11/08/2014 | Yazar: Özgü Öz

AK LGBT’nin dışlanmaması ve kendilerine saygı duyulması konusunda olumlu düşünüyorum.

AK LGBT’nin dışlanmaması ve kendilerine saygı duyulması konusunda olumlu düşünüyorum.
 
Bu yazıyı yazdığım şu saatlerde seçim sonuçları açıklandı. Seçim sonuçlarına göre Erdoğan yüzde 52 oyla seçildi. Bununla birlikte Demirtaş oylarında, bu kadar kısa zaman içinde, onca önyargı ve tabuya rağmen oy patlaması yaşanması bana kalırsa olumlu bir gelişmeydi. Aynı zamanda ben bunları yazarken yanı başımızdaki Irak’ta Yezidiler’in korku dolu bekleyişi devam ediyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde, kendini çoğunluğun temsilcisi olarak ilan eden kişiler “azınlık” olarak tarifledikleri insanlara, mahalle baskısından soykırıma uzanan bir skalada baskı uygulamayı kendine hak görüyor. Güç denilen şeyin, merkeziliğin çekiciliği; korku ve nefretle birleştiğinde kıyametin ve yıkımın ruhu can buluyor yeryüzünde; öyle ki her an her saniye soluduğumuz hava bu ikililik (dualizm) misali bizi hem öldürüyor hem de canlı tutuyor.
 
Bir yanda, “gelişmiş, Batılı” devletlerin sınırları dâhilinde yaşayan insanlar güvenli evlerinin sofralarında biraz önce yedikleri koyun etinin muhteşemliğinden bahsederek Tanrı’ya şükrederken, huzurlu sınırlarının diğer tarafında kalan “zavallı insancıklara” da acıyarak kendilerini şanslı hissediyorlar.
 
Binlerce yıllık tarihe baktığımızdaysa, LGBTİ’ler tam bu çatışmacı resmin ortasında, “azınlık”, “çoğunluk” tanımları üzerinden geliştirilen nefret dolu önyargılarla, faşizmle, güç fetişizmiyle yok edilmeye çalışıldılar. Yok edilemeyen bir (hegemonyanın tanımlamasına göre) “azınlık” oldukları anlaşılınca ise zulme tabii tutuldular, 5. sınıf olmayı içselleştirmeye zorlandılar, kendilerine yönelik en ufak iyi bir davranışa tutunmaya çalıştılar. Saklanmaya, rol yapmaya, bu çok yönlü dualizmin parçası olmaya zorlandılar. Bu dünyaya gelen her bebekten belli bir oranı eşcinsel olmuyor olsaydı şu ana kadar yüz defa yok edilmişlerdi. Elbette belki de tablo bu kadar karanlık değildi, farklı tarih okumaları farklı şeyler söyleyebilir tabii ki. Ama fikrimce, erkek eşcinselliğinin en özgür olduğu varsayılan eski Yunan’da dahi eşcinsellik tabu olmamasına rağmen birinci sınıf bir kimlik olarak görülmüyordu. Bir nevi “hoşgörülen” bir şeydi.
 
Burada günümüz dünyasına baktığımızda, bilinen tarih içinde belki de ilk defa LGBTİ’ler “hoşgörü” ile yetinmeyip gerçek eşitlik için hem hak anlamında hem de kültürel anlamda dayanışıyorlar, savaşım veriyorlar. Elbette yeryüzündeki yüz milyonlarca LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) hala kendisine açılma aşamasında, içinde bulunduğu tek tipçi merkezi güce karşı, kendini, var olduğuna inandırmaya çalışıyor. Bu aradaysa, yeryüzünün hegemonyası nefret ve korku çarkını farklı şekillerde önümüze sunuyor: Kimi zaman bu durum, örgütlü dinlerle, tanrılarla, kimi zaman güçlü siyasi yönetimlerle, kimi zaman köklü geleneklerle, kimi zaman aile gibi toplumsal kurumlarla ve toplumsal dışlanmayla devam ediyor. Ama bir kere siz var olma iradesi gösterip baş kaldırmayı seçtiyseniz önünüze başka kadim yollar çıkarır hayat: Bir kere var olmanın dayanılmaz hafifliğine katlanmayı seçtiğinizde, yaşam içinde bir oyuncu olursunuz, öyle ki bu oyun sizi geçici hegemonyaların ve merkezi güçlerin çok daha ötesinde bir alana, kendi varoluşsal gerçekliğinize götürür sizi. O andan itibaren artık dünya aynı dünya değildir, artık görünen göründüğü gibi değildir, her şeyin anlamı daha farklıdır.
 
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de LGBTİ’ler kendilerine açılarak, mümkünse çevrelerine açılarak, bu savaşımlarının bir bölümünü gerçekleştiriyorlar. Yukarıdan da anlaşılacağı gibi LGBTİ bireylerin içinde bulundukları bu var olma süreci onların tüm varlıksallıklarını, dolayısıyla diğer tüm kimliklerini, düşüncelerini, kişiliklerini, yaşam biçimlerini, ifade tarzlarını, içine doğdukları toplumla ilişkilerini ve sonsuz sayıda olguyu ve durumu kapsayan bir bütünün parçası. Tıpkı ergenlik çağında büyüyen kemiklerin ağrıması gibi bu da acı verici bir süreç, hatta hayati olduğu kadar da ölümcül. Nefretten ve korkudan beslenen merkezi hegemonya “azınlık” olarak atadığı grupların “uslu olmayanlarınaysa” bilindik bir şekilde cevap veriyor: Nefreti, korkuyu ve buna bağlı işleyen, daha önce belirttiğim, toplumsal dışlanmayla biten çarkı, diğer bir deyişle nifak tohumlarını “azınlık” olarak gördüğü toplulukların içine atarak yapıyor bunu. Bu bağlamda kişisel gözlemlerim, sadece Türkiye’de değil tüm dünyada, LGBTİ’lerin kendi arasındaki gruplaşmaların sınırlarının çok katı olduğu ve bu noktada birbirinden nefret etme durumunun tehlikeli düzeyde olduğu gerçeğidir. Her nefret ettiğimizde, her yargıladığımızda hegemonyanın çarklarını harekete geçiriyoruz. Bu durum tehlikeli olsa da önlenebilir bir durumdur, sadece bu durumun farkında olmamız ve bunun için çaba harcamamız önemli. Elbette kimse kimseyi sevmek zorunda değil ama saygı ve empati anahtar kelimeler olmalı. Ne olursa olsun birbirimizden çok şey öğrenebileceğimizi unutmamalıyız. Ak LGBT olarak görünürlüğünü son zamanlarda arttırmış olan gruba yönelik LGBTİ’ler içinden gelişen nefret dili oldukça vahim ve tehlikeliydi kanımca. Durumu daha da karmaşık hale getirense maalesef nefretin ve önyargının tek taraflı olmadığıydı. 
 
Kişisel tecrübemden örnek verecek olursak, AK LGBT’yle ilk tartışmalar hararetlenmeye başladığında benim ilk tavrım “saygı duymak” oldu, ardından AK LGBT’nin facebook sayfasına iyi niyetli duygularla baktığımda bazı paylaşımlarının nefret dili ve bazı yorumlardaki kindarlık karşısında şok olmuştum. Özellikle “bu Geziciler gebersin nolcak” tarzında, Gezi sırasında hayatını kaybeden kişilere bile saldırgan bir dille hitap eden paylaşımlar vardı. Bu paylaşımları görür görmez benim de içimi bu gruba karşı ilk aşamada bir nefret ve öfke kapladı ve bu iki taraflı nefret çarkının bir çok kişi gibi ben de parçası oluverdim.
 
Şu anda AK LGBT’nin dışlanmaması ve kendilerine saygı duyulması konusunda olumlu düşünüyorum. Ama tüm bu yazıda belirttiğim gibi kültürel olarak var olma ve eşit hak talebi karmaşık, tehlikeli ve kolay olmayan bir süreç. Elbette hegemonya, karşı köşede saldırmayı bekleyen bir canavar değil, öyle olsa her şey daha kolay olurdu, hegemonik ruh daha çok soyut, görünmez ve sinsi. Çoğu zaman farkında olmadan ele geçiriyor ruhlarımızı, düşüncelerimizi ve duygularımızı. Tüm bunlara rağmen hayata iktidarların ve güç alanlarının ötesinden kendi bireysel varlığımızın mabedinden bakma şansımız daima var.
 
Ayrıca AK LGBT’nin sadece AKP’lileri değil, diğer muhafazakar LGBTİ’lere de açık olduğunu bilmek olumlu bir gelişme. Kişisel olarak AK LGBT’nin, küçük yerleşim yerlerindeki ya da muhafazakar semtlerdeki LGBTİ’lerin en azından kendilerine açılmasına olanak yaratabileceklerine inanıyorum.
 
Öğrendiğime göre, AK LGBTİ, diğer LGBTİ kuruluşlarıyla da iletişimini arttırmak istiyor. Bu noktada iki taraflı nefret ve önyargı çarkından kaynaklı bazı engeller olduğunu düşünmekle birlikte bunun aşılabilir olduğuna inanıyorum. Bunu aşmak noktasında yeni bir örgütlenme olmasından dolayı AK LGBT’ye ciddi sorumluluk düştüğü açık. Öncelikle nefreti ve önyargıyı azaltmak için zihniyetleri ve düşünceleriyle ilgili çok daha net bir görüntü çizmeleri gerekiyor. Kişisel olarak benim, görüşlerine katılmasam bile, bir LGBTİ hareketini, minimal noktada, genel olarak “olumlu ve gerektiği zaman birlikte çalışılabilir, ortaklaşılabilir” olarak görebilmek için, bir oluşumun şu 4 noktaya kararlı bir şekilde katılıyor olması gerekiyor:
 
1. Irk, dil, din, cinsel yönelim, cinsel kimlik, engellilik, felsefi düşünce, meslek, yaşam biçimi ve diğer özelliklerine bakarak belli bir kesime karşı nefret söylemi geliştirmeme, hedef göstermeme konusunda çok titiz ve kararlı olması. Nefret söylemi yapmamanın ötesinde, her türlü nefret söylemine karşı durabilmesi.
 
2. Kendisini, desteklediği siyasi ya da felsefi görüşün kurumlarından belli bir oranda bağımsız tutabilmesi: Bir örgütlenmenin kendisini belli bir siyasi ya da felsefi çizgiye yakın görmesi doğal bir durum; ama ekonomik ve sosyolojik olarak, kendisini yakın bulduğu siyasi partiye ya da kuruluşlara bağımlı hissetmemeli.
 
3. İkinci maddeyle bağlantılı olarak, LGBTİ dayanışmasını, kendi öznel ütopyasının üzerinde görmeli: Mesela ileride AKP ya da başka bir muhafazakar parti, AK LGBTİ dışında tüm LGBTİ örgütlerini kapatıp üyelerini de hapse atarsa, ve AK LGBTI’ye de, “Biz eşcinsellere karşı değiliz, bu dinsiz, ’teröristlere’ karşıydık size zarar vermeyeceğiz” derse AK LGBTİ, diğer LGBTİ grupları savunmak konusunda kararlı olmalı. Tabii ki aynı durum tersi için de geçerli.
 
4. LGBTİ olma durumunun bir hastalık ya da yanlış bir şey olmadığını kesin bir şekilde savunmalı: Bu madde özellikle tıptaki ve aynı zamanda toplumdaki homofobiyle mücadele adına hayati bir tavır. (Ne yanlışsın ne de yalnızsın!)
 
Elbette bu maddeler benim kişisel görüşlerim, benim kafamdaki olmazsa olmazlardır. Umarım önümüzdeki yıllar olumlu gelişmelere gebedir.  

Etiketler:
İstihdam