30/05/2013 | Yazar: Zeynep Akkuş

AKP’nin ‘insana insan olduğu için değer verip yasalar önünde herkesi eşit saymasından, yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevdiğini her vesileyle dile getirmesinden’ dem vurdu

Mecliste dün gerçekleştirilen ve “tarihi” önem arz eden görüşmeler sırasında, lehte sunumların ardından Türkan Dağoğlu konuşmasına başladığında, AKP milletvekili olmasına ve aleyhte konuşacağını en baştan belirtmesine rağmen, ne yalan söyleyeyim, 1974 yılında Amerika’da, 1992 yılında da Avrupa’da psikiyatri dernekleri bunu araştırdı ve araştırmalarının sonunda şöyle bir sonuca varıldı” cümlesini dinlerken geçen birkaç saniye boyunca çocuk gibi -salak bir çocuk gibi- umutlandım. Sonuçta, kürsüdeki hatip koskoca bir tıp doktoru, dahası bir profesördü ve partisinin bu konudaki bilindik tutumuna rağmen, saygın tıp çevrelerinin konuyla ilgili fikirleri hakkında doğru bilgi sahibi olmalıydı. Ama hemen ardından donup kalmama yol açan şu sözler patladı kulağımda: “Bu, biraz evvel diğer konuşmacıların da belirttiği gibi, kısaca ‘LGBD’ dediğimiz durum, normal dışı bir davranıştır. Bu normal bir davranış değildir.”
 
Sonrasında AKP’nin “insana insan olduğu için değer verip yasalar önünde herkesi eşit saymasından, yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevdiğini her vesileyle dile getirmesinden” dem vurdu, “…sivil toplumla ortak bir çalışma yürüterek, trans bireylere yönelik nefret saldırıları ve cinayetlerinde ön alıcı tedbirler getirilmesi, aksi yönde davranan görevlilerin ve yargı mensuplarının keyfî veya ayrımcı gerekçelerle kararlar almasının etkin şekilde önlenmesi” gerektiğini söyledi ama hayır...
 
Dağoğlu’nun dünkü konuşması, meclis çatısı altında homofobinin ve transfobinin bangır bangır dillendirilmesinden başka bir şey değildi.
 
Türkan Dağoğlu, homofobik ve transfobik söylemlerde bulunan ilk AKP’li kadın milletvekili değil. Kadın ve Aileden Sorumlu eski bakan Aliye Kavaf’ın “Eşcinsellik hastalıktır” yönündeki açıklaması hâlâ hafızalarda. Ama Dağoğlu’nun dün mecliste sarf ettiği sözler Kavaf’ın homofobisini fersah fersah geride bıraktı. Kavaf olayında, karşımızda, kendisine bakan koltuğunu layık görenlere duyduğu borcun altında ezim ezim ezilen, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türkoloji Bölümü mezunu, 7 yıl lise öğretmenliği yapmış bir kadıncağız vardı ve her ne kadar sakıncalı da olsa, sonuçta “ben”lerle, “bence”lerle konuşuyordu. ("Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence.") Ama dün, öneri aleyhinde söz alan Türkan Dağoğlu, profesör titrine sahip, İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde yapılan Dünya Forumu’nda kendi adına "Şeref Madalyası" almış bir hekim.1 Gerçi öğrenim gördüğü alan (Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları) ve ABD’de yaptığı üst ihtisas (Yenidoğan Bilim Dalı) kendisine LGBT’ler hakkında bu kadar kesin bir dille konuşma imkanını, donanımını ve hakkını yine vermiyor ama mesleğine başlarken Hipokrat yemini ettiğini hatırlaması ve kamuoyuna, 1974 ile 1992 yıllarında Amerika ve Avrupa’daki hangi psikiyatri derneklerinin hangi araştırmasının hangi sonuçlarından söz ettiğini net bir biçimde açıklaması gerekiyor. Ha, tıpkı konuşması sırasında “LGBT” terimini ısrarla “LGBD” olarak yanlış telaffuz ettiği gibi, LGBT hareketinde çok önemli kazanımların elde edildiği 1973 ve 1990 yıllarını da 1974 ve 1992 olarak yanlış biliyor ya da hatırlıyorsa, o yıllarda neler olduğunu kendisine biz hatırlatalım:
 
1973 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği (iki yıl sonra da 1975’te Amerikan Psikoloji Birliği) eşcinselliği "akıl hastalıkları teşhis ve istatistikleri kılavuzu"ndan çıkardı.2
 
Ardından 1990 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 17 Mayıs 1990 tarihinde aldığı kararla eşcinselliği "uluslararası hastalıklar sınıflaması"ndan çıkardı (ki, bu kararın alındığı 17 Mayıs, dünyada “Uluslararası Homofobi, Bifobi ve Transfobi Karşıtı Günü” ilan edilmiştir). Türkçe’de UHS olarak bilinen ve sağlık sorunlarının uluslararası sınıflama ölçütü olan ICD-10’a göre cinsel yönelim artık tek başına, bir rahatsızlık/hastalık olarak kabul edilmemektedir.
 
Daha geçtiğimiz yıl, 17 Mayıs 2012’de, Pan Amerikan Sağlık Örgütü (PAHO), hükümetlere, akademik kurumlara, meslek birliklerine çağrıda bulunarak bireylerin cinsel yönelim farklılıklarına saygı gösterilmesi gerektiğini vurguladı, “onarım terapisi” ya da “dönüşüm terapisi” adı altında uygulanan sözde tedavilerin insan sağlığı açısından ciddi tehditler oluşturduğuna3 dikkat çekti.
 
Hal böyleyken, ortada bu kadar saygın ve köklü kurumların vardığı kararlar ve hükümler varken, sayın milletvekilinin, konuşmasında hangi kurumlardan söz ettiğini açıklaması şart olmuştur (Yine de, bir musibet bin nasihatten iyidir diyerek, Dağoğlu’nun bu sözlerinin, toplumda, Kavaf’ın sözlerine duyulandan kat kat fazla bir tepki oluşmasına yol açacağını umalım).
 
Dağoğlu’nun, konuşmasının belli bir noktasından itibaren öneriye eşcinsel evlilikler açısından karşı çıkması da manidardı. Anlaşılan Dağoğlu’na bunu da hatırlatmak gerekiyor ki, dün mecliste Binnaz Toprak ve arkadaşları tarafından gündeme getirilen önergenin amacı, eşcinsel evliliklerin kabulü değil, "lezbiyen, gay, biseksüel bireylerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi"ydi. Dağoğlu’nun Dominique Venner gibi bir fanatik bir figürün intiharından söz etmesi nasıl bir talihsizlikse (7 Kasım 1956’da Fransız Komünist Partisi’nin bürosunu basıp yağmalayanlar arasında yer alan Venner sadece eşcinsel evliliklere değil, Müslümanların Fransa’ya ve Avrupa’ya göç etmesine de karşı olmasıyla tanınıyor) eşcinsel evliliklere Türkiye dâhil birçok gelişmiş ülkenin, hatta ve hatta ileri demokrasi gösteren ülkelerin kamuoylarının hazır olmadığı”nı söylemesi de içinde bulunduğu büyük yanılgının diğer bir tezahüründen başka bir şey değildir. Bu tür tartışmalarda her fırsatta sığınılan “Toplum henüz hazır değil” söylemi ise, toplumun söz konusu yeniliğe ya da değişime “hazır olacağı” zamanın gelişini süresiz bir biçimde ötelemekten başka bir işe yaramaz, yaramamıştır da. Sonuçta toplum hazır olsun ya da olmasın tıpkı Güney Afrika, Arjantin, Belçika, Brezilya, Kanada, Danimarka, İspanya, bazı eyaletleriyle ABD ve Meksika, İzlanda, Norveç, Hollanda, Portekiz, İsveç, Uruguay, Yeni Zelanda gibi, Fransa da tıpkı eşcinsel evlilikleri kabul etmiştir. Türkiye’de ise bırakın eşcinsel evlilik hakkını, LGBT bireylerin yaşadığı -bazılarını Dağoğlu’nun dahi inkar edemediği- sorunların araştırılması bile “Ahlaksızlıktır bu!” haykırışları arasında, neredeyse bir de üstüne davul zurna çalınacak bir coşkuyla reddedilmiştir.
 
Varılan noktada görüldüğü üzere…
 
Demek ki Ahmet Yıldız’ın, Roşin Çiçek’in ve daha nice LGBT kurbanın birinci derece akrabaları tarafından öldürülmelerinin nedeni merak edilmemekte ve merak edilsin de istenmemektedir…
 
Demek ki LGBT bireylerin uğradığı hak ihlallerini ortadan kaldırmak için neler yapılması gerektiği üzerine kafa yorulmamakta ve yorulsun da istenmemektedir…
 
Demek ki LGBT bireylerin yaşadığı istihdam sorunlarına çözüm bulmak için uğraşılmamakta ve uğraşılsın da istenmemektedir…
 
Demek ki özelikle trans bireylere her türlü tehlikeye açık seks işçiliğinden başka bir yol sunulmamakta ve sunulsun da istenmemektedir…
 
Demek ki kimi LGBT bireylerin sonu intihara varabilecek psikolojik sorunlarla boğuşmalarına kafa yorulmamakta ve yorulsun da istenmemektedir…
 
Demek ki LGBT ailelerinin ve LGBT dostu kişilerin verdiği mücadele önemsenmemekte ve önemsensin de istenmemektedir…
 
Demek ki LGBT bireylerin ve STK’ların birtakım yayın organlarınca çeşitli itham ve hakaretlerle hedef gösterilmeleri ciddiye alınmamakta ve alınsın da istenmemektedir…
 
Demek ki LGBT bireylerin istenmeyen kişiler ilan edilmelerinin, barınma haklarının gasp edilmesinin ve sokakta yürüyemez hale getirilmelerinin ortadan kaldırılması için hiçbir çaba harcanmamakta ve harcansın da istenmemektedir…
 
Demek ki LGBT bireylere yönelik daha öğrenim hayatlarından başlayan her türlü onur kırıcı davranış ortadan kaldırılmaya çalışılmamakta ve kaldırılsın da istenmemektedir…
 
Demek ki LGBT bireylerin karikatürize edilmeleri, saçma sapan yapımlarda alay konusu haline getirilmeleri ortadan kaldırılmaya çalışılmamakta ve kaldırılsın da istenmemektedir…
 
Dünkü önergenin reddinden sonra ortaya çıkan bu tablonun eksiği var fazlası yok. Keşke Binnaz Toprak’ın dediği gibi AKP’li [vekiller] tartışmaları dinlemeden sırf oy vermek için” gelmeselerdi; keşke “Benim Çocuğum”u, “Zenne”yi izleseler, kürsüde anlatılanları empati kurmaya çalışarak, can kulağıyla dinleselerdi. Kim bilir, belki o zaman hakikaten olumlu oy verebilirlerdi. Çünkü sonuçta Ertuğrul Kürkçü’nün de gayet büyük bir isabetle belirttiği gibi, “Bütün hak silsileleri birbirine temelden bağlı. Birini ihmal ya da birini inkâr ederek geri kalanları hakikaten savunduğunuza ne bizi ne başkalarını inandırabilirsiniz. (…) Bütün mesele, homo olmadığın hâlde homonun hakkını savunmaktır. Kendileri gibi olmayanların onların haklarını savunduğu gün, Türkiye başka bir ülke olacak. Türkiye, Türklerin Kürtlerin hakkını savunduğu zaman, heteroseksüellerin eşcinsellerin hakkını savunduğu zaman, erkekler kadınların hakkını savunduğu zaman, yaşlılar gençlerin hakkını savunduğu zaman, hâli vakti yerinde olanlar yoksulların yanına geçtiği zaman hakikaten başka bir ülke olacak.”
 
1 http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/milletvekillerimiz_sd.bilgi?p_donem=24&p_sicil=6759
 
Türkan Dağoğlu'nun konuşması: http://www.youtube.com/watch?v=qguEWBW2_-w 
 
 

    


Etiketler:
İstihdam