17/08/2011 | Yazar:

Nelere muktedir olduğu bilinemeyen Spinoza’cı bedene karşılık, Foucault’nun getirdiği soru, bugün insanın yaşayan bir varlık, direnen güçler dizisi olarak, neye muktedir olduğunu ortaya koyup koyamayacağı olsa gerek.

“Perdenin Ardı Değil, Perdenin Kendi: Deleuze’ün Foucault’su”, Mesele, Kitap Dergisi, Ed. Osman Akınhay, S. 10, Ekim 2007, Agora Kitaplığı, İstanbul.
 
Ünlü Fransız düşünür Gilles Deleuze’ün, kendisi gibi ünlü ve aynı zamanda yakın dostu olan filozof Michel Foucault hakkında yazdığı kitap,[1] iki yönden de önem taşır: Hem yazarı, hem hakkında yazılan kişi bakımından. Kitap, düşünür hakkında bugüne kadar yazılmış en yetkin eserlerden biri kabul ediliyor. Dilimizde Michel Foucault’nun yapıtlarının büyük bölümünün mevcut olduğu göz önüne alındığında, Gilles Deleuze’ün yapıtının Türkçeye kazandırılmasının gereği bir kez daha anlaşılır.
 
İngilizce çeviriyi ve kitabın editörlüğünü yapan Seán Sand’in, Kristeva ve Irigaray gibi düşünürlerden çevirileri mevcut. Romance Studies’in editörü olan yazar, felsefe derlemelerinin de editörü. Kitapta Sand’in ‘Teoriyi Çevirmek, ya da Deleuze ve Foucault arasındaki fark’[2] başlıklı bir metni bulunuyor. Bu metnin belki en ilginç yanı, Foucault’nun bir başka kitaba yazdığı önsözden bir bölüm içeriyor olması. Bu metin, Gilles Deleuze ve Felix Guattari ikilisinin, iki ciltlik dev yapıtları olan Kapitalizm ve Şizofreni’nin, Anti-Ödip başlıklı ikinci cildi için yazılmış bir manifesto olarak düşünülebilir.[3]
Kitabın yetkin önsözünün (‘Önsöz: Foucault Görüngüsü: Üslubun Problematikleri’[4]) yazarı olan Paul Bové ise, 1979 yılından beri İngilizce profesörü olarak Pittsburgh ve Columbia üniversitelerinde görev yapmış önemli bir akademisyen; İktidardaki Entelektüeller [Intelectuals in Power], Yıkıcı Estetik[Destructive Poetics] gibi kitapların yazarı, aynı zamanda boundary 2, CulturalCritique, SAO, Social Text gibi dergilerin yazarı. Yazarın önsözünde ‘düşünmek’ ve ‘eleştiri’ arasında geliştirdiği ortaklıklar vurgulanmalı: “Eleştiri pratiği ya da yıkım, güç/bilgi alanını kesen çizgileri gereksinir. Deleuze, bunun düşünmek olduğunu söyler.”[5] “Eleştirinin ne yaptığı kolayca açıklanabilir: “Sevdiği ve bildiği şeyleri adlandırır ve düzenler ve her taze etkileşim ve izlenimle birlikte daha iyi adlar ve daha düzenli düzenlemeler için biteviye araştırma yapar.” Ancak eleştirmenler bu görevden, eleştirinin bu merkezi görevinden en yaratıcı yollarla kaçınırlar.[6] Demek ki düşünüyor olmak ve eleştirinin yıkıcı pratiğini gerçekleştirmek, güvenlik içinde değil, henüz katmanların ulaşmadığı yerlerde dolaşmakla aynı şeydir. Doktrin ya da toleranssız dogma yerine yıkıcı, arzunun organız bedenini yeğlemeye hazır bir düşünme, katmansızlaşmayı talep edecek bir eleştiri. Bunun için Bové, güçlü ve baskın bilgi üretiminin entelektüeli yerine gerilla tipi entelektüeli öneren Foucault’yu hatırlatıyor. Böyle olmak yerine, karamsarlığıyla hegemonyanın hizmetine kolayca giren, bunu fark edemeyen tutucu teorik çalışmalara değinen Bové, böyle bir entelektüelin, eleştirmeye niyetlendiği şeyin mevcut halini kaçınılmaz, doğal ve değişmez kabul etmesinden, her türden gerçek direnişe, ‘söylemsel, sistemsel ve etkisiz’ olduğu gerekçesiyle karşı çıkmasından ve direnişleri iptal etmesinden tanınabileceğini ortaya koyuyor.[7]
Bové, Jameson’ın bir sözüne değinerek, kişinin Foucault’yu okuduktan sonra artık aşkın olmayan bir okuma biçimi ister hale geldiğini dile getiriyor. Gerçekten de Foucault, içinde yaşadığımız dünyanın örgüsünü öyle şiddetli bir biçimde çiziverir ki, Büyük Kapatılma’nın gerçekliğinden kuşku duyulmaz. Ve okur bununla da yetinmeyerek, bundan sonraki her okumadan Foucault’nunki gibi ele verici bir biçem ve sistemleri kıskıvrak yakalayan bir keskinlik beklemeye başlar. Eleştiri, iktidar etkinliğinin bitimsizliği oranında geniş bir etkinlik alanına bu keskinlikle kavuşmuştur.
 
Gerçek üretimi
Bové’nin ortaya koyduğu bir başka önemli tartışma, toplumların gerçeği yalandan ayırt etmeye yarayan evrensel bilgi kategorisi, diğer deyişle doğrular rejimi. Bu evrensellik, bir büyük soyut makineden ibarettir denebilir. Bu rejim, kişinin gerçeği elde etmek için yapılmış mekanizmaların onaylanmış araçlarıyla, gerçeğe ulaşmaya yarayan tekniklere uygun davranmasıyla, ama eninde sonunda mutlaka gerçeği söylemesiyle işler.[8] Aksi takdirde bir iktidar hayal olurdu. Çünkü “söylevler ekonomisine sahip olmayan bir iktidar uygulaması olamaz. …doğruyu söylemek zorundayız; gerçeği itiraf ya da keşfetmeye mecbur ya da mahkûm edilmiş durumdayız. İktidar hiçbir zaman sorgulamasını, soruşturmasını, kayıt işlemini elden bırakmaz; kurumlaştırır, profesyonelleştirir ve uğraşını ödüllendirir. Son tahlilde, zenginlik ürettiğimiz gibi, gerçek üretmek zorundayız.”[9] Gerçeği üretmek zorunda olmak, akla Baudrillard’ın saptamalarını getirebilir. Bilgi ekonomilerinin iktidarı kurmadaki rolü, kitlelerin sessizliğinin ne yapıp edip delinmesi konusunda iktidarların aşırı kararlılığı, bitmek bilmeyen kamuoyu yoklamaları yoluyla bu kitlelerin sondajlanıp durması, Baudrillard’ın boşa çaba olarak nitelediği durumlardır. Batı toplumlarının gerçeği tıpkı zenginlik üretir gibi üretmek zorunda olmaları, Michel Foucault’nun ‘mikro fizik’ adını vereceği kavramla açıklanır. Kısacası, iktidarın önceden verili bir biçimi olmadığı, güç çizgilerinin geçtiği noktalarla beraber orada kurulduğu ve şekillendiğine dair bir kavramlaştırma. Yani aslında devlet diye katı bir yapı yoktur, ama devletin aygıtlarının yol açtığı bir denetimler uzamı vardır, bu uzamda her şey mobildir ve bir yere yerleştirilip sabitlenemez. Bové’ye göre Foucault’nun eleştiriye kazandırdığı yeni çağcıl bağımsızlık, teorinin pratiğe hizmet eden bir çevirmen olduğu yolundaki yaygın küçümseyici bakışı alaşağı eder. Çünkü zaten eleştiri gücüllükleri katlayarak çoğaltandır, pratiğin sırtındaki yük değil.
Gilles Deleuze’ün Foucault incelemesinin İngilizcedeki basımını Minnesota Üniversitesi 1988’de gerçekleştirmiş. Fransızcadaki orijinal baskısı Gilles Deleuze’ün sağlığında 1986 yılında éditions de Minuet tarafından gerçekleştirilmiş.
Kitap iki kısımdan oluşuyor. ‘Arşivden Diyagrama’ başlıklı ilk kısımda, ‘Yeni Bir Arşivci (Bilginin Arkeolojisi)’ ve ‘Yeni Bir Haritacı (Disiplin ve Cezalandırma)’ başlıklı iki alt bölüm bulunuyor. İkinci kısım, ‘Topoloji: Başka Türlü Düşünmek’ adını taşıyor ve üç bölümden oluşuyor: ‘Katmanlar ya da Tarihsel Biçimlenişler: Görünür Olan ve Eklemlenebilir Olan (Bilgi)’; ‘Stratejiler ya da Katmansızlaşmış Olan: Dışarısı Düşüncesi (İktidar)’ ve ‘Katlanmalar, ya da Düşüncenin İçi (Özneleştirme)’. Bu kısmın sonunda yer alan Ek, ‘Ademoğlunun ve Süpermen’in ölümü’ üzerine.
 
Arşivden Diyagrama: Yeni bir arşivci (Bilginin arkeolojisi) ve Yeni Bir Haritacı (Disiplin ve Cezalandırma)
Arşivci, katmanların arasında gezinebilen kişi, bilginin arkeoloğudur. İfadeler her yerdedir. Işık ve dil: Bu iki monad tarafından, iki büyük girdap tarafından birinden ötekine atılıp durduğumuz her yerde.
Gilles Deleuze, Foucault’nun öznellik hayalini şöyle dile getirir: “…derin, anonim bir mırıltının içinde konumlanmış konuşan özne. Foucault, başı ya da sonu olmayan bu mırıltının içine, ifadelerin kendisine tayin edildiği bu yere konulmayı isterdi.”[10] Foucault, elbette kaybolup gitmeyi, unutulmayı ya da yok edilmeyi özlediğinden değil, ama bambaşka bir nedenle bu mırıltıdan yanadır. Bu yüzden kendini bir tarihçi gibi değil, tarih araştırmaları yapan biri gibi görür. Bir ışık ve dil rejiminin koşulları içinde, görünür [visible] ve ifade edilebilir [articulable] her şeyi kuşatmış olan belli koşulların nasıl işlediğini anlamaya çalışan bir düşünür olarak anılmayı da istemiştir. Kurumların tarihçisi de değildir Michel Foucault; güç ilişkilerini yöneten koşulların tarihçisidir. Öznelerin tarihini yazmaz, yaptığı şey gerçekte öznelleşme süreçlerini irdelemektir.
Deleuze, katı yapılar ve hiyerarşiler yerine yoğunlukları öne çıkaran Foucault felsefesinin önceliğinin yapı ya da strüktür olmadığını somut bir biçimde anlatır: “Strüktür ya da yapı önermeseldir, aksiyomlara dayalı bir doğası vardır ve bu doğa belli bir seviyeye bağlanabilir ve homojen bir sistem oluşturur, oysa ifade [statement], tüm seviyeleri kat eden bir yoğunluktur ve olası bütünlükler ve bir yapılar alanıyla kesişir, zaman ve mekânda somut içeriklerle bunları görünür kılar.”[11] Aşkın bir yapı kavramını yerinden eden benzer bir vokabüler kullanan Deleuze’ün düşünme biçimini anlamak için de yukarıdaki alıntı anlamlıdır. Sistemler yerine yoğunluklar önermek, gridal süreksizlikler yerine rizom benzeri süreklilikler, Deleuze düşüncesinin mimarlık alanında karşılık bulan yaklaşımlarının hemen akla gelenleridir.
Deleuze, kitap boyunca ‘ifade’ [statement] kavramı üzerinde yoğun biçimde durur. İfadeler her biçimi taşıyabilir, kimi kere katı bir geometrik biçim alabilir, kimi kere de bir eğri çizebilirler. “İfade ne görünürdür ne de gizlenmiştir.”[12] Perdenin ardı bu yüzden önem taşımaz, bizzat perdedir, hakkında konuşulması gereken. Politik ifadeler de yığınlardan bir şey saklamak üzere üretilmiş, şifreli mesajlar veya iktidar teknolojileri değildirler. Uygun yerden bakıldığında her zaman kendilerini ele vermeye hazır durumda bekleyen verilerdir:[13] “İfade gizlenmiş değildir, …tersine oradadır ve biz o koşullara erişir erişmez her şeyi söyler. Aynı şey politika için de geçerlidir. Politika hiçbir şeyi saklamaz. …Ne kadar zor olursa olsun, yalnızca nasıl okunacağını bilmemiz gerek. Sır yalnızca inkâr edilmek ya da kendini inkâr etmek için vardır ...Her şeyin her tarihsel dönemde söylenmiş olduğu, belki de Foucault’nun en büyük tarihsel ilkesidir: Perdenin ardında görülecek bir şey yoktur, ama her seferinde perdeyi görmek en önemli şey olmuştur, ya da tabanı; zira ardında ya da ötesinde hiçbir şey yoktur. Gizlenmiş ifadeler olduğuna itiraz etmekle, sistemlere veya koşullara bağlı olarak değişen konumlayıcılar ve adresler olduğunu söylemiş oluyoruz. Ancak konumlayıcılarla adresler, ifadelerin sadece değişkenleridir ve bir koşul olarak ifadeyi tanımlayan koşullara büyük ölçüde bağlıdırlar.”
Bu bakış açısı, iktidarın verili, somut ve nihai bir biçime sahip olmadığı düşüncesiyle de uyuşum içindedir. İfadelerin sistemleri ve yapıları değil, yoğunlukları vardır, topolojiktirler, tipolojik değil:[14] “Her ifade böylece nadir ve düzenli bir yoğunluktan ayrılmaz olmakla kalmaz, her ifade bizzat bir yoğunluktur da, bir yapı ya da sistem değil. İfadelerin bu topolojisi, önermelerin tipolojisiyle ve deyimlerin diyalektiğiyle karşıttır.” İfadelere kimliğini veren şey, bir büyük aile içinde ayırt edilir belirgin genetik farklılıkları değil, tekrarlanırken sergiledikleri küçük farklılıklardır. Bu tekrar ve küçük fark sayesinde iktidar ilişkileri de görünür hale getirilebilir.
Yazmak, bir harita çizmeye benzer. Ama yazmak yalnızca yerler arasındaki ilişkileri veya kopuklukları anlatan, ölçekli/ölçeksiz resmetme faaliyetine benzerliğiyle sınırlandığında, tanımımız eksik kalır. Deleuze için yazmak:[15] “…yazmanın üçlü tanımını alıyoruz: Yazmak, mücadele etmek ve direnmektir, yazmak oluş halinde olmaktır, yazmak bir harita çizmektir.”
Yazmak, direnmek ve haritacılık, ne için? Haritacı, iktidar ilişkilerinin baştan verili olmayıp, güçlerin karşılaşma noktalarının toplamındaki ilişkilerden o anda türediğini; modellenir, başka koşullara uyarlanabilir olmadığını gösterir. Haritalar boşluklar da içerir, hatta bazen bu boşluklar, kurulmamış ilişkiler, ki bunlara katanlaşmamış durumlar da diyebiliriz, bir şeyler söyler.
Yazmak diyagramları anlamaktır. Diyagramlar haritalardan oluşur ve bir diyagram iktidar ilişkilerinden örülmüştür. Güç ya da iktidar ilişkilerinin sosyal mekânı olan kentin haritalarını çizmeyi hayal edebiliriz. Kentlerin bir tek ve değişmez haritası yoktur, sürekli oluş halindeki birçok haritadan oluşurlar. Kentler birçok diyagramın varlığını sürdürdüğü devasa uzamlardır. Deleuze, diyagramı şöyle anlatıyor:[16] “…bir diyagram bir haritadır, ya da üst üste birkaç harita. Ve bir diyagramdan diğerine yeni haritalar çizilir. Dolayısıyla birbirine bağladığı noktaların dışında, bir de bazı görece serbest ya da bağlanmamış noktalar, yaratıcılık noktaları, değişim ve direnç içermeyen bir harita yoktur ve belki de resmin bütününü anlamak için başlamamız gereken yer burasıdır.” Ancak haritacı, iktidarın sürekli değişen yoğunluklar alanındaki gerçek işleyişlerini fark edebilir.
Hiyerarşilerin görünümleriyle iktidar aynı anlama gelmez. İktidar, tıpkı paranın dolaşması gibi, bir muktedir olanın elindedir, bir tabi olanın: ‘Gücün bir özü yoktur, operasyoneldir. Bir vasıf değil bir ilişkidir: Güç ilişkisi, kuvvetler arasındaki olası ilişkiler grubudur, tahakküm edici güç kadar tahakküm altına alınanlardan da geçer, zira bu kuvvetlerin kendilerine özgü nitelikleri de vardır:[17] “İktidar (tahakkümü altındakilere) yatırım yapar, onların arasından yine onların yardımıyla geçer, onlara güvenir, tıpkı ötekilerin, güçle mücadelelerinde onlara karşı kullanıldığında olduğu gibi.”
İktidarın ışık ve taştan yapılma, disipline edici, görünmeden gören simgesel aygıtının yerini alan güncel biçimi diyagramlardır. Normalleştirmeye giden yolda tahsis etme/yerini belirleme, sınıflandırma, bölümleme gibi iktidar tasarruflarını mümkün kılan hep bu diyagramın işleyişidir. Hakikat üretimiyle bağlantılı bir işleyiştir bu. İktidarın bastırmadan önce bu doğruluğu üretmesi kaçınılmazdır. Deleuze, panoptik rejimin yeni salgın/karantina teknolojisini şöyle yorumlar:[18] “Taştan bir figür olmadan önce, bir ışık sistemidir ve Panoptikon tarafından tanımlanmıştır. …Görülmeden görmek geride kalmıştır artık, belli bir insan yoğunluğuna belli bir davranışı empoze etmektir panoptik rejim. …bir diyagramdır, yani, ‘çalışan, engellerden ya da sürtünmelerden soyutlanmış (ve) belli bir kullanımdan ayrılmış olması gerekendir. …Başkalarının görmelerini ve konuşmalarını sağlamasına rağmen kör ve sağır olan bir makinedir. …Her diyagram mekân-zamansal bir yoğunluktur. …diyagram, …gücün tüm alanı denetlediği yerdir: …[modeli] salgındır, düşmüş şehri kordon altına alır ve onu en küçük ayrıntısına kadar düzenler.”
Ama bu model, iş iktidarla yüzleşmeye geldiğinde silinip gidiveren, virtüel bir sürece işaret eder:[19] “Kuvvetler arasındaki ilişkiler ya da iktidar ilişkileri sadece virtüeldir, potansiyeldir, dengesizdir, molekülerdir ve kaybolan türdedir, ve sadece etkileşim olasılıklarını tanımlarlar, kendi akışkan maddiliklerini ve yaygın işlevlerini koruyan makroskopik bir bütünlüğe girmezler.”
İktidar sabit bir kurum, yapı, bir kenti abluka altına alan bir yönetim değilse, güçler arasındaki sürtünme esnasında açığa çıkıyorsa ve doğruluk modelleri üretiyor, maddi olmadan önce sosyal teknolojiler kullanıyorsa, diyagramlarla işliyor ve bütün bilgi üretimini de kapsıyorsa, iktidarın dışında bir alanın tanımlanması konusu gittikçe daha acil hale gelir. İktidarın dışı nasıl düşünülebilir? Tersinden gidilirse, belki de dışarısı kapatılan yerdir:[20] “Maurice Blanchot’nun Foucault hakkında dediği gibi, kapatılma dışarısını ima eder ya da kapatılan dışarısıdır. …Önce kuvvetlerin şekillenmemiş unsuru olan bir dışarısı vardır: Bu sonuncusu dışarıya bağlı kalır ve dışarıdan gelir, diyagramlarını çizen ve ilişkilerini uyandıran, coşturan. Sonra da güçler arasındaki ilişkilerin realize edildiği, somut toplanmaların alanı olan dış vardır.”
 
Topoloji, Başka Türlü Düşünmek: Katmanlar ya da Tarihsel Biçimlenişler, Görünür Olan ve Eklemlenebilir Olan (Bilgi); Stratejiler ya da Katmansızlaşmış olan: Dışarısı Düşüncesi (İktidar); Kıvrımlar ya da Düşüncenin İçi (Öznelleştirme)
Başka türlü düşünmenin üç temel aracı, bilgi ve iktidardan geçerek özneye ulaşır. Daha doğrusu, bu üç sözcüğün, bilginin, iktidarın ve öznenin topolojisini tayin etmek gerekir. Deleuze için düşünmek, görmek ve konuşmaktır, bu iki monadın güç çizgileri arasında dolaşmak ve katmansız olana erişmektir:[21] “Dünya üst üste getirilmiş yüzeylerden, arşivlerden ya da katmanlardan yapılmıştır. Bu yüzden dünya bilgidir. Ama katmanlar bir taraftan görsel sahneleri ve öteki taraftan ses eğrilerini ayıran merkezi bir çatlak tarafından bölünmüştür: Her katmanda eklemlenebilir ve görünür olan, bilginin indirgenemez iki biçimi, Işık ve Dil, görünürlüklerin ve ifadelerin ayrı ayrı depolandığı iki devasa dışsallık çevresi. O halde ikiz bir harekete yakalanmış durumdayız. Kendimizi katmandan katmana daldırıyoruz, banttan banda, yüzeylerin, sahnelerin ve eğrilerin arasından geçiyoruz, çatlağı izliyoruz, dünyanın içine ulaşmak için. …Ama aynı zamanda bir dışa, atmosferik bir unsura ulaşmak için katmanların üzerine tırmanmaya çalışıyoruz; çatlağın bir köşesinden ötekine bilginin iki biçiminin her katman üzerinde nasıl kapsanacağını ve birbirine nasıl sarılacağını açıklamaya uygun olan ‘katmansızlaşmış bir madde’ye.”
Katmansız olana ulaşmak, haritada gösterilmemiş bağlantıları görmek, Deleuze için düşünmekle birdir:[22] “Düşünmek deney yapmak ve sorunsallaştırmak demektir. Bilgi, iktidar ve benlik, düşüncenin sorunsallaştırılmasının üçlü köküdür.” Bugün işe yarar bir düşünce, klasik düşüncenin düzen özlemlerini, kaos korkularını terk etmekle işe başlayacaktır:[23] “Klasik düşünce …kendini sonsuzluk içinde sürekli kaybeder …tüm merkezi ve çevreyi yitirir, tüm sonsuzlukların ortasında sonlu olanın yerini sabitleme girişimleri üzerine ıstırap çeker ve sonsuzluk içinde bir düzen kurmaya çalışır.” Bilginin iktidarla ilişkisini, öznenin bunların üretimindeki rolünü fark etmek büyük önem taşıdığına göre durumu formüle etmenin yolu açılır. Şu üç soru etrafında yeni bir öznellik kurabilmek için:[24] “NE YAPABİLİRİM? NE BİLİYORUM? NEYİM?”
Deleuze, Foucault’nun davetini yinelemektedir: İktidarın belirleme, isim verme, gösterme, açık etme, gerçeğin anlamının yeri olma gücünü görmezden gelerek; tahrik etmek, kandırmak, ayartmak, kolay ya da zor kılmak, genişletmek ya da sınırlamak, az ya da çok mümkün kılmak ve benzeri tasarruflarının farkında olarak, neleri yapmaya muktedir olduğumuzu, bilgimizin sınırlarını ve ne olduğumuzu / öznelliğimizin tarihsel koşulunu tartmaya bir davet. Büyük harflerle yazılan üçlü soru bir yana, Foucault’nun, iktidarın özünü şu üç başlık altında çözümlemesi önemlidir: “İktidar özünde baskıcı değildir (tahrik ettiği, kandırdığı, ayarttığı için); sahip olunmadan önce uygulanır (sadece tanımlanabilir bir biçimde (sınıf) ve tanımlanmış bir biçimde (devlet) sahip olunduğu için; yönetilenlerin elleri arasından geçtiği kadar, yönetenlerin ellerinden de geçer (çünkü ilgili her gücün arasından geçer).”[25] Bu nedenle iktidarın nereden geldiği, kimin olduğu, kime geçtiği, nereye gittiğinden çok, onun nasıl uygulandığı konusuna dönmek gerekir.
Öte yandan, katmanların ötesinde bir şey bulmanın olanağı da yoktur. Dışarısı güçlerin ilişkisi sayesinde varolur: “Ancak katmanın ötesinde, üstünde hatta dışında hiçbir şey yoktur. Güçler arasındaki hareketli, belirsiz ve yaygın ilişkiler, katmanın dışında bulunmazlar, katmanın dışını yaratırlar. Tarihe a priori olan unsurlar işte bu nedenle aslında tarihseldir.”[26]
NE YAPABİLİRİM? NE BİLİYORUM? NEYİM?’deki üçlü formülasyon, öznelliğin tarihindeki bir noktayı ortaya koyar. Deleuze, geçmişten bugüne kıvrımlarımız için bir belirleme yapar:[27] “Öznelliğin dört kıvrımı vardır: …Yunanlılar için bu, beden ve hazlarıydı …ama Hristiyanlar için bu ten ve arzularıdır, arzunun kendisidir …İkincisi, …güçler arasındaki ilişkinin kıvrımıdır …Üçüncüsü bilginin kıvrımıdır, ya da gerçeğin kıvrımı. …Dördüncüsü dışın kendisidir, nihai kıvrım. …Ölümsüzlük, ebedilik, kurtuluş, özgürlük ya da ölüm ya da tarafsızlık umutları. ...Bizim dört kıvrımımız nedir? Modern bir öznellik için savaşmak mevcut iki öznellik biçimine direnmekten geçer, biri iktidarın sınırlamaları temelinde kendimizi bireyleştirmemizdir, ötekisi her bireyin tanınmış, sonsuza kadar sabitlenmiş bir kimliğin çekimine kapılmasıdır. Öznellik bu yüzden farklılık, çeşitlenme ve başkalaşım hakkıyla kendini belli eder.”
Nelere muktedir olduğu bilinemeyen Spinoza’cı bedene karşılık, Foucault’nun getirdiği soru, bugün insanın yaşayan bir varlık, direnen güçler dizisi olarak, neye muktedir olduğunu ortaya koyup koyamayacağı olsa gerek.
 

[1] Deleuze, G., (1998), Foucault, Der. ve Çev. (İng.) Sand, S., Minnesota University Press.
[2] A. g. y., s. xli-xliv.
[3] “Siyasi eylemi tekleştirici ve bütünselleştirici paranoyadan kurtar. Eylem, düşünce ve arzuları çoğaltma, bitiştirme ve ayırmayla geliştir, alt-bölümleme ve piramidal hiyerarşiyle değil. Bir iktidar biçimi ve gerçeğe ulaşma yolu olarak Batı düşüncesinin nicedir kutsal kıldığı olumsuz’un (yasal sınır, iğdiş etme, mahrumiyet, eksiklik) eski kategorileriyle işbirliği yapmaya son ver. Olumlu ve çoğul olanı tercih et: Farklılığı bir örnekliğin, akışları birliklerin, hareketli düzenlemeleri sistemlerin üzerinde tut. Üretkenin durağan değil göçebe olduğuna inan. Kişinin, savaştığı şey iğrenç bile olsa, militan olmak için asık suratlı olması gerektiğini düşünme. Arzunun gerçekle bağlantısıdır, devrimci kuvvet taşıyan (temsil biçimlerine yenik düşmek değil). Düşünceyi, ne siyasi pratiği Hakikatin içinde temellendirmek için kullan; ne de siyasi eylemi salt spekülasyon olarak düşünceyi gözden düşürmek için kullan. Siyasi pratiği düşüncenin genişleticisi olarak ve analizi siyasi eylemin müdahalesi için biçimlerin ve alanların bir çarpanı olarak kullan. Siyasetten, felsefenin onları tanımladığı şekliyle, bireyin ‘hakları’nın restorasyonunu talep etme. Birey iktidarın ürünüdür. Gereken, çoğaltma ve yerinden etmeyle, farklı çeşitlemelerle bireylikten uzaklaşmadır, birey-sizleşmedir (de-individualisation). Grup, hiyerarşi içindeki bireyleri birleştiren organik bağ olmamalıdır, fakat sabit bir birey-sizleşme jeneratörü olmalıdır. Gücün aşığı olma.” [Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin Anti Oedipus: Kapitalizm ve Şizofreni adlı yapıtı için Michel Foucault’nun yazdığı önsözden. Çev. Şentürk, L. Ayrıca bu metin için bkz: Editör yazısı, doxa S. 3, s. 1, Norgunk Yayıncılık, Ekim 2006. [Hand, S., (1998), “Translating Theory”, Foucault, Deleuze, G., The University of Minnesota Press, ss: xlii-xliii.), Michel Foucault’nun önsözü, Anti-Oedipus: Capitalism and Schizophrenia, (University of Minnesota Press, 1983, s: xiv-xv; xiii-xiv)]
[4] A. g. y., s. s. vii-xl.
[5] A. g. y., s. xxxi.
[6] A. g. y., s. xxxiv.
[7] A. g. e., s. xxiii.
[8] A. g. e., xi.
[9] A. g. .e., s. xii.
[10] A. g. e., s. 7
[11] A. g. e., ss. 14, 15.
[12] A. g. e., s. 16.
[13] A. g. e., s. 54.
[14] A. g. e., s. 6.
[15] A. g. e., s. 44.
[16] A. g. e., s. 44.
[17] A. g. e., ss 27-28.
[18] A. g. e., s. 32, 34.
[19] A. g. e., s. 37.
[20] A. g. e., s. 43.
[21] A. g. e., s. 121.
[22] A. g. e., s. 116.
[23] A. g. e., s. 125.
[24] A. g. e., s. 115.
[25] A. g. e., ss. 70-71.
[26] A. g. e., s. 84.
[27] A. g. e., s. 104, 106.



Etiketler:
İstihdam