11/03/2016 | Yazar: Semiha Sara

Kalpsiz dünyanın kalbi olmaya pek meraklı herkes. Saçma. Bir orospudan hayat dersleri almaya ne kadar meraklısınız bilmem. İşim biraz da konuşmak ama benim. Severim bu sebepten konuşmayı.

Bazı günler şanslıysam gün batmadan uyanıyorum. Sadece geceyi yaşamak insanın ruhuna da sirayet ediyor. Ama bizim meslek böyle. Gündüz iş olmaz insanlar karanlıkta azarlar. Gece içinde daha az utanç taşıyor galiba emin değilim. Hayat üzerine pek kafa patlatmam. Bugün, gün hala yerinde akşam fazla kaçırmışım, susuzluktan erken uyandım. Hemen kendimi dışarı atmak istiyorum. Gün batımında sokaklarda dolaşmayı severim. Bir kentin insanlarını anlamak istiyorsanız, o kentini sokaklarına ve binalarına bakmanız yeterli. Apartman numarası büyüdükçe daralan evler, varoşlarla, kenar mahalleler, eski ermeni evleri ile yeni yapılan ruhsuz beton yığınlar... Hepsi bir arada. Kentsel dönüşüm dedikleri şey çıktı şimdi bir de. Yıkıp yerine yenilerini yapacaklar. Tıpkı insanlara yaptıkları gibi. Şimdilik benim için önemli görünen bir detay değil bu. Öyle sanıyorum iyi bile oldu. Boşaltılan evlerden birine yerleştim. Ahşap ha yıkıldı yıkılacak merdivenlerden çıkmak biraz zor, yerler de kırık dökük çürümüş durumda. Ama evimi seviyorum. Herkes evini sever. 

Yataktan zoraki bir doğruluşla kalktım. Parlement sigaramdan bir dal alıp, pencereye çıktım. Bazı şeylerin izahı yoktur. Mesela orospuların parlement sigara içmesi gibi. Pencereden memelerimi sarkıtıp sigaramı içmeye koyuldum. Bu mahalleyi seviyorum. Eski İstanbul'u görmedim bir başkaymış. Yeni zamanlarda her şey hep aynı kalıyor. Hiç bir şeyin değişmemesi bazen canımı sıkıyor. Ama bizim gibilerin hayatla ilgili büyük beklentileri olmaz. Her şey hep değişse de biz hiç değişmeyiz. 

Köşede tezgâha çıkmış çocuk yaşta gençler. Her defasında pencereden bir iç çamaşırı düşürmemi bekliyorlar. Bu bahaneyle yukarı çıkmayı ümit ediyorlar. Bir orospuyla parasını veren herkes sevişir ama yine de herkes bir orospunun koynunana para vermeden girme hayali kurar. Kalp kazanılması zor bir meslek sanırım bizimki. Bir de candan sevişmiyoruz diye kimsenin canını da sıkmayız. Bu dedikodu nerden yayıldı bilmiyorum. Külot düşürüp insanları evime aldığım nasıl zannedildi onu da bilmiyorum. İnsanlar zannetmeyi seviyorlar. Ben öyle zannettim cümlesi çok yavşakça. Ve bütün erkekler de biraz yavşak sanıyorum. Bakmayın hayattan böyle nefret eder gibi bahsettiğime. Ben yaptığım işi de yaşadığım yere de çok bağlıyım. Yaşadığım her bir olay kendi seçimimin sonuçları. Bu da az buz bir olay değildir. Kimseye kolay kolay nasip olmaz. 

Hem böyle mahallelerde herkes birbirinin işine de, yaşamına da pek saygılıdır. Beş katlı bir apartmanda yaşıyorum. Her bir katı boşaltıldı ama her bir katında birileri yaşıyor. İlk katta uyuşturucu satıcısı gençler, ikinci katta ressam bir kız ayakkabı boyası ile duvarlara kadın resimleri yapıyor sürekli, kafası hep kıyak, üçüncü katta mülteci üç aile -kalabalıklar her kapının önünden geçişimde içeri buyur eder gibi gülümserler-, dördüncü katta ise dönme bir orospu var Diyabakırlıymış memlekette çoluğu çocuğu varmış ve en üst katta da ben. Herkesin bir hikâyesi vardır. Ama en acıklı hikâyeler hep ya orospulardan ya ayyaşlardan çıkar. Ben benimki acıklı bulmuyorum.

Annem öldü...

Kendini astığı dut ağacında cansız bedenini bulduğumda altı yaşında ya var ya yoktum. Bakkala gidip döndüğümde zaman zaman yaramazlık yaptığım için bez bebeklerimi astığı dut ağacına kendini asmış. Babam da bazen annemle oynaşma isteği için “çok yaramazlık yaptın bugün” diyerek aynı dut ağacına bağlardı beni. Çirkin sesiyle ağzından tükürükleler saça saça. Ağlamaz, hır gür çıkarmaz boyun eğerdim. Babam uzun yol şoförü, evde pek durmaz. Bir gecekondu mahallesinin iki gözlü bir eviydi. Bahçesinde bit tek koca dut ağacının bulunduğu. Birileri mi ekti kendiliğinden mi çıktı bu ağaç burada, muamma. 

Annemi ilk gördüğüm anda aldığım ekmekleri aynı zamanda odam olan mutfağa götürüp, ağacın altında usulca beklemeye koyuldum. Mavi bez bebeklerimi aldıkları gibi aldılar mavi elbiseli ölüsünü ağaçtan. Öldüğünde hamileymiş, karnındaki da anca bir dut tanesi kadar daha belki. 

Babamın olmadığı zamanlarda bir de eniştem gelir gider sık sık. Telaşlı çoğu zaman. Duş alır bizim evde annem türlü bahanelerle durumu açıklar. Babam olduğu zamanlarda da gelir eniştem. Dut ağacının altına sofra kurulur rakı içilir. Babamın keyifli halleri çocuk aklımla açıklayamayacağım bir biçimde sinirime dokunur. Gece olup yatma vakti geldiğinde aynı zamanda mutfak olan odaya yatırılırım uyumak için. Buzdolabının hırlayan sesi yan odadaki babamın sesine karışır. Bir süre sonra ben daha uyumamışken usulca annem gelir mutfağa. Üzerinde mavi gecelik. Ne olduğunu anlamak zor ama tekli tüpü yakar üzerine koca bir kova koyup su ısıtır. Banyomuz ahşap kapılı bir alan. Kapısı maviye boyalı. Mavi güzel renk, mavi umutlu iyi ki evdeki her şeyde mavi var bu evde. Orada gecenin bir vakti anlamadığım şeyi daha da anlamsız kılan bir banyo yapma trafiği olur. Önce babam sonra annem. Annem “yavaş çocuk uyanacak” derdi. Uyumuyorum diyemezdim. Olayların gizlenme şekline bakılırsa eniştemle ne oluyor idiyse bu evde babamla da aynısı olmalıydı. Ve olup bitenlerin nedeni bu aynılık olmalıydı. Çocuklar her şeyi anlayıp buna bir isim takamazlar bu iyi bir şeydir aslında. Büyüdükçe yaşadığın her şeyin bir ismi oluyor ve unutmak da imkânsız oluyor. 

Yaş aldıkça o evde yaşamak da imkansız oldu. Halamlar büyüttü sayılır beni. “Anasının kızı dedirtme” denirdi bana hep inadına anasının kızı dedirtmek isterdim. Annem cesur kadındı çünkü. Kimsenin koyduğu kurallara itimat etmedi ve sonucuna da cesurca katlandı. Hiç kızgın değildim ona. Bir annenin en çok hangi evladını seveceğine karışmazsınız. Annem bir tercih yaptı diye ne diye kızayım. O olsaydı daha mı az sefil bir hayat yaşayacaktım sanmam.

Sonuç mu? Pek tabii anasının kızı oldum. On küsur yıl oldu evden ayrılalı. Başıma gelecekleri bile isteye üstelik. Onlarca istemediğin adamla bir defa birlik olmakla, istemediğin bir adamın ömrünün sonuna kadar koynuna girmek arasında hiç bir fark yoktur. İkisi de aynı esaret. İnsan hepi topu mutsuz bir hayat sürecekse o mutsuzluk kendi tercihi olmalıdır. 

Gözyüzü şehri aleve vermek üzere. Sokaklarda dolanma fikri cazip gelmiyor şimdi. En iyisi zaman tamam olana kadar evde beklemek. Taksimin en izbe mekânlarından biri. Ben de matah bir orospu değilim neticede. 

Şimdi de bu pavyon işte. On küsur yıl geçti. Saymayı bırakıyor insan. Bile isteye orospuluk yapıyorum. Bu mesleğin icrasında hep bir düşme meselesi hâkim. Meslek ayaklar altında. Bazılarınız cesur değilsiniz ya da daha az yeteneklisiniz diye mesleğim aşağılanıyor, bozuluyorum doğrusu. Kalpsiz dünyanın kalbi olmaya pek meraklı herkes. Saçma. Bir orospudan hayat dersleri almaya ne kadar meraklısınız bilmem. İşim biraz da konuşmak ama benim. Severim bu sebepten konuşmayı. 

Mavi bir perukla çıkarım işe. Üzerimde hep mavi payet işlemeli elbiseler. Arada yazar, şair olamamış iki üç satır ezberlemiş müşteriler düşer. Birçoğu devamlı müşterim. İçinde mavi geçen tuhaf tuhaf şeyler söylerler filanca şairin. İçimden dolu kahkahalar atarım bu soytarılara. Yüzlerine ise içli içli, derin derin bakarım. 

Sabaha karşı ya bir kavga basar tabaklar, kaşıklar türlü eşyalar uçuşur ortada ya da bıçaklar çekilir. Gece sorunsuz bitmişse bu defa eğlence olsun diye yere tabak ya da bardak fırlatır bir kaçı. Alkolün etkisiyle efkâr basmıştır sözde hepsine. Kimisi mememizi, baldırımızı sıkıştırırken önündeki tabaktan peynir alıp yer iştahla. Bizi de tabak da servis etseler hoşlarına gider bu kodamanların. 

Bu gece farklı bir hâl var bende. Daha önce hissetmediğim bir his bu. Kötü bir şeyler olacak gibi. Kötü şeylerin tesiri yoktur benim gibiler üzerinde. Ama bu defa başka. Yanımda oturan yetmişlik kart zamparaya dayanamıyorum. Elini kıvrak hareketlerle bacak aramdan üçtür çekiyorum. Ara ara göbek atmaya kalkıyor. Masaya da bir tabak karadut geldi. Bu nerden çıktı şimdi. Müessese ikram edecek başka şey bulamadı sanki. Gözlerim kararmaya başladı. İş saatlerinde alkolü fazla kaçırmam aslında ama bu defa durduramadım kendimi. Oturdu, eli yine bacak aramda. Diğeri masanın üstünde çalan şarkıya ritm tutuyor. Çek ulan elini diyorum ve eline masadan aldığım bıçağı batırıyorum. Ve her şey kararıyor.


Etiketler:
İstihdam