19/04/2014 | Yazar: Rıza Yalçın Koçak

"Her Mert’in ardından gözümüze gelip konan yaşlar bir anlama mazhar olsun istiyor isek içimizdeki Aykut’u görmek, sonra onu gömmek gerekiyor."

Yaşı kaç olursa olsun bir insana bir işi onun iradesi dışında yaptırmak duyana-görene-bilene yeteri kadar ızdırap verdiği vakit kimi denklemlerin çözümü, insanoğlu açısından kolaylanacaktır. Bir insanın sözünü engellemek, iradesini çiğnemek, fiziken onu tutsak eylemek, şiddet uygulamak biçiminde sayılıp çoğaltılabilecek bu –irade düşmanı- müdahaleler yaşadığımız ortamı bazı zaman çok çekilmez bir hale koyabiliyor.
 
9 yaşında bir çocuğun tecavüz edilip akabinde boğulmak suretiyle katledilmesi ne hikmet ise kanunda da karşılığı bulmuş bir korkunçluğu barındırıyor: “Canavarca his!”
 
Oysaki; Mert için “canavarlar” yalnızca masallarda rastladığı kötü karakterler olmalıydı. Mert, düşlerinde bu canavarlara karşı verdiği savaşı kazanan bir kahraman olduğunu düşünerek uyumalı, uyudukça büyümeli, yaşamalı illa ki yaşamalıydı…
 
Bahsini ettiğimiz çekilmezlik halinin hudutları öylesine genişledi ki! Yüreğimizi sızlatan bir dizi gerçekliği reddetme eğilimi gösteriyoruz ısrarla. Çocuk ölümlerine dair sızımızın son mimarı Berkin’in toprağı henüz kurumadan, Mert’in yasıyla burun buruna geldik. Birbirlerinden beter bu ölümleri yarıştırmıyoruz elbette. Hiç birini anlamından, sonucundan, acısından kelli bir diğerinden üstün tutmuyoruz. Amma lakin sebeplerine dair iyi düşünmek gerekiyor. Biz Mert’in hatırasına o işe koyulmak lazım gelir diye düşünüyoruz…
 
Sana dair söyleyecek sözümüz yok, çocuk. Anlatmaya çalışacaklarımız pek bir yabancı sana. Yaşadığın ama farkına bile varamadan çekip gittiğin bu ellerde her bir şey pek karmaşık. Eşkıya’nın Cumali için ettiği son dua ile uğurladık seni. Duy e mi?
 
“Korkma sadece toprağa gideceksin/ sonra toprak olacaksın/ sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin/ Oradan özüne ulaşacaksın/ Çiçeğin özüne bir arı konacak/ Belkim o arı ben olacağım…”
 
Bir de Aykut var. Korkunç bir canavar. O ruhiyeyi 23’lük bedenine sığdırmış bir düşkün. Bir sapkın.
 
Soğukkanlılıkla anlatmış yaşadıklarını. Mert’e yaptıklarını. Olaydan hemen sonra Erzurum’a gitmiş. Emniyet basına yanlış görüntüleri verdiği için rahatlamış, aranmadığını düşünüp, polislerden yol parası alarak, Kars’a geri dönmüş. Mert için yapılan yürüyüşe katılmış. Aileye başsağlığı dilemiş. Askerde iken üç erin kendisine tecavüz ettiğini iddia etmiş. Güvenlik gerekçesiyle götürüldüğü Erzurum H Tipi Hapishanesinde bileklerini kesmek suretiyle intihara kalkışmış. Akabinde Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesine kaldırılmış.
 
Ne kadar korkunç bir hikaye değil mi? Aklımızın ucundan geçmezdi böylesi! Bir de askerde tecavüze uğradığını söyleyerek kendi pisliğini nerelere bulaştırıyor, pes doğrusu!
 
Cinselliğin insani bir eylem biçimi olduğunu vitrinde reddetmek bu topraklar açsısından namus, şeref, haysiyet, onur, gurur gibi erdemlerin turnusol kağıdı oluvermiş, her bir şerin kaynağı iki bacak arasında aranıp duruyormuş kimin umurunda! Tecavüz, taciz, ensest, cinsel şiddet gibi vakıalar bastırılmış cinsel dürtülerle ve toplumdaki cinsellik algısıyla doğrusal bir denklem içindeymiş, kim ne yapsın? Biz pür-ü pak bir millet olarak bunları hiç önemsemeyiz! Peki!
 
Çocuk pornosunun dünyadaki en büyük merkezlerinden birinin İzmir Torbalı olduğunu biliyor muydunuz? Toplum olarak uçkurumuza endeksli bir yaşam idame ettiğimizin farkında mısınız? Ülkemizde politika belirgecinin bile ‘siyasi figürlerin’ seks kasetlerine bağlı olarak değişebildiğini görmüyor musunuz? Bizim ülkemizde tecavüz sanıkları mahpushanede nasıl karşılanır, bilmeyen yoktur değil mi? Çok hassasızdır bu konuda! Kadınların, çocukların, LGBTİ’lerin sokakta tacize ve tecavüze uğrama oranı neredeyse ‘dakikada bir’ biçiminde bir istatistikte seyrederken biz şaşkınlıkla karşılarız bu vakıaları, her seferinde yeni duyuyormuşçasına! Cinsel içerikli çeşitli sitelerde ‘liseli kıza tecavüz’ etiketli videolar tıklanma rekorları kırarken biz, ‘ne münasebet’ diyerek dikiliriz yaşanmışlıkların karşısına.
 
Açığa çıkmayan/ çıkarılamayan/çıkarılmayan çocuk, kadınlara, LGBTİ’lere yönelik taciz ve tecavüz vakıalarının, açığa çıkanlardan en az 10 kat daha fazla olduğu biliniyor iken, her birimiz ağzındaki en salya sümük dolu küfürleri Aykut’a savururken buluruz kendimizi. Oysa ki aynı şeyi birilerine yaşatan ve fakat bu durumu açığa çıkmayan bir dolu kişi var sokaklarda. Buna rağmen Aykut’un soğukkanlı anlatımına öfkeleniriz. Biz, hiçbir şey olmamış gibi yaşamayı becerebiliyorken!
 
Hayır, o kadar değil. “Bir bebekten katil yaratmayı” marifet bellemiş bu hukuk-kanun-kültür-örf-adet-töre vs sarmalı içerisinde cinselliğe dair yaratılan algının “içimizdekinin dilimizden gizlenmesi” biçiminde seyrettiği bu koşullarda her birimizin biraz Aykut olduğunu görmez isek olmayacak! Her Mert’in ardından gözümüze gelip konan yaşlar bir anlama mazhar olsun istiyor isek içimizdeki Aykut’u görmek, sonra onu gömmek gerekiyor. Ötesi yalandan gayrı hiçbir şey değildir! 

Etiketler:
nefret