25/05/2016 | Yazar: Janset Kalan

Gün geldi devran döndü ben dönemedim hâlâ. Yaşım 29 ve bu yaşta dönmek cidden zor.

Yazın gelmediği yağmurun dinmediği donuk bir kentte yaşamanın huzursuzluğu var içimde. Akdenizli birinin ancak anlayabileceği kadar bitkin hissettiriyor bu şehir bana. Nedendir bilmem siesta ilan edilsin ülkede istiyorum. Bir halsizlik ve mutsuzluk iniyor yavaşça parmak uçlarıma doğru bu şehirde. Hoş ben hep yorgun, tembel, isteksiz birisiydim. Sanıyorum şu yer kürede isteğimin hiç bitmeyeceği şey ise ... neyse.

Ben kendimi hiç erkek ya da kadın olarak tanımlamadım. Yakın tarihlerde bunu fark ettim. Hep bir sabah uyandığımda mucizevi bir şekilde kukum olacağına inandım. Kadir Geceleri dua ederek heyecanla uyudum çocukken. Yıllarca sürdü bu gelenek. Bazen de Cumaları Tengrinin dilek kapılarının hangi saatte açılacağı bilinmediğinden erkenden uyanıp gün boyu uyuyana dek içimden kukum olsun kukum olsun kukum olsun diye tekerlemeler söyledim. Hasbelkader gönlümden geçen o kapı aralanınca hızlıca girer de yerini bulur ümidiyle bekledim. Aslında çok korkardım dinden, ritüellerden, falan. 12 yaşımda karar verdim agnostik olduğuma ki değil akranlarım, benden büyük niceleri bile manasını bilmiyorlardı. Ben şanslıydım zengin bir kütüphanesi vardı annemin. Cilt cilt ansiklopedileri sırt çantama koyup okula öyle giderdim. Kimse de demezdi niye diye. Manyak olmalıydım bir şekliyle çünkü okula başladığım gün la top, ibne, kız gibisin diyerek sınıfımı belirlemişlerdi. Niye garipseneyim ki ansiklopedi yüzünden.

Geçtiğimiz yıl kimselere danışmadan, kendi kendime hormon kullanmaya başladım. Tam 10 ay çok düzenli olarak her gün aşağı yukarı aynı saatlerde alıyordum. Biraz memelerim çıktı, yüzüm bakılır duruma geldi. Başkası fark etmese de ben ayna karşısında ufak da olsa mutlu edici değişimler görüyordum. Sonra kafama dank etti ve ne yapıyorum ay ben dedim. Başladığım gibi bıraktım. 3 ay bekledim ne olup ne bitecek diye. Depresyona da azıcık girmiştim. Çıktım şükür. Sonra Hacettepe’den randevu almaya karar verdim. Tam bir ay uğraştım. Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri sabahtan uyanıp randevu almaya çalıştım. Ne zaman arasam Psikiyatri ilk randevu dolu dendi. Çünkü sabah 08:00’de uyanıp hemen aradınız aradınız yoksa nakka.

Gün geldi devran döndü ben dönemedim hâlâ. Yaşım 29 ve bu yaşta dönmek cidden zor. Hele bir de erkek güzeli olacağım diye zamanında yüzmeye, su topu takımlarına vs gönderilmişim ki sormayın. Omuzlarım geniş, burnum zaten iri, bir de üstüne kafam kel. Masraflarım çok anlayacağınız.

Sonunda Hacettepe’den randevu aldım ve kalktım gittim. 20 Mayıs sabahı Psikiyatriye gittik Ozan’la beraber. Sağ olsun kıdemli deli olduğu için yolu yordamı biliyor beni götürdü. Aman o ne kalabalık, ne tipler, neler neler. Herkes bir dertten orada. Ben de döneceğim inşallah ilk adımı atıyorum falan diyorum kendi kendime. Neyse içeriye girdik sevimli bir doktor karşıladı. Genç kadın bana soruyor kimim, neyim, neden oradayım falan diye. Anlatıyorum da anlatıyorum. Tüm sorular niyeyse makul geliyor. Hazırlamışım kendimi her şeye çünkü.

Genç doktor bana döndü ve “neden şimdi?” diye bir soru sordu. Ben ne cevap vereceğimi bilemedim. Hani her soru makul gelmişti, her cevap zaten hazırdı ya; işte bu soruya bir cevabım yoktu benim. Hâlâ da yok!

Cidden “neden şimdi?”

Geçtiğimiz Şubat’ta 29. yaş günümü kutladım. Tam 29 yıldır bu yer kürede bir şeyim ben ne olduğumu belirlemeyen. Ama hep bir istek, hep bir hayal dünyası, hep bir gün kelebek olur muyum umudu.

Eskiden çok zayıf olup tek kılım kalmayana dek ağda yaptırmakla meşguldüm. Nedense ne giysem götüm hep açıkta kalırdı. Saçlarım bu kadar dökülmeden önce de uzatırdım her fırsatını bulduğumda. Tepeden toplardım, düzleştirici ile önleri düzleştirip arkaları bukle bukle bırakırdım. Kendi kaşımı kendim yolardım. Takılırdım anlayacağınız. Sonra bir dönem geldi ve ben hayata dair umudumu da isteğimi de yitirdim. Kendimi bir kuleye hapsettim. Kendime çizdiğim tüm hedefleri silip izi kalan sayfaları da ateşe verdim. İstemiyordum hiçbir şey hiçbir yerden hiçbir kimseden.

Tam 3 yıl boyunca mecbur kalmadıkça evden çıkmadım. Bazen haftalarca yıkanmadım. Hatta donumu bile değiştirmedim. Koktum, sindim, pıştım. Sessizliğe ve karanlığa bürünmek istedim. Çok kötü harabe bir evde yaşadım. Kedilerim vardı onlarca, bir de bahçemdeki çiçekler ve otlar.

Nedendir bilmem bir yandan da kendime meşgale edindim aktivist oldum. Örgüt dağıttım, örgüt kurdum. Yetmedi madilikler saçtım. Kimse de dönüp “neden şimdi?” demedi. Ben de demedim.

Annem öldüğünde 10 gün sonra Gezi olayları patlak verdiğinde ilk sokağa çıkanlardan oldum. Daha yastaydım. Tam 40 gün sakalımı kesmedim. Şişmanlamıştım da. Bedenimi önemseyemeyecek kadar kendimden öteye geçmiştim. Ben yoktum zaten. Başkaları vardı bir de hatıralarım.

İlk kez Gezi olayları sırasında Adana’da kampımızı ziyaret eden Maruva sayesinde hâlâ yaşadığımı fark ettim sanırım. Bana “abla sen transsın”, “but gacısın ayol” dediğinde yüzüm kızardı. Sevindim, kendimi hissettim ama ne diyeceğimi bilemedim. Çok korkuyordum yaşamaktan. Çok incinirim diye düşünüyordum. Leyloşum bir gün otururken sana hiç sormadım, hiç de konuşmadık ama sen zaten trans değil misin dediğinde nasıl yani diye tepki verdim. Cevapsız bıraktım. Aslında kendimi görmek istemiyordum. Mutsuzdum.

Pembe Hayat’a geldiğim ilk gün kimse bana ne olduğumu sormadı. Ne olduğumu söylemedi de. Zaten bana ilk söylenen cümle oydu buraya gelen kimseye ne olduğunu biz sormayız, kendisi karar verip ben buyum diyene kadar bekleriz demişlerdi. Feci rahatlamıştım. Her gün ev ile iş arasında gidip gelirken Ankara sokaklarında kayboldum ben. Yön duygum zaten yoktur ama bu kaybolma öyle huzur vericiydi ki sicim gibi yağan yağmurda bile kendimle baş başa kalmanın konuşmaya başlamanın verdiği huzurdu bu. Hâlâ yaşayabildiğimi, var olduğumu anlamıştım. Telaşlandım! Çok ama çok telaşlandım hem de. “Neden şimdi?” demedim.

Hiç kolay bir yaşamım olmadı benim. Neden olsun ki zaten?

Çocuk olmadım ben, hep büyüktüm. Sanki görev biçilmişti bana, olgun ve aklı başında olacaksın demiş gibiydi Tengri. Akranlarımın yaptıkları salakça gelirdi. Hâlâ birçok insanı salak ve asalak olarak görürüm gerçi. Annem “boka bakar gibi bakma herkese” derdi ama ben bir türlü o bakışı kendi yüzümde keşfedemedim. Var bir arıza ama boşver deyip geçtim.

Şimdi sabrediyorum. Acele etmeden bekliyorum. Haziran sonuna endokrinoloji ve genetikten randevu verdiler. Oradan alacağım sonuçlar, psikiyatrinin vereceği onay sonrası umuyorum hormon tedavisine başlayacaklar. Küçük küçük estetik operasyonlar için takvim çıkarmaya başladım. Olmayan bütçemle en iyi opsiyonları çıkarmam gerekiyor çünkü. Arzuladığım bir görüntü var, bir beden tahayyülü var. Ona en doğru, en yavaş, en becerebildiğim kadarıyla kavuşmak istiyorum.

Oturmuş bir yüz ve bedeni torna vidadan geçirip belli bir kıvama getirirler elbet. İmkansız değil. Ancak istemiyorum o kadarını da. Ayrıca bütçem de buna izin vermez kariyer sahibi bir fahişe olmazsam tabi. Görüntümü sıradanlaştırma derdinde de değilim. Sadece daha fazla ben olabilme derdindeyim.

Tam da bu sebeplerden şimdi. Zamanı geldi, aman geçmesin.


Etiketler:
nefret