21/05/2015 | Yazar: Yasemin Öz

BM Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) oturumlarının elli dokuzuncusu Birleşmiş Milletler’in New York’taki Genel Merkezi’nde gerçekleştirildi

Her yıl cinsiyet eşitliği konusunda küresel tartışmaların devletlerarası en kapsamlı katılımla yürütüldüğü Birleşmiş Milletler (BM) Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) oturumlarının elli dokuzuncusu, 9-20 Mart 2015 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler’in New York’taki Genel Merkezi’nde gerçekleştirilmiştir.
 
Bu yıl 59. oturumunu gerçekleştiren Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) 21 Haziran 1946 yılında, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde yer alan Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC)’in kararıyla, ECOSOC’un işlevsel komisyonlarından biri olarak kurulmuştur. KSK’nın temel amacı, kadın-erkek eşitliği ilkesinin uygulanmasını sağlamaktır. Bu çerçevede KSK, kadın haklarının geliştirilmesi için küresel politikalar oluşturmak,ECOSOC’a siyasi, ekonomik, sosyal ve eğitime ilişkin alanlarda kadın haklarının geliştirilmesine yönelik ve kadın hakları alanında acil çözüm gerektiren sorunlar hakkında tavsiyelerde bulunmak ve bu konulara ilişkin rapor hazırlamakla görevlidir.
 
Kadının Statüsü Komisyonu, her yıl Mart ayında 10 günlük bir süre için toplanmaktadır. Bu toplantılar sonucunda “Uzlaşılmış Sonuçlar (Agreed Conclusions)” olarak adlandırılan politika metinleri/tavsiye kararları çıkarılmaktadır. Uzlaşılmış metinler, öncelikli tema üzerine hükümetler, hükümetler arası organlar ve sivil toplum gibi ilgili tüm taraflar için uluslararası, ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde uygulamaya yönelik somut tavsiyeler içerir.
 
“KSK, BM bünyesinde küresel cinsiyet eşitliği politikalarının müzakere edildiği ana organdır. Komisyon üyeleri her sene New York’da yaklaşık 3 ay öncesinden açıklanan[1] bir program dahilinde bir “öncelikli tema”yı görüşmek üzere toplanırlar. Bu toplumsal cinsiyet eşitliği/eşitsizliği ile ilgili konu başlığı ya da tematik alan, Komisyon bünyesindeki büro tarafından belirlenir.”
 
59. Oturumun ana teması, 1995 yılında Pekin’de toplanan Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nın 20inci yılı nedeniyle “Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu” nun gözden geçirilmesi olarak belirlenmiştir.
 
“Komisyon, Genel Kurul tarafından BM sistemi içinde Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformunun uygulanmasının takibiyle ve Ekonomik ve Sosyal Konseye tavsiyede bulunmakla sorumlu kılınmıştır. Komisyonun 59. oturumunda, 1995’te Pekin’de gerçekleştirilen 4. Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformunun 20. yılında, kadın hakları konusunda Pekin Konferansı’nda belirlenen çerçeve kapsamında uygulamada gelinen nokta küresel olarak gözden geçirilmiştir. Oturumun amaçlarından biri de, ülkelerin 1995’te Pekin’de toplanan 4. Dünya Kadın Konferansı’ndaki taahhütlerini ne ölçüde yerine getirdiklerini değerlendirmek ve Pekin’de benimsenen Eylem Platformu’nun daha etkin bir şekilde gerçekleşmesini sağlayacak stratejiler geliştirmekti.”
BM’nin “Pekin+20” diye anılan bu özel oturumunda hükümetleri temsil eden resmi heyetlerin imzalarını taşıyarak çıkarılan Siyasi Deklarasyon, dünyanın her yerindeki kadınların gündelik hayatını etkileyecek siyasi yaklaşımları yansıtmaktadır. Siyasi Deklarasyon bütün üye ülkeler için, bağlayıcı politika rehberi olarak kabul edilmekle birlikte, henüz denetimine ve uygulamasına ilişkin bir mekanizma bulunmamaktadır. Pekin +20’de yayınlanan Siyasi Deklarasyon’da çizilen çerçevenin ise, kadın hakları konusunda yirmi yıl önceki Pekin Konferansı’nda yayınlanan bildirgenin de gerisinde oluşu, dünyada yükselen muhafazakarlaşmanın, muhafazakarlaşmanın temel hedefi olan kadın hakları alanına yansıması olarak görülebilir.
 
Bu noktada Pekin Konferansı ve bu konferansta kabul edilen Deklarasyona değinmek yerinde olur. Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği’nin Aralık, 2001’de yayınlamış olduğu Birleşmiş Milletler’de Kadının İnsan Hakları ve Türkiye’nin Taahhütleri başlıklı kitapçıkta Pekin konferansı, öncesi ve sonrasındaki gelişmeler aktarılmış olup, öncesi ve sonrasıyla beraber Pekin Konferansı şu şekilde özetlenebilir;
 
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)"
 
BM 1979’da “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni kabul etmiştir. BM İkinci Dünya Kadın Konferansı sırasında sözleşme 53 devlet tarafından daha imzalanarak yürürlüğe girmiştir.
 
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, devletleri, hem kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması için somut adımlar atmakla yükümlü kılar, hem de bütün diğer kişi, örgüt ya da kuruluşların kadınlara karşı ayrımcılık yapmasını önlemekle görevlendirir. Sözleşme imzalayan devletleri bağlayıcı niteliktedir.
 
Bunun anlamı şudur: Devletler, yasal sistemlerini sözleşme hükümleriyle uyumlu hale getirmek ve kadınlara karşı ayrımcılığı önleyecek politikalar izlemekle yükümlüdürler. Sözleşmenin uygulanmasını izlemek amacıyla 23 üyeli bir Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi kurulmuştur. Belgede imzası bulunan devletler, sözleşmeyi onayladıktan sonraki bir yıl içinde ve ondan sonra her dört yılda bir bu komiteye rapor vermek zorundadırlar.
 
Türkiye, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni 1985’te imzalamıştır. Ancak Medeni Kanun’umuzda Sözleşme’ye aykırı bazı hükümler olduğu için, iç hukukta gerekli düzenlemeler yapılıp bu durum giderilene kadar olmak kaydıyla, belgeye bu noktalarda çekince koyulmuştur. Yeni yasa taslağının hazırlanması üzerine çekinceleri 1999 yılında kaldıran Türkiye, yeni Medeni Kanun’un Meclis’ten nihayet 2001’de çıkarılmasıyla durumunu bir ölçüde düzeltmiştir.
 
Birleşmiş Milletler Dördüncü Dünya Kadın Konferansı, (Pekin, 1995):
 
PEKİN BİLDİRGESİ VE EYLEM PLATFORMU
 
Pekin’de 1995 yılında gerçekleştirilen BM Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nda kadın sorunlarının evrensel olduğu mesajı verilmiştir. Konferansın sonunda 189 ülkenin kabul ettiği Pekin Bildirgesi ve Eylem Platformu, kadın haklarının insan hakları olduğunun altını çizerek, hükümetlere, kadına karşı şiddeti önleme ve yeryüzünden silme çağrısında bulunmuştur; silahlı çatışma ortamlarında kadınlara uygulanan yoğun şiddetin bir insanlık suçu olduğunu vurgulamış; hükümetleri, kadının güçlenmesini ve toplumsal konumunun yükselmesini sağlamak, kadın-erkek eşitliğinin geliştirmek ve toplumsal cinsiyet perspektifini temel politika ve programlara yerleştirmekle yükümlü kılmıştır. 1985’te düzenlenen 3. Dünya Kadın Konferansı’nda belirlenen Nairobi Stratejileri’nde 2000 yılına kadar gerçekleştirilmek üzere koyulmuş hedeflerin çoğuna henüz ulaşılamadığını saptayan Pekin Konferansı, bir durum değerlendirmesi yaparak Eylem Platformu’nda öncelik ve aciliyet taşıyan 12 alan belirlemiştir. Hükümetler, sivil toplum örgütleri ve özel sektör kaynak ve faaliyetlerini aşağıda sıralanan bu alanlarda odaklayıp, somut olarak harekete geçmeye çağrılmıştır:
 
• Kadınların omuzlarına binen ve hep büyüyen yoksulluk yükü;
• Eğitimde ve eğitim hizmetlerine ulaşma konusundaki eşitsizlik ve yetersizlikler;
• Sağlık ve bağlantılı hizmetlerdeki ve bu hizmetlere ulaşmadaki eşitsizlik ve yetersizlikler;
• Kadına yönelik şiddet;
• Silahlı çatışmaların kadınlar üzerindeki etkileri;
• Ekonomik yapılarda ve politikalarda, üretime yönelik her türlü faaliyette ve kaynaklara ulaşmada eşitsizlik;
• Yetki ve karar mekanizmalarındaki kadın-erkek eşitsizliği;
• Kadının insan haklarının yaygınlaştırılması ve korunması konusundaki yetersizlik;
• Başta medya olmak üzere bütün iletişim sistemlerine katılım ve erişebilme konusundaki eşitsizlik;
• Doğal kaynakların yönetiminde ve çevrenin korunmasında toplumsal cinsiyete bağlı eşitsizlikler;
• Kız çocuklarına karşı ayrımcılık ve kız çocukların haklarının ihlali;
• Kadının toplumsal konumunu yükseltmeye yönelik mekanizmalarda her yer ve düzeyde görülen yetersizlik.
 
Eylem Platformu, daha önceki Birleşmiş Milletler belgelerinden farklı olarak, neler yapılması gerektiğini ayrıntılı olarak ortaya koymuştur. Bunların kimin görevi (örneğin hükümetler, uluslararası örgütler, kadın örgütleri, diğer toplumsal örgütler, özel sektör, sendikalar, vb.) olduğunu da saptayarak, bazı alanlarda bunların gerçekleştirilmesi için kesin tarihler belirlemiştir. Hükümetler, ilk kez burada, ulusal politikalarında yapacakları değişikliklere, atacakları adımlara dair, kendilerini bağlayıcı taahhütlerde bulunmuşlar; Platform kararlarını ülkelerinde nasıl uygulayacaklarını gösteren ulusal planlar hazırlamışlardır.”
KSK oturumlarına uzun yıllardır katılmakta olan Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği aynı kitapçıkta KSK oturumlarının anlam ve içeriğini şöyle ifade etmiştir; “KSK oturumlarının her birinde pek çok ülkede o güne kadar “tabu” sayılan, dile getirilmesi zor konular tartışmaya açılmış, kadının insan hakları konusunda ileri adımlar uluslararasında fikir birliği sağlanarak atılmıştır. Birer dönüm noktası niteliğindeki bu toplantılarda uzun tartışmalarla alınan kararların yarattığı uluslararası baskı sayesinde, hükümetler, daha önce varlığını kabul etmeye yanaşmadıkları insan hakları ihlallerini gündemlerine almak zorunda kalmışlardır.
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkeler, toplantılarda verdikleri taahhütleri yerine getirmek konusunda gerekli titizliği göstermemektedirler. Uluslararası arenada verilen sözler, ulusal düzlemde, kadın-erkek eşitliğinin tam anlamıyla sağlanması yönündeki siyasi irade eksikliği nedeniyle sümen altı edilmekte ve unutulmaktadır. Hatta zaman içinde, değişime muhalif güçlerin kazanılmış mevzileri geri almak üzere hareketlendiğine ve yer yer başarı kazandığına tanık olmaktayız.
 
Türkiye, 1995 ve 2000 yıllarında Pekin Konferansı ile Pekin+5 BM özel oturumunun sonuç belgelerini ve eylem kararlarını hiçbir çekince belirtmeden imzalamıştır.”[2]
 
Pekin Deklarasyonu’nun üzerinden 20 yıl geçmesinin ardından düzenlenen ve Pekin +20 olarak da adlandırılan bu yılki 59. Oturumda ise bir ilk gerçekleşmiştir. Geçmiş yıllarda oturumlar sürerken tartışılarak ortaya çıkarılan Siyasi Deklarasyon, bu yıl henüz oturum başlamadan hazırlanmış ve oturumun açılış günü 9 Mart 2015’te oylanarak kabul edilmiştir.
Kuşkusuz LBTI kadınların da güçlü bir parçasını oluşturduğu dünyadaki kadın örgütlerinin büyük çoğunluğunun müzakerelere katılmasına izin verilmeden, adeta oldu bittiye getirilerek Siyasi Deklarasyon çıkarılmasının kanaatimizce temel nedeni, KSK’nın kuruluşu da dahil olmak üzere, BM nezdinde kadınlar hakkındaki her kazanımın en temel aktörü olan kadın örgütleri ve feministleri sürecin dışına atmak ve bu sayede muhafazakar değerleri yükseltebilmektir. Buna karşın oturuma katılan kadın örgütleri ve feministler yayınladıkları bildirgeyle, kendilerinin karar verme mekanizmalarından uzaklaştırılmasını kabul etmeyeceklerini ilan etmişlerdir.
Nitekim, 59. Oturumda benimsenen Siyasi Deklarasyona baktığımızda, bazı köktendinci Müslüman ve Hıristiyan hükümetler ve Vatikan’ın yarattığı baskı grubunun, kadının annelik yönünü öne çıkartma, heteroseksüel aileyi güçlendirme, kadınların cinsel ve bedensel haklarını kontrol etme gibi muhafazakar değerleri deklarasyona sokma gayretinin etkisi görülmektedir.
Bu muhafazakar blok, 59. Oturumda LBTI (lezbiyen, biseksüel, trans,interseksüel) kadınları kapsamasını engellemek için “hiçbir kadın ayrımcılığa uğrayamaz” veya “her kadının hakkıdır” gibi istisnasız tüm kadınları işaret eden ifadelerin ve hatta toplumsal cinsiyet kavramının dahi bildirgede yer almaması konusunda tartışmalar yürütmüştür. Muhafazakar blok gerek genel kurul gerekse yan etkinliklerdeki tartışmalara katılarak cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, kürtaj gibi konulardaki tartışmaları muhafazakar bir noktaya çekmeye ve bunun için müttefik bulmaya çalışmıştır.
 
Örneğin, 59. Oturumda LBTI kadınların hakları konusunda BM Üye Ülkeler Koalisyonu, Gözlemciler, Avrupa Konseyi, İnsan Hakları Yüksek Komiseri Ofisi, UN Women, Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme) ve International Gay and Lesbian Human Rights Commission (IGLHRC-Uluslararası Gey ve Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu) tarafından ortaklaşa şekilde hükümet ve uluslararası kuruluşlar düzeyinde temsille LBTI Kadınlara Karşı Şiddet ve Ayrımcılığın Önlenmesinde Hükümetlerin Rolü başlığıyla etkinlik gerçekleştirilmiştir. Bu etkinlik, LBTI kadınlarla ilgili BM Genel Merkezi binasında gerçekleştirilen ilk etkinlik olma özelliğini de taşımaktadır. Bu oturuma katılan Vatikan temsilcileri “Eşcinsel ilişki ne zaman uluslararası sözleşmelerde hak olarak tanındı? Aileyi korumak zorundayız” yaklaşımını sergilemişlerdir. Bu yaklaşım, Pekin +20’de kadın hakları konusunda sergilenen genel muhafazakar yaklaşımın yalnızca bir parçasıdır. Bu soruya oturumu yöneten ve dünya çapındaki en güçlü kadın örgütlerinden biri olan AWID’in (Association for Woman’s Rights in Development-Kalkınmada Kadın Hakları Derneği) direktörü olan Lydia Alpízar Durán “Ben de lezbiyen bir anneyim” diye cevap vermiştir[3]
 
Pekin Deklarasyonu’nun da gerisine tartışmaların yürütüldüğü Pekin +20’de verilen güçlü mücadele sayesinde Siyasi Deklarasyon muhafazakar blokun geriye çekmeye çalıştığı noktaya kadar gerilememiş olsa da, kadınların mücadeleyle elde ettikleri kazanımları elde tutmanın bile güçleştiği bir noktaya gelmiştir. Kadın örgütleri ve feministler Pekin +20 Sonuç Bildirgesi’ne karşı taleplerini yayınladıkları bildirgede taleplerini şu şekilde sıralamışlardır;
 
Feminist örgütlerin, kadın örgütlerinin ve kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının tam olarak hayata geçirilmesi için çalışan örgütlerin temsilcileri olarak, hem politik deklarasyon görüşmesinden hem de Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) Çalışma Yöntemleri kararından dışlanma biçimimize dair öfkemizi dile getiriyoruz.
 
Kadınların ve kız çocuklarının insan haklarına yönelik gittikçe artan saldırıların olduğu ve küresel ve ulusal her düzeyde sivil toplumun alanının daraldığı bir bağlamda, KSK’yı görüşlerimizi ifade edebileceğimiz ve yaşamlarımızı ve geleceğimizi etkileyen kritik politikalara tesir edebileceğimiz bir yer olarak desteklemiştik.
 
Öyle görünüyor ki bunun yerine hükümetler, sivil toplum örgütlerinin güçlü katılımını sınırlamaya, kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının tanınmasını ve bu anlamda KSK’nın standart belirleyici rolünü kısıtlamaya ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni gerçekleştirme yolunda sorumluluklarından kaçmaya çalışarak bu kapıyı da kapatmaya niyetliler.
 
Şu konuda net olalım; KSK’ya hükümetlerimizin toplumsal cinsiyet eşitliğini garanti almaya, bizlere yönelik ayrımcılık ve şiddetin her biçimini yok etmeye ve insan haklarımızın tam anlamıyla gerçekleşmesine yönelik verdikleri taahhütlerin sorumluluğunu almaları için geldik. KSK’ya yürürlüğe girdiği takdirde hayatlarımızda anlamlı bir değişime yol açacak olan ilerici politikalar geliştirmek için geldik. Eğer KSK artık politika değiştirmek ve sorumluluk üstlenmekte bizleri tam anlamıyla kapsayacak bir forum yapılmasını sağlamıyorsa, bizler KSK’ya hiç katılmamayı tercih edeceğiz.
KSK’nın kadınların hayatlarıyla sürekli olarak ilgili olmasını sağlamak için Çalışma Yöntemleri kararına dair şunları talep ediyoruz:
KSK’nın, standart belirleyici rolü de dâhil olmak üzere, kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının tam olarak gerçekleşmesindeki rolünün tanınması,
 Yasada ve Pratikte Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Yok Edilmesi Çalışma Grubu ve CEDAW Komitesi ile işbirliğinin sağlanması,
 Uzlaşılmış Sonuçlara ilişkin görüşmelerin STK’ların (ve sadece seçilmiş birkaç tanesinin değil) gözlemine açılması da dâhil olmak üzere komisyon içinde sivil toplumun rolünün artırılması; genel tartışmada STK müdahaleleri ile hükümetlerin müdahalelerinin harmanlanmasının sağlanması; panellerde, yuvarlak masalarda ve diğer interaktif diyaloglarda STK katılımının artırılması,
Toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik önemli taahhütler içeren ve gelecek yıllarda toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadınların ve kız çocuklarının insan haklarını geliştirmek için hayati bir araç olacak olan Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin yürütülmesinin izlenmesinde KSK’nın rol oynamasının sağlanması.
 
Kadın örgütleri ve feminist örgütler, Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu için, BM Kadın Ofisi’nin kurulması için ve toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik gelişmelere ve insan haklarımızdan yararlanmamıza yol açan yerel ve ulusal düzeydeki her değişim için mücadele verdiler.
 
Bizim hakkımızda tartışılan hiçbir şeyin bizler olmadan tartışılmadığından emin olmak için, karar verme masasındaki yerimizi sağlama almak hususunda BM Kadın Ofisi’nin ve üye devletlerin yanımızda olmasını bekliyoruz.”
 
“Muhafazakar blok ve küresel kadın hareketi müdahilliği arasındaki ilişki önümüzdeki yıllarda da dikkatle izlenmesi gereken bir etki-tepki süreci olarak izlenmeye değerdir. Kadın hareketinin uluslararası bir muhalif güç haline geldiği açıktır. Muhafazakar blokun KSK oturumlarına yoğun çalışmalar yaparak gelmesi ve kadın örgütlerinin görüşlerini metinlere sokmamak için verdikleri çaba ve lobi faaliyetleri bu görüşü desteklemektedir. Bu sene STKların resmi müzakerelere girmemesi ve konuşmaması için verilen sert müdahaleler, ki ne yazık ki Türkiye de ilk defa aynı yaklaşımı göstermiştir, dikkatle izlenmesi gereken bir sürece işaret etmektedir.  Resmi heyetlerin içinde olmayan ama kadın tabanının taleplerini temsil eden küresel kadın hareketinin daha etkin bir şekilde rol alabilmesi için KSK çalışma yöntemlerinin gözden geçirilmesi süregelmekte olan bir tartışmadır. 59. Oturumda da bu konuda bir karar çıkmamış olmakla birlikte yine küresel kadın hareketinin görüş ve taleplerine cevap verici olmamıştır. Temel tartışma konusu, küresel toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları oluşturulurken kadın örgütlerinin sesinin, sözünün ve önerilerinin bu politika oluşturma süreçlerinde etkin bir şekilde yer almasını sağlayacak mekanizmaların oluşturulmasıdır. Bunlardan biri, hükümetlerce oluşturulan resmi heyetlere kadın uzmanların/ STK temsilcilerinin davet edilerek müzakerelere aktif olarak katılımının sağlanmasıdır. Bu gelenek Türkiye’de, farklı siyasi iktidarlarda uzun yıllar devam etmiş ve Türkiye tartışmaları olumlu şekilde sürükleyen başlıca ülkelerden biri olmuştur. Bu doğrultuda BM’de çok kere örnek ülke olarak gösterilmiştir. Ancak özellikle bu sene, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, tartışmaların sadece Bakanlık temsilcileri ve diplomatlarca yapılması konusunda katı bir tutumu tercih etmiş ve yıllar boyu süren katılımcılık geleneğini sona erdirmiştir. Bu tutumun önümüzdeki dönemde tartışma konusu olacağı açıktır. KSK oturumları sonucunda çıkan Uzlaşılmış Sonuçların hükümetlerce uygulanmasını garanti edecek izleme mekanizmalarının oluşturulmaması ise bir diğer tartışma konusu olarak STKların gündeminde olmaya devam edecektir.”
 
Pekin Deklarasyonu’nun 20. yılında cinsiyet eşitliği konusunda Pekin’den daha ileriye gitmek yerine yoğun bir direnç ve muhafazakarlaşmanın uluslararası arenaya hakim olma gayreti, kadın hakları konusunda en az kadın hareketinin başlangıcındaki kadar çok ve uluslararası bir mücadele verilmesinin ne denli zorunlu olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
 
(Yazının editörlüğünü üstlendiği ve önemli eklemeleri için Sn. Dr. Selma Acuner’e, yazıda yararlandığım ve alıntı yaptığım kaynaklar için Sn. Onur Dinçer ve KİHYÇ Derneği’ne teşekkürlerimle)
 

[1] KSK oturum programı 2009/15 Sayılı Ecosoc kararına göre belirlenmektedir. (http://www.un.org/en/ecosoc/docs/2009/resolution%202009-15.pdf).
[2] Birleşmiş Milletler’de Kadının İnsan Hakları ve Türkiye’nin Taahhütleri- Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği-Aralık, 2001-Hazırlayanlar: Ela Anıl, Pınar İlkkaracan, Zülal Kılıç, Karin Ronge, Gülşah Seral, Tuluğ Ülgen
[3] Aileyi koruma adına eşcinselliğe karşı olan muhafazakarlara, eşcinsellerin de aileleri olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım mıdır konusunda LGBTİ hareket içerisinde farklı görüşler mevcuttur. Eşcinsellerin, aile kurumunu güçlendirme riski barındıran alternatif aile modellerini desteklemesinin muhtemel sonuçları ve kurumsal olarak ailenin reddi konusundaki tartışmalar bu yazının konusu olmadığından, tartışmanın bu kısmını başka bir yazıda irdelemek umuduyla kapatıyorum.
 
*Bu yazı ilk kez Heinrich Böll Stiftung’un çıkardığı Perspectives dergisinde yayınlanmıştır.

  


Etiketler:
İstihdam