17/12/2009 | Yazar: Anıl Alacaoğlu

Kötü bir his var içimde.

   Kötü bir his var içimde. Zaten kötü olan diğer koşulların tümünü birden yok edip tek derdim olabilecek, yani zaman zaman da iyi bir his. Sakinlikle karşılanamayacak kadar korkunç aynı zamanda da korkuyla beklenemeyecek kadar soğukkanlılık gerektiren. Sadece bir sorunun cevabıyla, diğer bütün soruların önemsiz, cevaplarının basit hale gelebilmesi ilk defa karşılaştığım bir durum.

   Gündelik hayatta karşı karşıya geldiğimiz en büyük sorunlar bile hayatımızın en az bir kısmını hiç mi hiç etkilemiyor. Sevgilimizin bizi terk etmiş olması ya da annemizin fena halde hastalanması bütün moralimizi sıfıra indirebiliyor fakat bu durumlarda bile etkilenmeyen basit alışkanlıklarımız sürekliliğini koruyor. Meselâ hiç kimse sevgilim beni terk etti diye sigarayı bırakmıyor. Aksine çıkarıyor, yakıyor bir tane. Ya da annesi hasta oldu diye gidip sevmediği bir renkte elbise almıyor insan. Çünkü seni öldürmeyen hiçbir şey hayatını tümden değiştirmeye yetmiyor. Sana ait bazı küçük kurallar ya da kuralsızlıklar sen ölmeden ölmüyor.

   Ama son zamanlarda kafamı kurcalayan bir soru var ki bırak benim hayatımı, tanıdığım tanımadığım herkesin hayatını ilgilendiriyor. Uzun vadede gerçekleşebileceğini düşündüğümüz hayallerimizi manasızlaştırıyor. Henüz doğmamış çocukların belki de hiç doğmamalarını düşündürtüyor. Annemi korkutuyor, sevgilimi sevindiriyor, beni sakinleştiriyor bu soru; ya her şey aniden mahvolursa, dünya uykusundan uyanmak, hem kendini hem de üzerinde kurulan hâkimiyetin sorumlusu olan biz insanları kendine getirmek için silkelenirse? Bunu daha önce defalarca kez yaptı. Bir kez daha neden yapmasın?

   Bence her şeyi yanlış anladık biz, yanlış kullandık. Lehimize sandığımız şeylerin gerçekte aleyhimize olduğunu göremedik. Özgürlüğümüz için savaşırken karşımızdakinin de bir insan olduğunu, en az bizim kadar özgürlüğü hak ettiğini unuttuk. Sanki özgürlük ‘düşman’ dediğimiz bir milletin bir vatandaşının damarlarındaydı da biz onu öldürünce kanı ‘toprağımıza’ akacak, bir taraflarımıza özgürlük bulaşacaktı. Saçmalık! Hangi özgürlükten hangi topraktan bahsediyoruz? Bağımsız devletler kurup bağımlısı olduğumuz yasalar üretirken sahip olduğumuzu sandığımız sunî özgürlükten mi? Yoksa yine lehimize kullanmak varken delik deşik ettiğimiz topraktan mı? Bu insanoğlu zekâsını hangi gün için, neden ve nereye saklıyor anlamıyorum ki? Şu an başında oturup bu yazıyı yazdığım ve birçok insanın neyi, nasıl yaptığını bilmeden her gün kullandığı bilgisayarlar nihayetinde insan beyninin bir ürünü. Her gün beni biraz daha fazla şaşırtarak, artan özellikleriyle neredeyse oturduğumuz yerden yaşamı sürdürmemizi sağlayacak olan bu bilgisayarı üreten ‘beyinler’ hiç mi düşünmediler, kendi hayatlarını gereksiz derecede kolaylaştırmak yerine dünyayı anlamayı? Maalesef düşünmediler. Bu saatten sonra da bence hiç düşünmesinler. Çünkü ütü yapabilen bir bilgisayar istiyorum. Genç yaşta kırıştım da.

   Bu durum yüzünden başkalarını suçlayıp aklanıp paklanmak değil amacım. Eğer reenkarnasyon bir gerçekse muhakkak bizim de parmağımız vardır dünyanın bu hale gelmesinde.

    Kendimi bir kanser hastası gibi hissediyorum, yakın zamanda öleceğini bilen. Ama maalesef bir kanser hastası gibi düşünemiyorum. Kendim için elim kolum bağlı olduğuyla kalmıyor başkalarının yaşamlarına devam etmesini sağlayacak hiçbir şeyi de yapacak gücü kendimde bulamıyorum. Koca dünyanın sadece bana garezi olduğunu ve bir gün beni, bir yerde, bir şekilde kıstırıp intikam almayacağını düşünürsek bu sadece benim sorunum değil. Yani sağlıklı bir insan olarak aslında hepimiz kanser hastalarından bile daha feci durumdayız. Hatta ayrıca kanser hastası diye bir sıfatı, bu saatten sonra kimseye takmayalım. Şu an yaşayan ve dünya bize dünyanın kaç bucak olduğunu gösterene kadar da ölmeyecek olan bütün insanlara doğrudan ‘insanlık hastası’ diyelim. Bu çok ciddî ve tedavisi olmayan bir hastalık. Düşünebilme yetisi olduğu halde düşünmeyen tek hayvan biziz çünkü.

   Geri sayım yapmak istiyorum. Ama çeşitli söylentiler yüzünden net bir tarih yok elimde. Belki de hepimizin alması gereken bir ders vardır ve umarım bu dersi geçebilmek için ölmemiz gerekmez. Hala bir şansı olduğunu düşünen varsa teknolojiden acilen uzaklaşsın bence. Hatta büyük şehirlerden ve büyük hayallerinden de. Ama ben bilgisayarımda yazı yazmaya devam edeceğim. Çünkü benim kurtulabileceğimize dair bir inancım yok. Yine de belki duyar, belki ciddiye alır, bende bir şansım daha olduğunu düşünüp şu lanet makinelerden kurtulurum diye dünyadan özür dilemek istiyorum.

   Seni kırdığımız, hırpaladığımız, hızımızı alamamış olsak toprağını Mars gibi kıpkırmızı yapacak kadar kana bulayacağımız, o kadar olmasa da yine de buladığımız, bağırdığımız, çağırdığımız, bazen kendi hatalarımızın yükünü sana attığımız, küfrettiğimiz, seni anladığımızı sanıp büyük laflar ettiğimiz, büyük planlarımızın büyük başarılara dönüşebilmesi için üzerinde yapmadık şey bırakmadığımız ve güneş sistemine verdiğimiz kalıcı rahatsızlıktan dolayı özür dileriz dünya. Umarım bizi affedersin.

 Yok, ille de bir şey yapacaksan hiç olmazsa canım çok yanmasın. Olur mu? 
 

 


Etiketler:
nefret