31/10/2016 | Yazar: Selçuk Candansayar

Türkiye’ de artan ve toplumun geneline yayılan yalanın en temel nedeni sorumluluğu kabul etmekten kaçma çabası değil mi?

“Mayası bozuldu milletin”, diye dertlendi bir arkadaşım. Pazar sabahı, Ankara sonbaharının güneşine sırtımızı vermiş çay içerken. Özgür, Polatlı’ da yaşıyor, çalışıyor. Mesleği gereği bin bir çeşit insanla iç içe, en zenginin de evinin içine giriyor, en yoksulunun da. Sağcısını da bilir, solcusunu da, dindarını da dincisini de. Benden duymuş olmayın bizim Doğan’ın (Tılıç), bir türlü tutturamadığı seçim tahminlerinin müsebbiplerinden.

Özgür, en küçüğünden en kodamanına, eğitimlisinden lümpenine milleti saran ilkesizliğe, yalancılığa dolaysızca tanık olup duruyor. Birçoğumuz için de durum böyle. İşe gelmeyen çırak da gözünün içine bakarak, ‘geldim sen yoktun’ diye yalan söylüyor; kombisinin motorunu açmadığı için ısınamayan üniversite öğretim üyesi de ‘ben kapamadım, kesin sen açmamışsındır’ diye üste çıkıyor.

Özgür ve çok sayıda insan bir ülkenin/ milletin bu kadar yalanla ayakta duramayacağını düşünerek kaygılanıyor. Haklı bir kaygı. Hiç bir grup, topluluk, kavim vs. ortak ve bağlayıcı değerleri olmadan grup hissi yaşayamaz. Grup hissi içindeki her tekil bireyin kendi güvenliği ile grubun güvenliğinin ortak olduğuna dair inançla örülüyor. Grubun hayatta kalması benim de hayatta kalmamı sağlayacak inancı. Diğer bütün duygular, beklentiler bu temel üzerine inşa oluyor.

‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ ilkesine biraz daha yakından bakılırsa, bir grupta hayatta kalması riske girenlerin grubun hayatta kalmasını da riske edeceği korkusunun olduğu görülür. Önce varkalım, sonra refah. İster hars deyin, ister ortak değerler, kültür vs. Neredeyse 1 milyon yıldır insan türünü bir arada tutan temel zorunluluk, varkalımın gruplar için daha olanaklı olması.

Peki, Özgür haklı mı? Bu kadar yalan dolanla bir toplum ayakta kalmaya devam edemez mi gerçekten? ‘Yalandan kim ölmüş’ diye de bir deyim var. Yalancılık, ilkesizlik bir grubun dağılmasına tek başına yol açar mı bilinmez ama yalanın bu denli çok artmasının ardında yatan etkenlere daha yakından bakmak yararlı olabilir.

İnsanlar çok çeşitli nedenlerle yalan söyleyebilirler. Türkiye’nin haline bakanlar bu aralar yalanın en çok çıkar elde etmek için söylendiğini düşünebilirler. ‘Beni seçerseniz size şu hizmetleri getireceğim’ diye sallayan adayın söylediği yalan bu tipe iyi bir örnektir. ‘Mamüllerimizde domuz yağı kullanılmamıştır’ diye etiket basan da ucuz domuz eti kullanıp fazladan para kazanmak istiyordur.

Türkiye’ de en aşağıdakininden en tepeye çöreklenmişininkine kadar, yalanlara biraz daha dikkatli bakıldığında başka bir amaç görülebilir. Bir çıkar elde etmekten çok bir zarardan kaçınma gayreti.

Türkiye’ de artan ve toplumun geneline yayılan yalanın en temel nedeni sorumluluğu kabul etmekten kaçma çabası değil mi?

İşe gelmeyen çırak, ‘evet gelmedim’ dese ileri süreceği gerekçe ne olursa olsun bir sorumluluk almış olacak. Oysa ‘geldim, sen yoktun’ dediğinde üzerine düşen görevi yerine getirdiğini iddia edebilecek. Böylece ne bedel ödeme ne de yaptırıma uğrama riskinin kalmadığının farkında.

Tıpkı güncel Fethullah’a destek verme tartışmasında olduğu gibi. RTE dahil, iktidar kanadı bir ağızdan Fethullahçılar tarafından kandırıldıklarını söylüyorlar. Hiçbiri ‘kandım’ diyemiyor. Çünkü kandım deseler, neden kandıklarını da söylemek, demem o ki sorumluluk almak zorunda kalacaklar. Yetmez ama evetçiler de ‘kandırıldık’ diyorlar. Çözüm süreci için iki taraf da karşı tarafça kandırıldığı iddiasında. Fethullahçılara da sorsanız kim bilir kendilerini kimin nasıl da kandırdığını yana yakıla anlatacaklardır.

Böyle olunca da herkes kendisi dışındaki herkesin yalancı olduğunu/olabileceğini varsaymak zorunda kalıyor. Ne cehennem değil mi? Öyle bir dünyada yaşıyorsunuz ki, sizden başka herkes, en yakınınız, eşiniz evladınız da, köşedeki simitçi de, muayene eden doktor da, davanıza bakan hâkim de, dosyanızı inceleyen uzman da, evinizi boyayan usta da velhasıl herkes yalancı ve her an sizi kandırabilir…

Kendisinden başka herkesin yalan söylediğini kabul edenlerden oluşan bir topluluğu da bir arada tutan ‘hissiyat’ vardır. Bu birliği kalıcı kılar mı bilinmez ama yine de vardır. O maya olsa olsa düşmanlık olabilir. Çevresindeki herkesi potansiyel düşman olarak gören insanlar güçlü kaldığı sürece bir ‘Ali kıran baş kesen’e’ tabi olmaya eğilim gösterirler. Ama güçlü olduğu sürece. Bu gerilim tabi olunanda doymak bilmez bir güç ihtiyacına yol açar. Kendi üzerine biriktirdiği güç arttıkça açlığı ve korkusu da artar. En küçük bir sendelemede bu kez herkesin sen bizi kandırdın diye öfkeyle üzerine geleceklerini bilmenin gerilimi baş edilebilir değildir. Gerilen her şey gibi bir gün kopar.


Etiketler:
nefret