21/06/2011 | Yazar: Ali Baydaş

Hilal Kaplan’ın sözlerinin lgbtt camiasında yol açtığı infiale rağmen, böyle bir toplantıya davet edilmesi noktasında SDD ve DurDe’nin hatalı olduğunu düşünüyorum.

Hilal Kaplan'ın sözlerinin lgbtt camiasında yol açtığı infiale rağmen, böyle bir toplantıya davet edilmesi noktasında SDD ve DurDe’nin hatalı olduğunu düşünüyorum. Bir dogma olan inancı referans alan ifadelerin tartışılması, düşünsel boyutta anlamsız olsa da, bir şekilde mağduriyete yol açıyorsa, bunun mağdurlarının hassasiyetlerini dikkate almamak, en azından özensizliktir ve bu nedenle lgbtt örgütlerinden özür dilenmesi yerinde olur. 

İlk pride yürüyüşüme katıldığım 1990'da bu yazıyı okuyanların bir kısmı doğmamıştı bile. O gün, daha öncesinden beri benimsediğim kapitalizm, savaş ve ırkçılık karşıtlığı, çevreci gibi aktivist kimliklerime, lgbtt aktivistliği de eklenmiş oldu.
 
Irkçılığa ve milliyetçiliğe DurDe Grubunun da, kuruluşundan itibaren yani Hrant'ın katledilmesinden kısa süre sonra üyesi oldum. Benim gibi diğer DurDe aktivistleri de doğal olarak, kendilerini lgbtt hareketinin birer neferi olarak görüyorlar.
 
Şimdi bu ikisi arasında bir tartışma olması, siyasi değil, ancak kurumsal ve kişisel hatalardan kaynaklanıyor olabilir çünkü diğer nefret suçları gibi homofobinin de kaynağının, milliyetçilik ve tek tipleştirme özlemiyle, ötekine düşmanlık olduğu gerçeği hala değişmedi. Peki, düzenledikleri konferansta, "Nefretin siyaseti: İslamofobi, Antisemitizm, Milliyetçilik" oturumuna "homofobiyi" katmamış olmaları ve moderatör olarak, "eşcinsellik günahtır" diyen Hilal Kaplan'ı davet etmeleri, Sosyal Değişim Derneği ve DurDe'nin, konuya bakışında bir değişim olduğunu mu gösteriyor? Elbette hayır!
 
Oturum konularının ne olacağına, konferansı düzenleyenlerin değil, konunun muhatabı olduğunu düşünenlerin karar vermesi, ancak Türkiye'de akla gelebilecek bir teklifsizlik hali.
Tabii ki, konular da, konuklar da eleştirilebilir ama buradan hareketle hem de konferansta homofobiye özel bir oturum ayrılmışken, "homofobi konusu dışlanıyor" iddiasıyla, konferansı karalamaya başlamak, hele de homofobik oldukları en son iddia edilebilecek kurumları, homofobi ödülüne aday göstermek, şu sonucu doğurur: zaten bu ülkede çok sınırlı bir etkisi olan ama bu etkinin artmasına olan gereksinimin de her gün büyüdüğü 'siyaseten doğruculuğu' etkisizleştirirsiniz. İsrail'in kendisine yönelen her eleştiriyi "antisemitizm" çığlıklarıyla bastırması gibi, siyaseten doğruculuğun siyaseten yanlış kullanılması halidir bu. Teşbihte hata olmaz derler. En fazla, Hilal Kaplan'ı işkenceci polise ve lgbtt örgütlerini cumartesi annelerine benzetmek kadar uygunsuz olabilir.
 
Hilal Kaplan'ın sözlerinin lgbtt camiasında yol açtığı infiale rağmen, böyle bir toplantıya davet edilmesi noktasında SDD ve DurDe’nin hatalı olduğunu düşünüyorum. Bir dogma olan inancı referans alan ifadelerin tartışılması, düşünsel boyutta anlamsız olsa da, bir şekilde mağduriyete yol açıyorsa, bunun mağdurlarının hassasiyetlerini dikkate almamak, en azından özensizliktir ve bu nedenle lgbtt örgütlerinden özür dilenmesi yerinde olur.
 
Esasen "eşcinsellik hastalık mı günah mı" tartışması, öznesi biz olsak da, bizim dışımızda gelişen, Müslümanlar arası bir tartışma. "Hastalık", pozitivizme ait bir kavram.
Dindarların pozitivist kavramları kullanmasına itiraz bağlamında doğan bu, "eşcinsellik günahtır" söylemi, tek başına ele alınmamalı. Önemli olan, "günah" dedikten sonrası...
"Günahtır ve ben seni doğru yola davet ederim ama gelmesen bile, senin insan haklarını savunurum" mu diyor yoksa "düzelmezsen, daha fazla özgürlük alanı kazanmaman için mücadele ederim" mi diyor? Yani, "eşcinsellik günahtır" diyenlerin hepsini bir tutmamalıyız. Pek çok Müslüman bunu, inançları gereği böyle görmek zorundalar. Önemli olan, uygulamaya nasıl yansıttıkları. Eşcinselliğin "günah" olduğuna inandığı halde, eşcinsellerin haklarını savunan dindarlarla diyalog yollarını kesip, atmamalıyız. Her "günah" diyeni homofobik ilan edersek, korkarım, geriye pek kimse kalmaz. Kaplan'a dönersek, sonuç olarak açıklamalarının lgbtt birey ve örgütlere karşı net bir duruş sergilediği görülüyor.
 
Lgbtt aktivisti Yasemin Öz, haklı olarak, "Nefret suçlarına verilecek taviz, nefretle mücadelenin tümüyle içini boşaltır. Nefreti hem onaylayıp hem onunla mücadele edemezsiniz" diyor. Bu noktada, Yasemin ile internette yaptığımız bir tartışmada, aynı sözleri kendisine söylememe neden olan konuyu hatırlamamam mümkün değil: Yılmaz Özdil'e yazdığı ve Kaosgl'de yayınlanan bir teşekkür mektubu üzerine yaptığımız yazışmada şunları yazmıştı: "Yilmaz ozdil kafatasci, fasist vs her sey olabilir. ...gecmis ve olasi elestirilerimiz baki kalmak kaydi ile tesekkur ettim. bunda da hic bir beis gormuyorum. dogruya dogru, yanlisa yanlis demeyen kor siyasetlerle ve bakis acilariyla da bir yere varacagimizi dusunmuyorum. donusum istiyorsak dogrulari da yanlislari da gormek ve gostermek zorundayiz diye dusunuyorum." bunları aktarmamın nedeni, Yasemin'in ne düşündüğü değil, bu görüşlerden hangisine itibar edeceğimizi düşünmek...
 
Aday'larını 'Halk'ın belirlediği hormonlu domates ödüllerine, ben 'Halk' olarak tutup, filanca lgbtt örgütü aday göstersem, demek ki, o sayfada o örgüt aday görünecek? Peki, bizatihi lgbtt'lerin homofobiden tamamen azade oldukları iddia edilebilir mi? Hepimiz bunun doğru olmadığını biliyoruz. Üstelik lgbtt'lerin içinde, Kürt düşmanı ırkçılar, sisteme entegre olup, eşcinsel gettolarla sınırlı bir ‘özgürlük’ talep edenler, militarizme ve aile kurumuna sıcak bakanlar, islamofobiden muzdarip olanlar bolca mevcutken, bu tür 'hassasiyet' patlamalarının, siyasi olarak neye hizmet edeceği de, üzerinde düşünülmesi gereken bir soru olmalı.
 
Bu ülkede nefret suçlarına karşı mücadele, ağır bedelleri olabilen değil de, makbul bir işmiş gibi, bu alan üzerinde hegemonya kavgasına girilmiş algısı yaratan bu tartışma, en çok mücadeleye zarar verir. Tartışmanın geldiği noktada tarafların birbirini suçladığı anlamsız polemik ve "biz", "siz" söylemi, birbirini anlama ve uzlaşma yollarını tıkayan, sorumsuz bir tavır olarak görünüyor. Siyasi mücadele, duygusal ve kişisel yaklaşımlarla yürütülemez. Kurumsal olma amacı güdenlerden, buna uygun tavır göstermeleri beklenir.
 
Kısacası, kimin haklı kimin haksız olduğu önemli değil. Herkesin haklı ve haksız olduğu konular olabilir. Bunlara takılma lüksümüz yok ama elbette, herkesin diğerine karşı yaşadığı bu güvensizlikle hesaplaşması ve en azından kendi içinde özeleştiri yapması, hareket için hayırlı olur.
 


Etiketler:
İstihdam