01/07/2017 | Yazar: Murat Çekiç

Bu aşk. Başka bir bedenin kasığındaki kötü atılmış dikişlerin bıraktığı izde nasıl da güzelce ufka uzanan bir huzuru buluyorsun.

Onur Haftası'nın hemen ardından Oğul Can'ın Kaos GL'de “Aşk heteroseksüeldir” başlığıyla yayımlanan yazısı birçoğumuza aşkın heteroseksüel cinselliğine bir kılıf bulmak için yeniden yeniden yazılmış bir ansiklopedi maddesi haline dönüştüğünü bir kez daha hatırlattı. Bir yandan da kendi aşk tarifimizi sorgulattı. Ben de yazıyı okuduktan sonra benim aşkımı tarif etmeye giriştim. Aşk benim için ne ve ben aşkın neresindeyim? Neden çok doğru yazılmış o yazıdaki aşk tarifi benim bildiğim aşka denk düşmüyordu uzun uzun düşündüm.

Benim aşk diye bildiğim şey hep hazza ermenin bir merdiveni oldu. Kimi zaman mutluluktan kimi zaman acıdan ve hatta kimi zamansa kendine acımaktan gelen hazzı aşk diye bildim. Aşkla haz arasındaki ilişkide hangisi hangisinin sonucu diye düşünmedim hiç. Bütün kapılar hazza açıldı çünkü.

Aşk, hazzı arzulamakla çok ilişkili. En azından benim bildiğim aşk.

Daha yirmi dakika önce, tanımadığın birinin sol kasığındaki çocukluktan kalma yara izini dudaklarının arasında yeryüzünde var olmayan bir zevkle dilinin insafına teslim ederken kendi kalbinin yaralarından sızan kanla boğulmanın hazzını doğuruyorsun. Bu aşk. Başka bir bedenin kasığındaki kötü atılmış dikişlerin bıraktığı izde nasıl da güzelce ufka uzanan bir huzuru buluyorsun. Üstelik, artık kapanmış o yaradan sızıp bir yabancının kanına karışabilecekmiş gibi umut doluyorsun. Hiçbir gerçekliği olmayan bu ihtimalin ardı sıra bir kasıkta dolaşan dilinin bütün benliğine hükmetmesine izin veriyorsun. Böylece, bir anda kendini bildiğin ilk günden beri öğretilen aklın bedeni kontrol ettiği safsatasını sihirli bir asayla konfetiye .eviriyorsun. Dahası, asa bedeninde bir yerde, diz kapağın öpülünce ortaya çıkıyor mesela. Bedeninin akılla değil hazla yönetildiğini hemencecik kavrıyorsun. Uhrevi aşk dedikleri şey de bu işte; kenara çekilip hazzın bedenini yönetmesini izleyebilmek. Emekle, yorulmakla, kavuşmakla tarif edilen heteroseksüel aşka sahip olanların belki de hiç erişemeyeceği bu uhrevi dağlara nasıl böyle kadar kolay tırmanabiliyorsun? Aşk mı sana hükmediyor yoksa sen mi aşkı tasarlıyorsun? Anlıyorsun ki, aşk onların sandığı gibi tek bir beden olabilmek değil. Aşk, her anını başka bir bedenle doldurduğun tüm zamanların toplamı.

Aşkımın bir başka halini anımsadım sonra.

Kalçalarının arasında ilk kez memeden süt emen bir eniğin açgözlülüğüyle gezinen dudaklar varken başka birinin yüzündeki sakal traşından kaçmayı başarmış bir iki tüyü hatırlayabilmek aşk değil miydi? O anda sen hem sütsün hem aşık hem de aşkın kendisi. Beni aynı anda süt, meme ve yavrusunu beslerken orada olmayan sureti görebilen bir lohusa köpek yapabilen şey haz mı sadece? Aşk mı sadece? İkisi arasında nasıl bir sınır var?

Aşkın heteroseksüel efsanelerde paketlenen bir dondurulmuş karides kutusu olmadığını fark ettikten sonra dünya değişiyor. O dünyayla birlikte aşk da değişiyor. Aşkın "hayattaki hedefin ne" sorusuna verilecek yanıtlardan biri diye pazarlandığı dünyayı yıkmayı kabul edip, insanı gündelik yaşamın sıradan bir unsuru yapan hazzın herhangi bir tasviri olduğunu düşününce her şey kolaylaşıyor. Onların aşkı onların oluyor. Benimkisi bir pankart önünden bana selam çakıyor.


Etiketler:
İstihdam