19/09/2013 | Yazar: Ahmet Y. Yılmaz

 Devlet ve Abdullah Öcalan merkezli olmak üzere Kürt Hareketiyle başlayan müzakere süreci aylar sonra yine, yeniden gelip çözümsüzlük noktasında kilitlenmek üzere gibi görünüyor.

Bundan tam sekiz ay önce, süreç henüz gazete sayfalarının köşe yazılarında pişirilmeye başlanmışken, Radikal’ den Eyüp Can "İşte Yeni İmralı Mutabakatı"(1) başlıklı yazısında süreci dört basamaklı bir merdiven gibi tasvir edip, ilk basamakta yapılması planlananları muştuluyordu. Planın birinci basamağında en öncelikli verilen mesaj çatışmasızlık ortamının sağlanmasıydı ve bu aslında hepimizin tahmin ettiği üzere PKK’ ye tek taraflı bir sorumluluk yükleyen bir anlam içeriyordu. Öyle de oldu, bu süre boyunca çatışmasızlık sağlandı. BDP heyetleri hükümet cephesinde yaratılan türlü krizlerle birlikte Öcalan’ la görüşmek üzere İmralı adasına gittiler, yine dört basamaklı planın da içerdiği üzere Öcalan tarafından yazılan mektuplar yerlerine ulaştırıldı ve akabinde Öcalan’ ın yeni bir dönemin başlangıcını müjdelediği Newroz mesajı geldi. Mesajın içeriği Kürt kamuoyunda ve ona yakın çevrelerde çokça tartışıldı. Fakat ne olmuştu da hükümet Oslo görüşmeleri gibi başarısız geçen bir "girişimden" sonra tekrar Kürt Hareketiyle masaya oturmayı amaçlayan bir sürece girmeye karar vermişti.
Şu an geriye dönüp bakınca, müzakere sürecinin henüz başında bunun tamamen seçim yılı olan 2014’ e endeksli bir politik strateji olduğu, güvenlik konseptinin iflas ettiğini fark eden hükümetin masada kazanmak gibi bir niyetle hareket ettiğini düşünmüş olmanın bir önyargı değil bir öngörü olarak zihnimizde belirmiş olmasına inanmakta bir beis görmüyorum. PKK’ nin sonuç değil sebep olduğu şiarıyla hareket eden egemen anlayışın bu yanlış algısı ters düz edilmedikçe yapılacak herhangi bir görüşmenin yol almakta fayda sağlayacağına inanmak biraz naif bir yaklaşım olsa gerek.

İçinden henüz geçtiğimiz sekiz aylık süreçle birlikte kalekol inşaatlarının yapımına ara vermeyen, yeni anayasa çalışmasında Kürdü vatandaşlık tanımında görmezden gelen, meşru ve tartışmasız bir hak olan anadil hakkına şerh koyan, Roboski katliamı dosyasını Genelkurmaylığa göndererek bir başka hukuk skandalına imza atan, başladığı günden itibaren bir cadı avı olarak devam eden KCK davalarını sürdürerek siyasi tutsakları savaş hukukunda bile işlenmeyecek bir cürümle esir tutmaya devam eden devlet aklının nasıl işlediği akıl almaz bir sır olarak önümüzde durmaya devam ediyor.

Şimdi gelinen noktada hükümetin bahsedilen dört basamaklı merdiveni tırmanmak değil Kürt Hareketini merdivenden aşağı itmek istediğini söylemek çok da kötümser bir yaklaşım olmaz. Kürt Hareketi tarafından atılan adımların devlet tarafında karşılık bulmadığı yapılan son KCK açıklamalarıyla birlikte aşikar. 8 ocak 2013’ de Eyüp Can’ ın "Yeni İmralı Mutabakatı" başlığıyla sunduğu yazısındaki dört basamaklı plana göre, henüz ikinci basamağında bozulan sürecin değerlendirmesi KCK eşbaşkanlığından 9 eylül 2013’ de yapılan açıklamayla netleştiriliyordu(2). Hükümetin sürece bir tür oyalama ve seçim kazanma derdiyle yaklaştığı, sorumsuz yaklaşımının ortaya çıkardığı bu tablonun AKP’ nin eseri olduğu vurgulanıyordu. Altı maddeyle açıklanan geri çekilmenin durdurulma nedenlerinin ilk ve öncelikli maddesini Öcalan’ ın koşullarında iyileşme sağlanmaması oluşturuyordu. Gerilla güçlerinin geri çekilmesinin durdurulduğu fakat ateşkes konumunun korunacağının altının çizildiği bu açıklamada AKP hükümeti ve Türk Devleti bir kez daha demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde adım atmaya çağrılıyordu.

Tüm bunlar yaşanırken esgeçilmemesi gereken en önemli noktalardan biri, mevcut konjonktür içinde elbetteki -her iki taraf için de-  siyasi ve askeri stratejiyi belirleme konusunda denklemin en önemli ayağı sayılabilecek olan Suriye’ deki gelişmelerdi. Suriye’de ortak bir emperyal amaca hizmet etmeye yönelik olası savaşa girme konusunda hevesli görünen AKP hükümeti içeride Kürtlere karşı yürüttüğü ceberrut devlet politikasında devam etmekte ısrarcı. Fakat Suriye’ deki iç savaş durumuyla birlikte Rojava’ da (Suriye Kürdistanı) yaşanan ani ve hızlı gelişme Türk Dışişlerini ters köşeye yatıran cinsten bir hamle oldu. Henüz bir yıl önce Suriye’ de tampon bölge oluşturmaktan bahseden stratejistler, "terör" uzmanları ve bilumum zevat, Rojava Kürtlerinin kendi özyönetimlerini oluşturdukları bölgeyi selamlamak zorunda kalmakla beraber, Kürt meselesinin Türkiye sınırlarını aşan, bölgesel politikadaki önemini kavramak durumunda kaldılar. Hızla yol alan bir aracın duvara çarpıp parçalanmış olması haliyle açıklanabilecek olan bölgesel Türk dış politikası yaşanan krizi neresinden, nasıl ele alacağı konusunda son derece çaresiz bir resim çizerken bir yandan da saldırgan tutumundan ödün vermeyecek gibi görünüyor. Kirli savaş oyunlarının ayyuka çıktığı sınır bölgesinin hem Türkiye sınırı içinden hem de sınırın ötesinden her gün facia haberleri gelmeye devam ediyor. Rojava Kürtleri çatışma altında olmanın getirdiği zor koşullarla birlikte ambargoyla da mücadele etmek zorunda kalıyorlar.

Nerdeyse eşzamanlı olarak gelişen Gezi isyanı ve beraberindeki eylemlerle Kürt ve Türk kamuoyunda birbirini anlamaya dönük bir temastan bahsetmek mümkün. 1 Eylül Dünya Barış Gününde BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş Kadıköy’deki sahneden, Gezi direnişiyle birlikte artık Türkiye halkı Kürdistan’ da yapılanlara itiraz etmiştir, bir halk uyanmıştır minvalinde bir yorum yaparak bu temasa işaret ediyordu. Bu yorum ziyadesiyle iyimser ve Gezi sürecinin başlangıcında yapılan "talihsiz" açıklamaları onarmaya yönelik olmasının yanında, hedeflenen ve olması arzulanan bir toplumsal düzlemi işaret etmesi açısından anlamlıydı. Lice’ de karakol inşaatı protestosu sırasında asker tarafından açılan ateşle öldürülen Medeni Yıldırım için büyük şehirlerde yapılan eylemler ve Türk kamuoyunda Kürdistan ’da yaşananlar üzerine uygulanan -özellikle- medya ambargosu ve korkunç izolasyonla ilgili oluşan bu hassasiyetin bir kırılmaya yolaçacagini umalım. Gezi direnişinden ve direnişin öznelerinden bağımsız olarak Türk toplumunda müzakere sürecinin ne kadar, ne boyutta tartışıldığı, nasıl anlamlandırıldığı ise muallak. Türkiye toplumu bu sorumluluğu yüklenmesi gerektiğine dair bir sinyali aslında Gezi direnişi süresince ve sonrasında vermiş gibi görünüyor. Sekiz ay boyunca tüm bu yaşanan ve adına süreç dediğimiz mekanizma Kandil dağı, Ankara’daki meclis binası, isyanın ruhunu taşıyan İstanbul sokakları ve Kürdistan’ ın belki her noktasında hevesli, kırılgan, öfkeli ve aynı zamanda umutlu olabilen müthiş bir kimyayla değerlendirilmeye devam ederken hiç imtina etmeden şu soruyu sormamız gerektiğine inanıyorum; Peki otuz yıllık bu savaş, bunca zamandan sonra bize ne öğretti ? İşgalci devlet aklının bize bırakmak istediği büyük miras; kontrol noktaları, mayınlı araziler, toplu mezarlar ve dehşet dolu hatıralarla örülü bir kara parçasında travmaya uğramış, terörize edilmiş edilmiş bir halk ! Bu korkunç mirası sahiplenmek için böylesi gayretkeşlik neyle açıklanabilir ?

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/eyup_can/iste_yeni_imrali_mutabakati-1115830

2 http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=83070&haberBaslik=KCK:%20Geri%20%C3%A7ekilme%20durdu,%20ate%C5%9Fkes%20s%C3%BCr%C3%BCyor&action=haber_detay&module=nuce


Etiketler:
2024