17/12/2013 | Yazar: Burak Kartal

Adamın teki çıkmış elinde gitarıyla sizi ‘Orduya istiyorlar savaş çıkar diyorlar, silah veriyorlar anne bana öldür diyorlar’ sözleriyle dürtüyordu.

2. Ayrımcılık Karşıtı Sempozyum etkinliği dâhilinde Cuma gecesi sahne alan Yaşar Kurt “Ayrımcılığa Karşı Şarkılarımızı Söylüyoruz” buluşmasında bir performans sergiledi. Düşünmeden edemiyorum “Yaşar Kurt’u dinleyenler kimdir?” diye. Çoğu kimse belki de ilk kez şarkılarını dinliyordu hatta sahnedeyken “ne diyor bu ya” gibi tepkiler bile duymadım değil. Şöyle bir geçmişe dönüp sanatçının müzik yaptığı yıllara göz atınca aslında hitap ettiği kişileri az çok tahmin edebiliyorsunuz ve yalnız olmadığınızı fark edip rahatlıyorsunuz.                                                                     .

Türkiye’de çoğu şeyin anormal karşılandığı ve kendinizi ifade edebilmenizin imkanlarının kısıtlı olduğu  90’lı yılları yaşarken, bir kaset alıyorsunuz, teybin tuşuna basıyorsunuz ve banttakilerin kulağınıza fısıldadıklarını duydukça farklı olduğunuzun, farklı olunabileceğinin ne kadar önemli olduğunu hissediyorsunuz. Alternatif kurulurken aşina olduğunuz dilin dışında var olunabileceğini, notalarına basa basa söylüyor. Adı üstünde “alternatif” ve sanırım size yalnız olmadığınızı bu kısmı hissettiriyor.
 
İlk albümünü 94 yılında sunuyor, tabi bunu Almanya’da yapıyor. Sanırım “polis geliyor polis, polis ateş ediyor polis” sözlerini Türkiye’de dilediğince söyleyemeyebilirdi ama bir şekilde o sözler artık kulaklarımıza ulaşmıştı. O yıllarda siyasi olarak “terörize” edilmiş bir halk ve seksenli yılların boşluğunu dayatmacı bir zihniyetin doldurma çabasını görüyoruz ve bunu tekeli altına aldığı piyasa ile yapıyor. Her mahallede bir milyonerden, “terör”, “zorunlu göç” ile başlayıp “ırkçılık, kadın cinayetleri ve nefret cinayetleri” ile devam ederek, kanla kutsanan yıllar... Birbirinden bağımsız olduğu veya bugün sonlandığı için değil aslında süreç olarak sınır tanınmamasının küçük bir kesiti...
 
Keza medya ve bankacılık sektörünün 90’lı yıllarda yükselişe geçmiş olması hiç de tesadüf değil. Öyle ki piyasalaşmanın bu denli yüceltildiği ve ilk örneklerini türlü şebekliklerle sunan medya, ünlü olmak için aşırılıkları normalleştirilebildiği gibi bize bu saçmalıkları zorla kabul ettirmekten hiç çekinmedi. Hızını alamadığından olsa gerek artık alenen ve daha fazlası için insanlara çatal atılabilen dönemlerin bir parçası olarak programlandık. Üstelik kendi farklılıklarımızın ne olduğunu anlayamadan.
 
Mesela içinde doğduğumuz ailede babamızın annemize bağırmasını sıradan bir günün parçası olarak yaşadığımız, ablamızın sürekli olarak “kontrol” altında tutulması gibi şeyler fazla garip değildi. Zaten dünyaya karşı tahayyüllerimiz sınırlı olduğu kadar işgal ediliyordu. Dahası “Eşcinseller mi?” Nasıl yani? Bizim bildiğimiz, bir babamız bir de mahalledeki abiler vardı. Televizyonlarda gördüğü kadarını doğru kabul eden çocuklardık, gündelik hayatımıza dair bir şeyleri anlayabilme fırsatı tanımıyorduk kendimize.
 
Televizyon, anne-baba ve sokaktaki abiler üçgeni dışında bünyenize anında enjekte edilebilen bir başka dünya yokken mahalle dışında kalan sosyal alanlarda ve yerlerde ise ellerinde çekiçleri ve çivileriyle sizi yontmaya çalışan insanlarca kuşatılmış vaziyetteydi.
 
Düşünüyorum da Ahmet Kaya’yı bilenlerin dinleyebildiği, yükselen pop trendi dışında size sunulan uzun uzadıya ağır şarkılar ve arabesk şarkılar dışında adamın teki çıkmış elinde gitarıyla sizi “Orduya istiyorlar savaş çıkar diyorlar, silah veriyorlar anne bana öldür diyorlar” sözleriyle dürtüyordu. [1]
 
Şarkılarında gezinirken hissettiklerim ana akım medya ve siyasal kuşatma dışına kaçılabilmek için bir kapı aralıyordu bana, kendini farklı hissedenlere ve şehrin orta sınıf ailelerinin yeni yetme çocuklarına...
 
Güzeldi ve hâlâ güzel. Teşekkürler Kaos GL ve teşekkürler Yaşar Kurt!


[1] Genel olarak, alternatif müziği “muhalif” olarak dikkate aldım.  

Etiketler:
İstihdam