09/05/2012 | Yazar: Özlem Sönmez Ertem
Hem nitelik hem de nicelik olarak yoğun bildiri akışı içinde gerçekleşen iki günlük Masumiyet Müzesi Sempozyumu sonrası, aldığım notların hepsini burada paylaşmaya imkân yok.
Hem nitelik hem de nicelik olarak yoğun bildiri akışı içinde gerçekleşen iki günlük Masumiyet Müzesi Sempozyumu sonrası, aldığım notların hepsini burada paylaşmaya imkân yok. Ama sunumunu merakla beklediğim iki konuşmacıdan biri olan Talat Parman’ın yaklaşımından yola çıkarak, elbette kitabı okumuş olanlar için, orada imkân olmayanı burada deneyebilir ve bir soru sorabilirim.
Psikiatrist ve Psikanalist Talat Parman, “Nedir Kemal’in Hastalığı?” başlıklı konuşmasının hemen girişinde: “Babasının ölümünden hemen sonra ‘Nihayet annemle yalnız kaldık’ cümlesinden yola çıkarak, Kemal’in, çözülmemiş bir ödipal karmaşanın içinde olduğunu söylemek, insan ruhsallığının karmaşıklığı düşünülünce, aceleci ve yüzeysel bir açıklama olur,” dedi. Parman, Freud’un 1914 yılında yazdığı “Yeniden Anımsama, Yineleme ve Özümseme” isimli kitabına yaptığı atıfla, bellek üzerine şekillendirdiği konuşmasına, “eşya/müze”nin çağrıştırdıklarının tam tersine işaret ederek şöyle devam etti: “Anımsamama hastalığı! Anımsamak yerine hiç unutmamaya çalışarak yeniden yaşamaya çalışmak. Bunlar, anlar yerine içselleştirilmemiş yaşantı izleridir. Yineleme de anımsamanın tersidir. En önemli olan anımsanamaz. Yinelemede ızdırabın izi vardır. Canla başla yaşanılanı yinelemek. Bu patolojinin özgün bir örneğidir. Yineleme, yıkıcılığa eğilimin ilk aşamasıdır.”
Romanda Kemal’in tekrar tekrar yaşadığı ızdırabın/hazzın yinelenmesinden yola çıkarak, bizi baba ve oğlun aynı “kaderi” paylaşıyor olduğu ilüzyonundan kurtaracak bir başka yineleme/aktarıma bakılabilir mi? Her ne kadar Ayşe Düzkan, konuşmasının sonunda bu benzerliği romanın en masum noktası olarak adlandırsa da, bana göre en ürpertici ve derinlikli bağını oluşturuyor:“Çok çok acı çekiyordum. Ağabeyin evlenmişti. Sen Amerika’daydın. Ama tabii acımı annenden saklamaya çalışıyordum. Hırsız gibi bir köşede gizli gizli acı çekmek de bir başka acıydı.
…Bir otelde aile taklidi yapar gibi yaşıyorduk. Acımın hiç dinmek bilmediğini, böyle giderse delireceğimi görüyor ama yapmam gereken şeyi bir türlü yapamıyordum. Aynı günlerde, o da çok kederliydi; bana kendisine evlilik teklif eden bir mühendis olduğunu, ben karar vermezsem bir başkasıyla evleneceğini söyledi. Ama ciddiye almadım.
…Onun İstanbul’da bir yerde yaşadığını, gazeteleri açıp benim okuduğum haberleri okuyup benim seyrettiğim televizyon programını seyrettiğini hayal edip onu hiç görememek beni çok üzüyordu. Bütün hayatın nafile olduğu duygusu üzerime geliyordu.”
Kemal, babasının hikayesi ve dilini, özellikle “sanki hayatımın merkezi dağılmış, geçmişim dünyaya gömülmüştü” diyerek anlattığı babasının ölümünden sonra, yoğun biçimde tekrarlamıyor mu? Üstelik babasının acısı ile Füsun’un acısı iç içe geçmişken.
Peki bu iki yüz, sadece farkında olmadıklarımızı hatırlatmak için, Füsun ve Kemal’e ait olabilir mi?
Etiketler:
