizmette bulunmuş. 
‘Hırsızın hiç mi suçu yok’ gazeteciliğinin nadide örnekleri, çok değerli gazetecilerimizin ağzından… 
Aziz Nesin’in büyük bir nefretle bu katliamın sorumlusu ilan edildiğini, katliamcı halkın hassasiyetinin nasıl anlayışla karşılandığını hatırlamıyor olabilirsiniz. Birkaçını aktaracağım. 
Öncelikle Sabah, Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Meydan gibi yüksek satışlı beş gazete “olaylara Aziz Nesin’in yaptığı bir konuşmayla neden olması”nı öne çıkarıyor, Hürriyet, bu konuşmanın “yerel basında abartılı bir şekilde yayınlanması”na vurgu yapıyordu. O gün yegâne hakikat duyurucusu Özgür Gündem’di. Manşeti, ‘Devlet gözetiminde katliam: 40 ölü’ idi. 
Sabah’a kalırsa olayın içinde Alevi-Sünni çatışması yoktu. Aziz Nesin tahrik etmiş, halk da galeyana gelmişti. Milliyet, Aziz Nesin’in Türk milletini yüzdelere bölüşünü hatırlatıyor, böylelikle Nesin’in kışkırtıcılığını tescilliyordu. 
Sabah’ta Mehmet Barlas, “Aydın olmak ve laik olmak inançlara saygısız olmak veya inanç sahiplerini küçümsemek değildir.” buyuruyordu. Yanarak ölmüş 35 kişinin üstüne. 

Cengiz Çandar daha fütursuzdu: “Sivas Faciası : Provokasyon ve Gaflet” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Devletin vurdumduymazlığı ve aczi “birey”in provokatörlüğü olgusunu ortadan kaldırmaz... ‘Türk milletinin yüzde altmışından fazlasının aptal olduğu’ kanaatini her yerde tekrarlayan Aziz Nesin’in bu saptamasında doğru bir husus var: Eğer seksenine dayanmış Aziz Nesin bunak değilse, Türk milletinin bir aptal ferdi.” 
Tansu Çiller, Sivas’ta 35 kişinin ölümüyle neticelenen olayların, Aziz Nesin’in tahrik edici konuşmasından kaynaklandığını söylemişti. 
Tercüman’da başyazının başlığı: “Şeytan Aziz”di. “Askerin ‘tayın bedeli’ni çalmak iddiası ve bu sebepten ordudan atılmak ile başlayan hayat macerasını kanlı bir olayla noktalama histerisine kapılan Aziz Nesin hafızasını yitirmiş olmalı ki akıl almaz görüş ve düşünceler öne sürerek Türk toplumunu manevi anlamda yaralayabilme gayreti içinde çırpınıp durmaktadır.” 

Demokrasi limonu Nazlı Ilıcak, “Müslümanlığa sövmek herhalde fikir hürriyetinin kapsamı içinde alınamaz. Aziz Nesin bir süredir belki de enteresan olabilme gayretiyle “sıra dışı” konuşmalar yapıyor halbuki mizah yazarı olarak kalsaydı, toplumumuz nezdinde şüphesiz daha saygı değer bir konumda bulunacaktı...” Ilıcak sonra da olayın abartılmaması gereken münferit bir katliam olduğunu belirtmeden geçmiyordu. Yani fikir hürriyeti kapsamında değerlendirilebilirdi. 
Bağlayalım. 
Devletimiz ve akılverenleri zaten hep Madımak’da yakanların yanında oldu. Bir ara bir Adalet Bakanımız katillerin avukatlığını üstlenmişti sözgelimi. 
Devlet, şimdi Sivas valisi eliyle, insanlık adına, katil yakınlarının, potansiyel katillerin, hassasiyeti kanlı dindarların sırtını sıvazlıyor. 
Her an yakılma tehlikesi altında yaşayanlar zaten belli değil mi? 
Onlardan hayır gelir mi bu yüce ulusa? 

Etiketler:
nefret