23/02/2015 | Yazar: Sultan Yavuz

Biz yürümeyi seçtik. Küfrede küfrede talihimize; kendi çizdiğimizin farkında olarak.

Arturo Bandini ve Camilla’ya...*
 
Biz yürümeyi seçtik. Adımlarımız en çok kıyılarımızda sürüklendi, birbirimizin kaçmış uçurtmalarının izini sürdük. Birimiz ne zaman yakalamayı başardıysa diğerinin ipini, elinde sadece kuyruğu kaldı. Yitik oyuncaklar için ağlamayı unutmuştuk. Hangimiz ağladıysa, sebebini süt dişi ağrısı saydı; oysa büyümeyen tek yanımız fotoğraflara attığımız küskün kimsesizliklerimizdi. Neyle beslenirdi yalanlar? Egoları bu boya getirmek için kaç savaştan galip çıkılırdı?
 
Biz yürümeyi seçtik. Zordu. Bazı günler dalgalarımız fena vuruyordu yıkılmaya yüz tutmuş gülümsemelerimize. Bazen birimiz bazen diğerimiz boğulma tehlikesi atlatıyorduk, “bana mısın?” demedi kimse. Bizi yürümelere bağımlı kılan intihar tutkumuz olduysa da, ne sen ölebildin, ne de ben. Adandığımız tekil acılar bize hayat öpücüğü verdikçe, biz bir düğüm daha attık lal olmuş dillerimize. Kalplerimizi delik ceplerimizde taşıyorduk. Sonra aktılar, kıyılarımız kırmızıya boyandı. Dönüş yolundaki adımlarımız bizi hep ele verdiyse de ne onlar sordu ne biz anlattık.
 
Biz yürümeyi seçtik. Sarhoş ya da değil, sakin ya da telaşlı, gülerek ya da ağlaya ağlaya, tahammülsüzce ya da anlayarak, yanarak ya da donarak, gururla ya da köpek gibi, ölümcül ya da korkarak, nefes nefese ya da bezmiş, acıtarak ya da sararak, “bu son” diyerek ya da vazgeçmeyerek, alıngan ya da inciterek, susarak ya da şarkı söyleyerek, aksayarak ya da dans ederek, ihanetle ya da bağlılıkla. Yürüdük, sonu hep başladığı yere çıktı.
 
Biz yürümeyi seçtik. Küfrede küfrede talihimize; kendi çizdiğimizin farkında olarak. En ağır vuruşmalardan kaçmadık da, iki adım sonra sarılabilme ihtimali bize hep ağır geldi. Ne sen yeltendin cesaretini tenimde sınamaya ne de ben. Panter derisinden astar yaptık korkaklığımıza. Sen tribunlere oynadın, ben alkış tuttum. Kaleminden ar etmedin hiç benim deliliğimden etmediğim gibi. “Adam” sayıyorlar seni- beni. Namerdiz kendimize, bilmiyor kimse.
 
Biz yürümeyi seçtik. Kimin kafasının tası attıysa, diğerinin kıyısında şişe kırdı. Ötekinin bilinç tekerleklerine batınca o kırıklar, karanlık oda kazaları yaşadık. Geçici ölümlerimizden haber çıktı; “bu seferki kazalarında, iki yolcunun başına gelen ölüm olayının bir ay sürmesi bekleniyor.” Aynı tarihli bulvar gazetelerinin manşetten verdiği haberlerde “Utanın!”, “Biri onları durdursun!” yazdı. Magazin dergileri her ölüm olayımızdan sonra aşk özel sayısı yaparken, karikatür dergileri kalplerimizi temsilen kâğıttan ilk yardım seti dağıttı.
 
Biz yürümeyi seçtik. O kadar çok boş vaktimiz oldu ki, doldurmak için yurt içi ve yurt dışından bahane ithal ettik. Çin’den aldıklarımız pek inandırıcı gelmezken, Orta Doğu her zaman iş gördü. Yurt içinden aldıklarımız aynı zamanda kalkan görevini de üstlendi. Ne zaman ki her birimiz, bir başımıza yorganların altına sığındık; işte o zaman özgürce ağlamaya devam ettik. En çok geceye sığındı hıçkırıklarımız ve gün ışıdığında hepsi dünde kaldı. Artık en sıkı edaları takınarak meydan okumanın vaktiydi gelen. Biz meydan okurken, zamanın ne kadar daraldığının her zaman farkında olduk. En tiz ve en bas kahkahalarımız aynı sebepten atıldı.
 
Biz yürümeyi seçtik. Kimin durumu daha içler acısı diye bahse bile girdik. Biliyorduk aslında iki zavallı bir biz ediyordu. Birbirimiz üzerinden tanımlandığımız halde, akademiye küfürler yağdırıp eylem insanlarını yüceltiyorduk. Biz biliyor olmalıydık; yürüyüşlerimizin eleştirdiğimiz çoğu akademisyeni bile çileden çıkaracak denli pratikten yoksun olduğunu. Yine de sen o’ydun. Ben de bu. İkimiz bir yürüyüş ettik. Gönüllülük bağına dayalı sivil toplum kuruluşu olduk. Amacımız bu melodramı isteyenlerle paylaşmak oldu. İkna etmek için uğraşacağımız bir fikre sahip olsaydık, bu kadar sempatizan bulabilir miydik dersin?
 
Yürüseydik, belki...
 
*John Fante’nin Ask the Dust romanındaki ana karakterler 

Etiketler:
İstihdam