31/01/2013 | Yazar: Emre Korlu

"İbrahim yetim" derdi. Sofraya bir tabak da onun için koyardı. Bilmezdi sevgilim olduğunu!..

Serüvene koşmak için
Trenler bekliyorsan,
Güneşini yakalayıp gözüne yerleştirmek için
Beyaz yelkenlerin gelip seni almalarını bekliyorsan,
Yarına inanmak için
Gün batımına,
İyi kalpli görünmek için
Zayıflığa,
Ve güçlü görünmek için öfkeye ihtiyacın varsa,
Demek ki hiç bir şey anlamadın.

Bertolt Brecht
 
Selim’in annesi memlekete sırf tarhana getirmek için gidiyor. Ama ne tarhana! Şöyle tereyağlı… 
 
İbrahim, onu içerken  “buna tapabilirim “ diyor. Keşke bana tapsa diye geçiriyorum içimden…
 
Yıl 1980. Üç arkadaş Balat’ın yollarını aşındırıyoruz.
 
O zamanlar Sultan Selim Kız Meslek Lisesinin önünde bekleyip kızlara laf atanlar, öğrencilerin sert tepkileriyle karşı karşıya kalıyorlar. Yani, 1971 muhtırasından  sonra herkesin mangal gibi yüreği var.
 
Selim, kelimelere başka başka anlamlar yüklemeyi seviyor. Çapkın olmanın dışında çula çaputa büyük değer veriyor; ekmek parası böyle bir şey işte. Annesiyle rahat geçinmek, sobanın üzerine koyduğu ekmeklerin kızarmasını izleyerek ilerleyen zamanın, içinde bıraktığı huzura verilen ad…
 
Sevgilerini kıskanıyorum.
 
Annesini de öyle.
 
***
 
Ve İbrahim, soyağacım. Balat’taki evlerin çatılarına hapsolan güneş. Güneydoğunun yanık tenli Kürt çocuğu. Sırtında doğum lekesi taşıyan, dağlara âşık diye terörist olarak anılanım, ah Gâvur Dağım!
 
Nasıl zor bir yıl 1980.  O yıl ölümü, herkese yakıştırıyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin özgürlüğümüze duvar ördüğü ve emir üzerine emir yağdıran, sokaklara hükmeden adamların, o günü, 12 Eylül’ü beynimize çaktığı yıl…
 
Balat’ın herhangi bir mahallesinde oturuyoruz. Genelde Balat’ın her mahallesi herhangidir.
 
Selim’in annesi pencereden bağırıyor oğluna: “Söyle onlara ekmek lazım. Aç kaldığımızı söyle!”
 
Saklıyız. Biri mi geziniyor dünyada ne
Yok canım, bize öyle geliyor
Peki, bu ayak sesleri
Merdivenleri çıkıyor Diran
Yani yaşıyor olmak
Yaşamakla bağdaşamaz bazen.
 
Edip Cansever
 
Sokağa çıkma yasağı İbrahim’i görememek demek. Ona tam da aşkımı itiraf ettiğim günler… Darbenin üç yıl sürecek lekeleri, ayak izleri vs. Bir gün önceden ekmek stoklayabilmek için girilen kuyruklarda İbrahim’i arayan gözlerim.
 
Kürt, Yahudi ve Türk üç arkadaşın bir araya geldiği o ev. Perdeleri kapayıp, mum ışığında oturduğumuz ve Selim masanın başına sinmiş şiir yazarken,  bir başka odada İbrahim’le seviştiğim saatler...
 
Nasıl arıyorlardı evleri bir bilseniz. Kimse ağzını açamıyordu. Buna yeltenenler soğuk bakışların hapsine giriyorlardı. Nasıl olduysa her birimiz suçlu gibiydik. Radyodan takip ettiklerimiz kanımızı donduracak cinstendi. Tonlarca gazete, dergi ve kitap imha ediliyordu. Binlerce kişi gözaltına alınıyordu. Yılmaz Güney aşığı olmanız bile bir tutukluluk sebebiydi artık. Açılan her 210 bin davada binlerce kişi tutuklanıyordu. İnanılır gibi değildi. Mahalleden saklamaya çalıştığımız eşcinsel aşkımızla birlikte; neredeyse gizli saklı hiçbir şey kalmıyordu. Türkiye darbeyle çalkalanırken dile düşmekten korkuyorduk. 
 
Sokağa çıkma yasağının işimize yaradığını fark etmeye başladım. Belli saatler arası kimsenin başını kapısından çıkaramıyor oluşu lehimize işleyen bir süreçti sanki.
 
İbrahim’le beni kimse öğrenemezdi.
 
Çocuklara sevimli gelen ev bahçelerinde oynanan saklambaçlar ve büyüklerin sabaha kadar süren sohbetleri gibi bu aşkın mahallede yayılmamasını çocukça bir telaşla şansımız olarak görüyorduk. Lakin dedim ya darbe hiçbir şeyin gizli kalmaması demekti. 
 
***
 
Dedem "biz Yahudilere rahatlık vermezler!" deyip duruyordu. 1942’nin 11 Kasım’ı mağdurlarından biri olmak, her felaketten yara alırım endişesini taşımaktı. Dedemin tüm hatırladığı  "karaborsacı Yahudi" tiplemesiyle çizilen karikatürlerin her gün yayınlanan gazetelerde boy göstermesine neden olan Saracoğlu’nun ırkçı yüreğiydi.
 
Yani varlık vergisinin harflenmiş gayrimüslimleriydik biz. Neredeyse yarım asır yaşamış birine bu acıları yaşatan Türkçü kafanın günahını bağışlayabilecek bir Tanrı’nın varlığına bile inanmıyordum.
 
***
 
Sigaramın dumanına sarsam saklasam seni.
 
Benim küçük Ponyim izlerken en çok zevk aldığımız çizgi karakterdi. O evde oturup saatlerce uyur ve uyanık kaldığımız zaman aralıklarında TRT 1’i takip ederdik. Radyoda Kenan Evren’in kulakları tırmalayan sesini Evrenin Hakimleri sustururdu sanki.
 
Biz kimsenin hikâyesi olmadık. Komşu kızının gözlerinden girip ağzından çıkmadan önce dışarı da güya kaza kurşunuyla ölen herkes gibi, kediler ve köpekler de hızlı nefes alıp verişlerle ölürken biz yedi ay’ı gizli tutulan bir aşkın tutanaklarıydık.
 
***
 
Selim, sıkı break dansçılardandı. Benim aynı ana ve babadan olmayan kardeşim...
Kulağına taktığı küpeyle mahalleliyi kendine düşman eden, bundan yüksünmeyen...
 
Ve Mihriban seks işçiliği yapıyor diye ahlakçı kesilenlerin intihar niyeti...
 
Dedim ya, Balat’ın her mahallesi herhangidir.
 
Zaten darbe günleriydi. Saçma sapan nedenlerden ötürü tutuklananların bir ay’a yaklaşmadan intihar haberleri duyuluyordu. Bir nesil yok ediliyordu yani. Hapishaneye gönderilenler işkencelerden tanınmayacak hale getiriliyorlardı. Çocuklarıyla yetinmeyip annelere de bu işkencelerin uygulanmasında bir sakınca görülmüyordu.
 
‘şimdi’ ve ‘burada’ olmanın kederine karşı çıkmadım.

Dünyada iki kapılı bir han gibi durmanın,
buraya böyle gelmiş olmanın,
gecene yol açmanın ki içinden rüzgar geçirmenin
ne büyük güç istediğini anladım.
 
Durmanın ne büyük sabır…

İçimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki,
bölünmüş bir hatırayım ben
dünya’ya dağılan.

ve şimdi biliyorum, neden,
yaş akıyor
atımın sol gözünden.

Birhan Keskin - Yolcu
 
Öyle çabuk yayıldı ki bu ilişki... 1980 darbesinin dışında biz daha mühim bir mevzu idik artık. 
 
Öyle ki Mihriban’ı onların üzerine hızlıca yürürken gördüm. Selim apartmanın önünde durmuş çekirdek çitliyordu. Bir anda bir kavga çıkıyordu az ötesinde…
 
Mihriban kalabalığın arasında kayboluyordu. Adımı seslenenleri susturmak istercesine aşağı indim. İbrahim’in tam karşımda titreyerek “öğrenmişler!” dediğini duyuyordum sadece. Selim koca bir kalabalığı tutuyordu. Taşlı sopalı saldırının altında eziliyordu, Mihriban. O transseksüel; yorgun bir seks işçisi…
 
İbrahim’e gelmemesini söyleyerek koştum kalabalığa doğru…
 
Ellerimde Mihriban’dan kalan cansız bir beden ve bir tomar saç vardı. Hani dedem diyordu ya, varlık vergisi bizleri işaretledi diye. Mihriban da o işaretlenenlerin arasındaydı. Dönme (d) adı verildi ona.
 
En çok güvendiğim adam saldırdı üzerime, mahallenin en baba ağabeyi.  Birinin acısına, yasına düşmüşken güçlü olamazdım. Lakin, İbrahim gavur dağım. Sol yanım, o adamın elindeydi. Linç ediliyorduk. Selim ‘in boynundaki cevşenin başka bir el tarafından kopartıldığını gördüm. Sonra yere düştüğünü…
 
***
 
Annem Balat’ın en güzel kızı…
 
Oğlu sırf eşcinsel diye gözleri önünde katledilenim. Apartman kapısında İbrahim diye bağıranım. Gözlerinde bir hayatın ölümüne tanık oldum ben. Orada... "İbrahim yetim" derdi. Sofraya bir tabak da onun için koyardı. Bilmezdi sevgilim olduğunu!..
 
Bir mahalle kavgasında tanıdı bizi.
 
İbrahim’i başından vurdular. Beni de öldürün lannn! diye bağırdım. Sağ gözüm karanlık bir kapı...
 
Son kez gördüm annemi.    

Etiketler:
İstihdam