18/03/2010 | Yazar: Adnan Yıldız

Kaan Sezyum, Twitter’dan bir öz-eleştiri getirmiş:“İşte tivitır gerçeği. Türkiye'de parti kapatıldı, herkes Berluskoni'nin yediği dayağı konuşuyor.

Kaan Sezyum, Twitter’dan bir öz-eleştiri getirmiş:“İşte tivitır gerçeği. Türkiye'de parti kapatıldı, herkes Berluskoni'nin yediği dayağı konuşuyor. Sosyal alem g*t olmuş.” Biraz sitem ediyor, kendiliğimize, yaşadığımız anti-demokratik şokun hakkını veren bir toplumsal tepki ortaya koyamamanın da acısıyla. Medyanın içinden. İzlediğim kadarıyla, temel tartışmayı özetleyen bir görüş açısı farkı var; o da kararın siyasi mi yoksa hukuki mi olduğu ikileminde doğan bu zemin ne yazık ki önemli bir başka noktayı atlamakta. Karar insani mi?
 
AKP’nin buna, başından geçenlerden sonra yaklaşımı temkinli, “Anayasa Mahkemesi’nin kararına saygılı olalım” mesajı verilerek, açılım sürecine devam edileceğine dair vurgu yapıyor. Demokrasi anlayışı buraya kadar. Kendine müslüman parti. Daha geniş bir açıyla resme yaklaşınca, detaylardan uzaklaşmanın verdiği spekülatif mantıkla, karar mercilerini hem de oy birliğiyle bu noktaya getiren mantık zincirine odaklanmak istedim. Biraz kültürel psikoloji ve biraz da medya eleştirisi olarak yeniden şekillendirmek istediğim bir durum var. Devletin en üst yargı organının perspektifinden, AKP’nin değil de DTP’nin kapatılmasını değerlendirdiğimde, medya ilişkilerinde kullandıkları basın açıklamalarına bakınca bir ortaklık söz konusu. Yani devletin en üst mahkemesinin rejim tehlikesinden çok, bir partinin terör ilişkisini göz önüne alarak hareket ettiğini görüyorum. Yani AKP’nin “savunmasını” kabul eden mantık kuruluşu, DTP’nin 3 aylık ek savunma isteğini1 ay ile sınırlayarak karşıladı; Venedik Kriterlerine dayalı savunmayı ise, İspanya’daki Bask örneğine dayalı bir gerekçe ile reddetti ve partiyi kapatma kararı aldı. Yani yeni anayasada Cuma Namazı tatili olacak; ama Kürt Açılımı biraz bekleyecek mi?    
 
Murat Belge, Taraf’taki köşesinden duruma ilişkin yazısında kapatma kararını beklediğini bildiren bir soğukkanlılıkla, “Böylece Tokat’ta cinayet işleyen PKK ile Devlet Partisi aynı noktada buluştular. İkisi de taretlerini “Demokrasi ve Barışçı Çözüm” girişimine çevirmiş durumda. Kürtlerin içinde “dağa inananlar” bu karardan sonra dağa daha çok inanacaklar. Demokrasiye inananlar, neye güvenip de demokrasiye inandıklarını açıklamakta daha fazla güçlük çekecekler. İki tarafta da, “savaşa devam!” narası atanlar bu noktada davayı kazanmış durumda.” diyerek şahane bir durum analizi ortaya koydu. Durumdan en memnun görünen kesim anti-açılım konusunda ağız birliği eden ve aynı cephede bulunmaktan öykünmeyen CHP+MHP ve Öcalan ekseninde gelişen bir zıt kutuplar ilişkisi. Diğer yandan uzun vadede gündeme yansıyacak en dişe dokunur umut çekirdeği, 30. yılını dolduran darbe anayasasının geçerliliğini artık sonunda liberallerin de sorgular olması şeklinde basına yansıdı; yani DTP vakasından çok, parti kapatma konusundaki mevcut yetki ve süreç ilişkisi artık kimsenin, hatta kapatma kararını verenlerin bile içinin pek rahat etmediği bir şekilde işledi. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’in tipik bir memur söylemiyle kurduğu cümlelerinde “Siyasi partilere, ilgili ve ihtiyaç duyulan anayasal ya da yasal değişiklikleri yapması için her fırsatta çağrıda bulunduk. Ancak bu çağrıları biz siyasilerimize duyuramadık.” diyor. Ne desin?
 
Yeni Anayasa tartışmaları sürerken, DTP’nin siyasi tarihimize en önemli katkılarından biri olan cinsel yönelim tartışmasını hatırlatmak gerek. Sebahat Tuncel’in Meclis’e verdiği soru önergesine zamanın Adalet Bakanı’ndan “Türkiye’de cinsel ayrım yoktur” diye cevap alan Tuncel, Ali Erol’a verdiği röpörtajda, “...Sayın Adalet Bakanı’nın soru önergemize verdiği yanıt ne yazık ki -sorunun yaşandığını kabul etmezsek sorun da göz önünden kalkar- yaklaşımının bir ifadesidir. Bu tutum ise hem dışlayıcı, hem de LGBTT bireylerin maruz kaldığı ayrımcı uygulamaları ve fiziksel saldırıları meşrulaştırır, mazur görür niteliktedir” demişti. Sanırım DTP de aynı bakış açısının kurbanı. Ortada genel bir mantık hatası var. Kapatılarak, üstü örtülerek, gündem değiştirilerek ilerleyen siyasetin Türkiye’nin mevcut sorunlarının çözümünü ertelemekten, daha fenası sorunları görmezlikten gelmekten başka bir açılımı yok. Yani açılım gerginliği, parti kapattırdı. Tokat’ta yaşananların acısı kullanılarak yapılan ikiyüzlü siyaset, Kurtlar Vadisi senaristlerini hatırlatan bir fırsatçılık ve zamanlamayla gerçekleşti. 
 
Ama ben umutsuz değilim. Ankara’nın kirli havasına yakışmayan diyalog insanı Ahmet Türk’ün siyaset yapmasının yasaklanmasıyla ilişkin sorulara, “Türkiye bir gün demokrasiye kavuşacaktır” inancıyla hareket ederek cevaplamasını çok önemli buluyorum. Benim barış ödülüm Obama’ya değil, Ahmet Türk’e. Gecemi bir Yılmaz Güney filmini dumana boğarak (Umut), Mehmet Uzun’dan bir alıntıyla bitiriyorum. ‘Umut, yaşanan hakikatlerin bir üst düzeyidir; arzuladığımız hakikatlerin dinamosudur. Barışa ilişkin eylem planımızın ilk adımıdır. İnsanlık tarihinin bize öğrettiği hakikatlerden biri de şu; hiçbir siyasal ya da toplumsal atılım, değişim ve yenilenme umudu olmadan gerçekleşmez. Umut, imkânsız bir sevda değil; imkânsızı gerçeğe dönüştürecek bir yol haritasıdır.’’  


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam