17/10/2014 | Yazar: Memo

Babam, ben nar yerken ağzımın ekşimesini istemeyecek kadar çok severdi beni.

“Nar benim için baba sevgisidir. Ne zaman görsem, duysam, tatsam babamın beni ne kadar sevdiğini hatırlarım. Çoğu baba gibi, evde hep birlik ve beraberlik olsun isterdi babam. Güneşin parlak olduğu saatlerde herkesin bir yerlere koşuşturup işlerini bitirdikten sonra geldikleri ev, herkesin bir arada vakit geçirmesine ve paylaşımda bulunmasına olanak sağlayan bir yerdi. Öyle ki, karnın aç olmasa ya da akşam yemeğini yemek istemesen bile sofrada bulunman beklenirdi. Çaylar hep beraber içilir, annem Antep’ten gelen fıstıkları pay eder, hangi kanalı izleyeceğimize karar verememekten yorulur, televizyonu kapatıp kendimize kalırdık gene.
 
Babam çok güzel meyve soyardı. Her ne kadar, yıllarca, onun gibi soymaya yeltensek de asla beceremezdik onun kadar güzel meyve soymayı. Meyve yiyeceğimiz zaman annem halı kirlenmesin diye bir örtü serer yere ve biz de meyveleri soyan, dilimleyen babamın yanına dizlerimizi kırarak oturur, hayranlıkla onu izler, büyük bir sabırsızlıkla beklerdik. Bir çocuğun kahramanı olmak için bir elmayı ya da bir portakalı tepeden tırnağa bir seferde soymanın yeterli olduğu yıllardı. Nar, meyvelerin en güzeliydi. Suyunu, Ferhad’ın Şirin için çarpan kalbinden akan kandan alan bir meyveydi. Bu hikâyeyi ve daha nice şeyi bilmediğim yıllardı. Babam biliyormuşçasına keserdi narı. Dökmeden, hiçbir tanesini incitmeden, kanatmadan hep dörde bölerdi. Nar, bizi heyecanlandırdı. Babam, diğer meyvelerde yaptığından farklı olarak, önce narın tadına bakar, tadının güzel ve şirinolduğuna emin olduktan sonra en tatlı kısmını önce bana verirdi. Babam, ben nar yerken ağzımın ekşimesini istemeyecek kadar çok severdi beni. İşte bu yüzden nar, benim için baba sevgisidir. Ne zaman görsem, duysam, tatsam babamın beni ne kadar sevdiğini hatırlarım.
 
Kalabalığız bu gece. Ablam ve çocukları bizde.  Az evvel meyve yemek için çağırdı annem. Eskisi gibi. Nar var tabaklarda. Televizyonda yerel dans müzikleri. Dokuz yıl önce evlenen ablamın düğün videosu. Tanıdığım birçok insanın dokuz yıl önceki halleri, dokuz yıl içinde kaybettiğimiz, ama videoda görebildiğimiz yakınlarımız, dokuz yıl önceki ben ve masada yenmeyi bekleyen mutfakta parçalara ayrılmış narlar. Video, ölenleri canlandırdı, unutulanı hatırlattı, örtüyü kaldırdı. Dokuz yıl öncesine götürdü beni. Hafızam, çoğu şeyi hatırlamakta zorlandı. Hatırladıklarım ağırlaştırdı. Çöktüm. Yüzleşmek zorunda kaldım. Bir şekilde gülmeye, atlatmaya, yüzümü öpen rüzgârı hissetmeye, ağaçlara fısıldamaya, kedileri sevmeye başladığım bu dönemde bana geçmişi(mi) hatırlatan bir ses/görüntü/kayıt her şeyi alt üst etti. Kulağımdaki çocuk kahkahası söndü. Penceremdeki çiçeğim soldu. Nar, benim için artık baba sevgisi değil. Nar, kırmızılığını yitirdi.
 
Bir meyve ve videodaki görüntüler beni dokuz yıl öncesine, beni dokuz yıl önceki “ben”e götürdü. Dokuz yıl boyunca, annemim yerler kirlenmesin diye yere serdiği örtünün aynısını ben de örtmüşüm meğer. Görmemek, duymamak, hissetmemek, hatırlamamak için hatırlamamayı seçmişim. Ancak bunu yaptığım zaman kendimi güvende hissedecek, olanlardan ötürü kendimi suçlamayacak ve bu yüzden üstünü örttüğüm şeylerin bir parçası ya da sorumlusu olmayacaktım. Ama maalesef anıların son kullanma tarihi yok. Biten ilişkinin ardından sevgiliye ait eşyaları bir koliye koyup ona yollamak ya da bir şekilde yok etmek çok büyük bir adımdır. Alınan hediyenin, beraber gidilen tiyatro biletinin, çizip de masaya konulan resmin, beraber çekilen fotoğrafların, kalan kıyafetlerin, kitapların, yarım şişe şarabın, yastığa sinen kokunun bir şekilde yok edilmesi gerekir ki kişi yoluna devam edebilsin. Göz önünde bulundurulduğu ve hep orada aynı yerinde kaldığı yastıktaki koku onu var edecek, uykularını kaçıracak ve iplerimi dolandıracaktı. Toz şekeri gibi dağılmamak için bazı şeylerin yok edilmesi, konuşulmaması, hatırlanmaması lazım. Prometheus gibi bir taşa bağlanıp bir şahin tarafından göğsümüzün yırtılıp -uçan kırlangıcın kanat seslerini duyabilecek uyanıklıkta olmamıza rağmen- ciğerimizin acımaz bir pençe tarafından parçalanmaması için, her gün her gün aynı acıyı yaşamamak için bazı şeyleri hatırlamamak, hiç olmamış gibi davranmak, üstünü örtmek, rafa kaldırıp tozlanmasını beklememiz gerekiyor.  Hatırlarsam, ölürüm.”
 
Bu yazıyı 2014 yılının başlarında, annemi görmek için ailemin evine giderken yazmıştım. Hatıraların ve hatırlamanın bendeki etkilerini bildiğim için bu yolu seçtim. Okuyan gözlerin başka yolların da mümkün olduğunu söylüyordur belki. Olsun. Ben bunu seçtim.
 
Peki, neden bu yazı geldi aklıma? Tez konumu belirleme sürecinde Kürtçe yazılan metin okumam gerektiğini fark ettim. Kürtçe okuyup yazamamamın tek sebebi anadilde eğitim hakkının olmaması değildi. Babam. Nar gördüğümde hatırladığım babam. Daha küçükken onun bana gelecekte ne yapacağını, nasıl davranacağını, benden neler isteyeceğini ve bekleyeceğini biliyordum. Ondan kaçtım. On sekiz yıl boyunca onunla aynı çatı altında uyumama rağmen ondan yabancılaştım. Onun gibi biri olmak istemedim. Telefonda yüksek sesle konuşan, anneme yerli yersiz kızan, kadınları aşağılayan, hep para kazanmak isteyen, sorunlarını tartışarak ya da şiddeti tercih ederek halletmeye çalışan, minibüs kuyruğuna girmeyen, başkalarının hayatında müdahale eden biri olmak istemedim. Ona olan her şeyi attım, reddettim. Ben daha on üç yaşındayken bana yaptırdığı evi, dükkânları, ofisi, mirasını… Ve Kürtçeyi. Babamın dilini konuşmayı istemedim.  Onun bir parçası olmak, onun yaptıklarını sürdürmek, onun değer ve normlarını yaşatmak, bana biçtiği yaşamı yaşamamak için Kürtçeyi konuşmamayı tercih ettiğimi fark ettim. Kendimi ondan uzaklaştırmak, beni sokmaya çalıştığı çemberi parçalamak için verdiğim bu çaba bana kendimi kısmen aidiyetsiz hissettirmiyor değil.
 
Kendimi bugüne kadar kandırdığımın ve birkaç sıcak anıyla da ara sıra avuttuğumun farkındaydım. Babam yüzünden, sırf onun gibi biri olmamak adına, bazı dönemlerde hayatımın altüst olduğunu da biliyordum, ama Kürtçeye onun yüzünden yabancılaştığımı dün anlayabildim. Kendi erkekliğinden başka erkekliklere tahammülü olmayan babamdan bu denli kaçmışım meğer. Yaptığı tüm kötülükleri, attığı dayakları, canının istediği her yerde ettiği hakaretleri ve onun içinde olduğu her şeyi örtmüşüm. 

Etiketler:
İstihdam