08/06/2009 | Yazar: Kaos GL
Türkiye'de son günlerde yaşanan tartışmalarda homofobinin, yani eşcinsel düşmanlığının vardığı boyutlar korkuturken bu konuda tamamen unutulan geçmişi hatırlamanın tam zamanı.
Türkiye'de son günlerde yaşanan tartışmalarda homofobinin, yani eşcinsel düşmanlığının vardığı boyutlar korkuturken bu konuda tamamen unutulan geçmişi hatırlamanın tam zamanı. Tarihçi Dror Ze'evi, "Müslüman Osmanlı Toplumunda Arzu ve Aşk" kitabında sadece toplumda değil, tıpta, hukukta, hatta dinsel hayatta eşcinselliğin sapkınlık olarak görülmediği zamanları anlatıyor. Bir zamanlar cinsellik tabu değildi, açık bir dille ve rahatça tartışılıyordu; sadece eşcinsellere değil, kadınlara karşı tutum da farklıydı. Örneğin zina yapan Müslüman bir kadın erkekle aynı para cezasını ödeyip evliliğine devam edebiliyordu. İşte o zamanların ve bugünlere nasıl gelindiğinin hikâyesi...
TARİHÇİ DROR ZE'EVİ'NİN "MÜSLÜMAN OSMANLI TOPLUMUNDA ARZU VE AŞK" KİTABI, SON GÜNLERDE TARTIŞILAN HOMOFOBİYE TARİHLE CEVAP VERİYOR
"Osmanlı dünyasında homoseksüellik ile heteroseksüellik arasında ayrım yoktu"
Eşcinsellik son günlerde Türkiye'nin gündeminde! Sebebi maalesef, eşcinsellere, travesti ve transseksüellere yönelik saldırıların arttığı gerçeği değil, eşcinsel olduğu ortaya çıkan bir hakemin işini kaybetmesi ve eşcinselliğin şiddet ile ilişkilendirilmesı... Tuhaf bir tesadüf olarak, 17 Mayıs Uluslararası Homofobi Karşıtlığı Günü, tam da tartışmaların yaşandığı haftalara denk geldi. 17 Mayıs 1992'de Dünya Sağlık örgütü eşcinselliği "hastalıklar listesinden çıkarmaya karar vermişti ve o tarihten beri 17 Mayıs'ta eşcinsellere karşı ayrımcılığa son verilmesi için tüm dünyada etkinlikler düzenleniyor. Bu yıl da izmir, Eskişehir, Van, Diyarbakır ve İstanbul'da Türkiye'nin ilk gey-lezbiyen derneği Kaos GL’nin önayak olduğu etkinlikler yapıldı. Ancak basında süren tartışmalara bakılırsa, Türkiye'nin bu konuda henüz alması gereken çok yol var. Bu süreçte ise bize tarih ışık tutuyor, İsrail Ben Gurion Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi Prof. Dr. Dror Ze'evi'nin, Ekim 2008'de Kitap Yayınevi tarafından Türkçe'de yayımlanan çalışması bu açıdan çok önemli.
Osmanlı ve Sex and the City
"Müslüman Osmanlı Toplumunda Arzu ve Aşk: 1500-1900" başlıklı çalışmasında Prof. Ze'evi, modern öncesi dönemde Osmanlı'da cinsel söylemin günümüzün cesur cinsel söylemiyle öne çıkan ünlü "Sex and the City" dizisine benzediğini söylüyor. Ze'evi, çalışmasında cinsel söylemi, dönemin tıp, şeriat, kanunlar, tasavvuf kültürü, rüyalar ve Karagöz oyunları metinlerini inceleyerek araştırmış. Son derece çarpıcı ayrıntılar ve tespitler içeren kitabın özellikle homoerotik aşk ile ilgili bölümleri, tam da bugünlerde anlam kazanıyor. Modern öncesi dönemde, yani 16., 17. yüzyılda ve 18. yüzyılın ortalarına dek homoseksüellik ve heteroseksüellik arasında günümüzdeki gibi kalın duvarlar olmadığı saptamasını yapan Ze'evi ile, bir araştırma projesi için bulunduğu İstanbul'da görüştük.
Telaviv Üniversitesi'nde doktorasını yapan, Princeton Üniversitesi'nde bir süre bulunduktan sonra 90'ların başında Ben Gurion Üniversitesi'nde Middle East Studies (Ortadoğu Araştırmaları) bölümünü kuran Ze'evi, cinsellik temasını araştırmaya tamamen tesadüf eseri, arşive, doktora tezi olan Kudüs için bir yazma talep ettiğinde, hata yapılarak kendisine cinsellik üzerine bir yazma verilince başlamış. Homoseksüellik üzerine Arapça bir metin olan yazma onu o kadar şaşırtmış ki, cinsellik üzerine çalışmaya devam etmiş.
Ze'evi kitabında cinsel söylemi araştırmaya, klasik Osmanlı tıbbını inceleyerek başlıyor. Evren, elementler, ruh, beden ve onu oluşturan kısımlar arasında karşılıklı bir ilişkinin bulunduğu, her şeyi kapsayan evren kuramından yola çıkan klasik Osmanlı tıbbında, erkek ve kadın, en basit yaratıktan ilahi olana kadar sürüp giden kusursuzluğun bir parçası olarak görülüyordu. "Erkekler ve kadınlar neden çiftleşmeyi arzuluyordu ve çiftleşme hangi amaca hizmet ediyordu" temel sorularına Osmanlı döneminde birçok hekimin verdiği cevap ortaktı: Bu, insanoğlunun varlığını sürdürmek isteyen Allah'ın isteğiydi. Seks arzusu yaratmak için kullandığı araç ise ruhtu. İlginç bir şekilde erkeklerle kadınların dürtüleri arasında bir ayrım gözetilmiyordu; kadınlar da cinsel ilişkiden erkekler kadar zevk alabilirdi. Buna ve diğer birçok cinsel konuya dair tartışmalar tıp kitaplarında son derece açık ve cesur bir dille anlatılıyordu.
Cinsiyet konusunda, Avrupa'daki gibi, tek cinsiyetli model egemendi, yani kadın ayrı bir cins olarak değil, erkeğin kusurlu bir kopyası olarak görülüyordu. Ze'evi'ye göre, pre-modern dönemde Batı'da da anlayış böyle, ancak asıl önemli nokta, bu bilgiyi dünyanıza nasıl entegre ettiğiniz! Ze'evi, tek cinsiyetli modelin, Osmanlı düşüncesini homoseksüellik ve heteroseksüellik arasında sürekliliği görmek açısından etkilediğini ve ikisi arasında "derin, doğuştan gelen bir fark olmadığı" görüşünü yerleştirdiğini düşünüyor.
"İlahi aşk dünyevi aşktan geçer"
Bu düşünce yapısını anlamak için tasavvuf kültürünü daha yakından incelemek gerekiyor. Ze'evi, o dönemde tasavvufi topluluklarım genel olarak
Nakşibendilik gibi ortodoks ve Bektaşilik gibi heterodoks mutasavvıflar olarak iki karşıt tarafa ayırmanın doğru olduğu görüşünde. İki taraf belli noktalarda tamamen zıt görüşlere sahip olsa da, şaşırtıcı olan nokta, cinsel ilişki poisyonları, erkek ve kadın arasındaki ilişkide tercih edilen zamanlar, hayvanlarla ilişki, mastürbasyon gibi konular ortak olarak derinlemesine tartışılıyordu. Ancak asıl önemli ve görüşlerin tamamen zıt olduğu tartışma konusu, homoerotik aşktı. Bunun çıkış noktası ise aşk kavramı ve aşkın anlamıydı. Ortodoks olan taraf ilahi aşkı savunurken diğerleri ilahi aşkı kavramanın yolunun dünyevi aşktan geçtiğine inanıyordu. Dünyevi aşk söz konusu olduğunda ise sadece kadınların değil, genç erkeklerin güzelliğine kapılmak da normal karşılanıyordu. Bu düşünce yapısının halk arasında ne kadar kabul gördüğü konusunda, 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı toplumunun büyük çoğunluğunun, hem kentte, hem de taşrada tasavvufi tarikatlara bağlı olduğunu göz önünde bulundurmak önemli. Ancak genç erkeklerin güzelliğini seyre dalma fikri, "en-nazar ila el-emred", zikrin parçası olup, müzik ve dansı içeren sema ile birleşince tepkiler arttı. 17. yüzyılın tanınmış Filistinli âlimlerinden ed-Dec-cani'nin satırları bu açıdan anlamlı: "Bugünlerde şeytan tıpkı çocukların topla oynadığı gibi bizimle oynamakta ve genç erkeklere karşı mutasavvıflar arasında duyulan aşk çığ gibi yayılmaktadır."
"Bazıları meyhaneye erkek âşığıyla gelir"
Ze'evi, birçok İslam âliminin eserleri böyle tepkiler içerse de, homoerotik
çekicilikten asla sapıklık olarak bahsedilmediğine dikkat çekiyor. Dahası dönemin neredeyse her eserinde, kadınlar ve genç erkeklerin aynı şekilde yer aldığını belirtiyor. 16. yüzyılın ünlü Osmanlı tarihçisi Gelibolulu Mustafa Ali'nin, toplum hayatında uygun bulunan davranışları anlattığı "Meva'idü'n-nefa'is fi kava'idi'l-mecalis" eseri bunlardan biri. Mustafa Ali, "Cennetin hurileri olarak anılan güzel hizmetkâr kızlar ve genç erkekler için doğru davranış, efendilerinden başkasının yüzüne bakmamak, birbirlerini alçakgönüllü
lük ve sır tutma konusunda taklit etmeleridir" yorumunda bulunurken bugünkünden çok farklı bir tavır sergiliyor. Aynı tavır meyhanelerden bahsettiği bölümde de görülüyor: "Meyhaneler içmek ve eğlenmek için özellikle iki grubu cezbeden mekânlardır: İlk grup, kadın ve oğlanlarla zina yapan ve içmeyi seven sıcakkanlı genç erkeklerdir. Bazıları ise meyhaneye erkek âşığıyla gelir, yemek yer ve içer." Prof. Ze'evi, dönemin belgelerinde erkek-genç erkek ilişkisiyle kıyaslandığında yetişkin homoerotizminin göreceli olarak fazla ele alınmamasının, Osmanlı döneminde aynı yaş grubu içinde homoerotizmin ciddi bir sorun olarak görülmediğinin göstergesi olabileceğini düşünüyor.
Peki bunun sebebi, kadınların ka
musal alanda çok az bulunmaları olabilir mi? Ze'evi, "Hayır" diyor, "Dünyadaki her kadını elde etme imkânları olsaydı yine aynı şeyi düşünürlerdi. Sufiler güzelliğe tutkundu, güzellik sadece kadında değil, erkeklerde de vardı, bu yüzden onlar için bir fark yoktu. İkisinin arasında bugün varolan sınırı onlar göremiyorlardı. O dönemlerde Osmanlı dünyasında homoseksüellik ve heteroseksüellik arasında ayrım yoktu. Tıbba, kanuna, şeriata, rüyalara bakın, her yerde görürsünüz".
Bu noktada yasal düzenlemeleri kısaca ele almak, dönemin düşünce sistemini tam olarak anlayabilmek için gerekli. Pre-modern dönemde Osmanlı toplumunda hukuk alanında iki farklı sistem vardı: şeriat ve kanun. Şeriat ile padişahın kanunları arasında çelişki olduğu zaman geçerli olan sistem padişah kanunlarıydı. Şeriat hukuki süreçte Kuran'da belirtilen saldırı gibi olağan suçlar ile Allah'ın koyduğu sınırları ihlal eden, zina, asılsız zina suçlaması, hırsızlık, sarhoşluk gibi haddi aşan suçlar arasındaki farklara önem veriyordu. Şaşırtıcı bir şekilde eşcinsel ilişki konusunda Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife, haddi aşan suç kapsamına girmediği sonucuna varmıştı. Ünlü Hanbelî fıkıh âlimi İbn Teymiyye ise her iki faile de ölüm cezası verilmesi gerektiğini savunsa da pişmanlık durumunda cezanın ortadan kalkacağını kabul etmişti. Oysa örneğin zina yapan kadın veya erkeğin cezası taşlanmak ya da ölümdü.
Ancak zina şeriat ile padişahın kanunları arasındaki çelişkili konulardan biri. İmparatorluğun en önemli padişah kanunu olan Kanuni Sultan Süleyman'ın kanunnamesine göre zina Allah'a karşı işlenen ağır bir suç veya günah değildi. Kişi herkesin kabul edebileceği ağır bir para cezası ödeyerek yaşamını sürdürebilirdi. Kadın zina yaptığında evlilik devam edebilirdi, koca karısına verilen cezaya ek olarak "köftehor", yani aldatılmayı kabul edenin cezasını da ödemeliydi. 1520-1566 arasında hazırlanan ve sonraki padişahlar tarafından da uygulanan kanunnameyi Ze'evi cinsel ahlakla ilgili konularda "liberal" olarak tanımlıyor. Örneğin eşcinsel ilişki, zina için ödenen para ile cezalandırılıyordu. Kadınlar arası eşcinsel ilişki ise suç sayılmıyor ve kanunda yer almıyordu. Kanun ayrıntılı ve aşamalı bir para cezası sistemine sahipti. Her suç için zenginler daha çok ödemek zorundaydı. Cinsel suç işleyen kadınlara verilen ceza, erkeklere verilen ile aynıydı.
"Eşcinseller merkezden uzaklaştırılıyor"
Prof. Ze'evi para cezalarıyla ilgili olarak aynı ekonomik gelir grubundaki erkekler ve kadınlar arasındaki eşitliğin, iki cinsin de mülk sahibi olarak ekonomik açıdan eşit görüldüğü bir toplumsal sistemin temelini oluşturduğunu düşünüyor. Bu noktayı çok önemli buluyor ve köklerinin şeriata dayandığını belirtiyor: "Şeriata göre kadın ve erkeğin sorumluluğu eşittir ve kadının mal edinme hakkı vardır. Bu hafife alınacak bir ayrıntı değil, örneğin Hıristiyanlık ve Yahudilikte, kadın evlendiğinde malvarlığı kocasının olur. İslamiyet'te kadınlar kendi parasına sahip olabiliyor. Kudüs ile ilgili çalışmalarımdan söyleyebilirim ki bu kural sadece kentte değil, taşrada da uygulanıyor. İlginç olan nokta, Osmanlılar şeriattaki bu kuralları alıp geliştirdiler."
Ze'evi, cinsel söylemde 18. yüzyılın sonlarında başlayan ve ayrıntılarına önceki sayfalarımızda yer verdiğimiz değişim sürecinde, Müslüman toplumlarda kadınların giderek daha fazla eve kapatıldığını ve örtünmeye zorlandığını belirtiyor. Ayrıca bugün eşcinseller olarak tanımlayacağımız, heteroseksüel olmayan birçok insanın merkezden uzaklaştırıldığının, marjinalleştirildiğinin ve kriminalize edildiğinin altını çiziyor. 19. yüzyılın ortalarına kadar halk arasında cinselliğin çok açık şekilde konuşulduğunu, çocukların bu ortamda büyüdüğünü, oysa sonrasında doğanların cinsellikle ilgili konularda sessizlikle karşılaştığını ifade ediyor. Ze'evi, 19. ve 20. yüzyıllarda cinsel eğitimin yeni bir tarzda yapılmaya başlandığı Türkiye'yi yine de şanslı buluyor, Arap dünyasında bunun hiç yaşanmadığını, cinselliğin bugün bile bir tabu olduğunu söylüyor.
Ze'evi ile soğumuş kahvelerimizi içerken suskunlaşıyoruz söyleşinin sonlarına doğru, çünkü aynı görüşteyiz: Müslüman Osmanlı toplumunun yaşadığı topraklarda cinsel söylemin suskunlaşması, Batılılaşma ve modernleşmenin etkisi ile oldu. Ancak bugün Batı, bir zamanlar cinsel söylem konusunda fazla açık bulduğu için kınadığı Doğu'nun çok ilerisinde. İki yüzyılda roller değişmiş. Sizce de çok üzücü değil mi?
CİNSELLİK İSLAM DÜNYASINDA NASIL TABU OLDU?
Cinsellik konusunda Müslüman toplumlarda yaşanan değişim, büyük bir suskunluğu doğurdu ve cinsellik bir tabu haline geldi. Bu değişimde dış baskılar tek etken değil elbette ama çok önemli. Çünkü uzun yıllar boyunca seyahatnamelerde ve Batı medyasında Türkler ve Araplar sübyancılık, eşcinsellik veya kadınsı davranmakla suçlanmıştı. Prof. Dror Ze'evi, Osmanlı seçkinlerinin Batı'nın ne dediğini çok önemsediklerini, Batı'nın cinsellikle ilgili "aşağılayıcı, küçümseyici" tavrının çok etkili olduğunu belirtiyor ancak asıl değişimin tüm alanlarda öncelikle içeriden başladığının altını çiziyor. İşte bu değişimin hikâyesi...
TIP:
18. yy. sonunda Batı tıbbı dikkatli bir ahlak anlayışı geliştirmişti, özellikle kadın hastalara karşı belli bir mesafe gözetiliyordu. Avrupa kliniklerinde ve tıbbi literatürde cinsellik ihtiyatla ele alınıyor, şifreler ve üstü kapalı sözler kullanılıyordu. II. Mahmut zamanında, Ataul-lah Şanizade'nin, 5 ciltlik ünlü "Hamse-i Şa-nizade" adlı eseri, Avrupa'dan gelen yeni tıbbi bilgileri içeriyordu. İlk başta karşı çıkıldı. Sonradan popülerleşti. Yeni tıp kitaplarından cinsel söylem tamamıyla çıkarıldı.
HUKUK:
Osmanlı Devleti'nde Tanzimat Fermanının ilanı ile birlikte yeni hukuksal düzenlemeler başladı. Özellikle 1858'de Sultan Abdülmecid yönetimi sırasında, Mekke kadılığı yapan, reform hareketini benimsemiş ve "Batı tarzı" yasaların ateşli bir savunucusu Ahmed Cevdet Paşa'nın hazırladığı "Kanunname-i Ce-za"da cinsel söylemdeki değişim açıkça görülüyor. Cinsellikle ilgili konularda "temiz bir dil" kullanılan kanunnamede cinsel suçlar açıkça belirtilmek yerine, "edebe aykırı hareket" gibi üstü kapalı sözlerle anlatılıyordu. Şeriatta veya Sultan Süleyman'ın kanunnamesindeki özgür/köle ve Müslüman/gayrimüslim ayrımı yoktu, erkek ve kadın arasındaki ayrımlar azaltılmıştı. Prof. Ze'evi, cinsiyet farklarını bulandırma eğiliminin mümkün olduğu kadar cinsiyet ve cinsellikle ilgili sorunların üstünü örtmekten kaynaklandığını, bunun nedeninin ise eşcinsel ilişkilerden bahsedilmesini önlemek olduğunu düşünüyor.
TASAVVUF:
İlk önemli tepki, 17. yüzyılın ilk yarısında İstanbul'da başlayan, özellikle sema ve müziğe karşı olan, İstanbul'da ve diğer büyük şehirlerde büyük bir baskı hareketine dönüşen Kadızade hareketidir. 1650'lerde İstanbul'da birçok tekke kapatıldı, şeyhleri taşraya sürüldü. Hareket 18. yüzyıl başlarında ortadan kalksa da, Ortodoks ulemanın gücünü arttırmasıyla din yeniden yapılandırıldı. Tarikatlar güzellik kavramını üstü kapalı bir dille ifade etmeye başladılar. Tasavvuf kitaplarından homoerotik ayrıntılar sansürlendi.
SINIFLARI VE SINIRLARI AŞAN KARAGÖZ
'"Büyük Evlenme' adlı oyunda Karagöz, kendisinin damat olacağı bir düğün tertiplemek isteyen bir grup kadınla karşılaşır. Muhataplarını tanımayan kadınlar, ona Karagöz hakkında ayrıntılı sorular sorarlar. Kadınları, itilmek istendiği bu düğünden caydırmaya çalışan Karagöz, 'O hırsızdır', der. Kadınlar 'Biz de hırsızız' diye cevap verirler. Karagöz 'Her gece Beyoğlu'nda gezer' der. Kadınlar 'Aman ne iyi, biz de gezeriz' diye karşılık verirler. 'Hamamdan çıkmaz' sözlerine karşılık, 'Aa, demek ki temiz adam' cevabıyla iyice çileden çıkan Karagöz sonunda 'Oğlanlardan hoşlanır' der. Kadınlar 'Biz de kadınlardan hoşlanırız' deyince Karagöz'ün ağzı şaşkınlıktan açık kalır." Dror Ze'evi'nin "Müslüman Osmanlı Toplumunda Arzu ve Aşk" kitabından alıntıladığımız bu satırlar, pre-modern dönemde Osmanlı'da çok popüler olan Karagöz'ün cesur cinsel söylemini yansıtıyor. Ze'evi, Karagöz'ün asıl öneminin sınıf farklarını aşması, saraylının da, köylünün de Karagöz izlemesi olduğuna dikkat çekiyor.
İSLAM VE CİNSEL SÖYLEM
Prof. Dr. Dror Ze'evi, çalışmasının islam ve cinsellik arasındaki ilişkinin gözden geçirilmesine katkıda bulunmasını umuyor. İşte çarpıcı yorumları:
· İslam modern öncesi dönemde çok dinamik, açık ve aktif bir dindi. Cinsellik konusunda açık tartışmalar yapılabiliyordu.
· Modern İslam'ın özellikle Hanbelî okulundan ve Suudi Arapların Vahabi hareketinden çok etkilendiğini düşünüyorum. Türkiye gibi liberal ülkelerde bile insanlar gerçek ve doğru İslam'ın bu olduğunu düşünüyor. Ancak İslam Arap ülkelerinde dahi bugün olduğundan çok farklıydı. Bugün yaşanan İslam, 18. ve 19. yüzyılda yaratılmış Vahabi İslam'ı, tamamen yeni ve çok üzücü.
· Türkiye'de bile bugün seks hakkında konuşmak zor. Burada bazı üniversitelerde sunumlar yaptım ve öğrencilerin biraz utangaç olduğunu gözlemledim. Özellikle Anadolu'da küçük köylerde ve kentlerde, pre-modern dönemdeki Osmanlı'da var olan cesur cinsel söylemin, o kültürün izleri var. Mesela hâlâ bazı köylü kadınlar cinselliğe çok farklı bir gözle bakıyorlar ve bu, eski söylemin mirası. Halk türkülerinin cinsellik açısından özgür dili ise büyüleyici.
Etiketler: