27/02/2014 | Yazar: Sinan Birdal

Yerel seçimlerde aday çıkarmak hedefiyle parti genel merkezleri üzerinden harekete geçerken Gezi sonrası yerel siyasette açılan olanakları gözardı etmek ciddi bir kavrayış eksikliğine delalet ediyor.

Yerel seçimlerde aday çıkarmak hedefiyle parti genel merkezleri üzerinden harekete geçerken Gezi sonrası yerel siyasette açılan olanakları gözardı etmek ciddi bir kavrayış eksikliğine delalet ediyor. Gezi, temsil edilenlerin artık temsilciler aracılığıyla değil kendi kendilerini temsil etmelerine yol veren bir siyaseti ortaya çıkarmışken, hareketin bu siyaseti ve aslında kendi kendini nasıl örgütleyeceği üzerine bir tartışma yürütmesi elzem.
 
Gezi direnişi ve yerel seçimler yerel siyaseti tekrar gündemin ilk sıralarına taşıdı. Ancak yerel siyaset meselesine sadece Türkiye’deki konjonktür bağlamında yaklaşmak bu meselenin hangi toplumsal ve siyasal dinamiğin sonucu olarak ortaya çıktığını gözden kaçırmamıza neden olur. Kanımca gerek Gezi olayı gerekse yerelliğin Türkiye siyasetinde kazandığı önem bu dinamiklerin bir etkisidir. Dolayısıyla söz konusu dinamikleri gözardı eden bir siyasi hat kısa vadede kazanımlar elde etse bile orta ve uzun vadede yalpalayacak ve yönünü şaşıracaktır. Bu endişeden yola çıkarak yerel siyaset ve demokrasiye dair bazı önermeleri tartışmaya açmak istiyorum.
 
Günümüzde yerel siyasetin ve yerel yönetimlerin güçlenmesinin demokratikleşmenin olmazsa olmaz koşulu olduğu üzerinde geniş bir uzlaşma var. Ancak bu kavramlar her farklı siyasi akımın içini kendince doldurduğu bir “boş gösteren” işlevi görüyor. Yerel siyaset tıpkı demokrasi gibi neredeyse her siyasetin hedeflediğini iddia ettiği bir şey. Bu açıdan özellikle yerel seçim sürecinde çeşitli siyasi partilerle diyaloğa geçen LGBTİ örgütlerinin partilerin seçim beyannamelerinin ve adaylarının ötesinde yerel siyasete ilişkin tezler geliştirebilmeleri önem arz ediyor. Hasılı, LGBTİ hareketinin bu süreçte yerel ve genel siyaset arasındaki ilişkiyi öncelikle kendisinin nasıl kurguladığını tartışması gerekiyor.
Eşitlik Olmadan Özgürlük Ancak Temsil Edilir
Yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olduğu günümüzde yaygın kabul gören bir önerme. Kuşkusuz demokrasi kavramı bir kent ayaklanması sonucunda ortaya çıktı. M.Ö. 508’de Atinalılar tiran İsagoras ve onun şehre davet ettiği Spartalı işgal kuvvetlerine karşı ayaklandılar. Akropolis’e sığınan İsagoras ve Spartalılar iki gün ve gece dayandıktan sonra halka teslim oldular. Böylece tarihte ilk defa yöneticilerine karşı ayaklanan öndersiz ve örgütsüz kitleler iktidarı ele geçirdiler. Sürgünden çağrılıp, yeni bir devlet düzeni oluşturma görevi verilen Kleistenes Atinalıların doğrudan kentin yönetimine katılacakları bir hükümet biçimi oluşturdu. Bu hükümet biçimi o günden bu güne halkın yönetimi ya da demokrasi adıyla bilinegeldi. Kentlilerin kendi kendilerini yönetmeleri siyasal düşünce tarihi boyuncaa cumhuriyetçi ve demokratik düşüncelere ilham verdi ve model teşkil etti.
 
Antik Yunan demokrasisinin modern liberal demokrasiden önemli farkları vardı. Herşeyden önce Antik Yunan medeniyeti kent-devletlerinden oluşmaktaydı. Kent anlamına gelen polis kelimesinden türeyen politika kavramı bu kökenin izini taşıyor. Kültür, dil ve din ortaklığına sahip olmalarına rağmen Antik Yunan kentleri önce Makedonların sonra Romalıların işgaline kadar bağımsız devletler olarak varlıklarını sürdürdüler. Ayrıca Antik Yunan demokrasisi günümüzdeki gibi seçimle işbaşına gelen temsilcilerin değil bizzat yurttaşların yönettiği bir rejimdi. Kleistenes’in Pnyx tepesinin kayalarında oydurduğu meydanda bir araya gelen binlerce Atinalı devletin temel politikalarına beraber karar verirlerdi. Bu toplantılara yani kentin yönetimine katılmak sadece bir hak değil aynı zamanda bir görevdi. Belli toplumsal gruplar, başlıca olarak köleler ve kadınlar, Atina’nın doğrudan demokrasisinden dışlanmıştı.
Etimolojik kökeni Antik Yunan’a dayanmakla beraber modern demokrasinin temel kurumları ve ilkeleri antik demokrasiye değil Ortaçağ siyasetine dayanır. Antik doğrudan demokrasi çiftçilerin kent aristokrasisine ayaklanması sonucu doğmuştu. Aristoteles’in de değindiği gibi demokrasinin temelinde mülksüzlerin mülk sahibi sınıflarla siyaseten eşit olması yatmaktaydı (Aristotle 1981: 1279b11-1280a6). 1215 Magna Carta ve 1688 Devrimi gibi modern demokrasinin anayasal ilkelerinin ortaya çıktığı olaylar ise mülk sahibi sınıfların krala karşı kendi ayrıcalıklarını koruma çabalarının ifadesiydi. Ellen Meiksins Wood’a göre antik demokrasiyle modern liberal demokrasi sınıf eşitsizliği ve biçimsel siyasi eşitliğin biraradalığı açısından benzeşir. Ancak bu benzerlik iki rejim arasındaki önemli bir farkı gizler. Antik Atina’da köylü ve küçük üreticinin iktidara doğrudan katılması onların mülk sahibi sınıflar tarafından ekonomik açıdan sömürülmesini ciddi olarak kısıtlıyordu. Başka bir ifadeyle siyasi eşitlik sosyo-ekonomik eşitsizliği gerçekten azaltıyordu: “Bu anlamda, Atina’da demokrasi ‘biçimsel’ değil maddiydi” (Wood 1995: 212).
 
Cumhuriyetçi düşüncenin önemli referanslarından biri olan Cicero da Roma cumhuriyetinin çökmekte olduğu bir dönemde şu uyarıda bulunuyordu: “Herkes için aynı değilse özgürlük adını haketmez. Ve bırakın tebaanın köleliğinin hiçbir kuşku ve meçhullüğe yer bırakmadığı krallıklarda, herkesin görünürde özgür olduğu devletlerde bile özgürlük nasıl herkes için aynı olabilir? Halkın seçime gittiği, kumandanları ve devlet görevlilerini seçtiği, oyları için kamuoyu yoklamasının yapıldığı, yasa tasarılarının oylarına sunulduğu, ancak halkın sonunda istemese de onaylamak zorunda olduğunu onayladığı ve aslında kendilerinin sahip olmadığı birşeyi [yani iktidarı M.S.B.] başkalarına vermeye çağrıldıkları devletleri kastediyorum. Nitekim bu devletlerde halk [yürütme, yasama ve yargıya] ortak değildir, çünkü bu ayrıcalıklar doğuştan ve zenginlikten [kaynaklanan statüye göre] bahşedilir.” (Cicero 1994: XXXI) Cicero demokrasi yanlılarının eşitlik olmadan özgürlüğün de olamayacağını belirten görüşlerini aktarırken devletin halkın ortak mülkü olduğu tanımına dayanır (res publica res populi) (Cicero 1994: XXV).
Kapitalist demokraside ise emek sömürüsü sermaye sahiplerinin imtiyazlı hukuki ve siyasi statüsüne dayanmadığından biçimsel siyasi eşitliğin sosyo-ekonomik eşitliğe bir etkisi bulunmamaktadır. Antik demokrasiyle kapitalist demokrasi arasındaki farkı vurgulamak için Wood isegoria kavramına dikkar çeker. Antik demokraside isegoria sadece ifade özgürlüğü değil aynı zamanda ifade eşitliği anlamına gelir. Temsili demokraside ise temsil mekanizması çeşitli toplumsal grupların kendilerinden şu ya da bu şekilde üstün gruplar tarafından temsil edilmesini sağlar (Wood 1995: 213-217). Marx’ın deyişiyle “kendi kendilerini temsil edemezler, temsil edilmeleri gerekir” (Marx 1965: 124). Bu bağlamda temsili demokrasi Pnyx tepesinde birbirleriyle eşit söz hakkına sahip Atinalılar’ın demokrasisinin anti-tezidir. Wood’un işaret ettiği gibi Amerikan Kurucu Babalar’ın temsili tercih etmeleri Atinalı demokratların seçimlere kuşkuyla yaklaşmalarıyla aynı nedenden kaynaklanır: temsil mülk sahibi sınıfların yararına çalışır (Wood 1995: 217).
 
Yurttaşın Müşteriye Dönüşmesi Temsil Krizine Yol Açıyor
Demokrasi kent-devletinde, dolayısıyla yerel ve genel yönetim arasında farklılaşma olmayan bir ortamda doğmuştur. Gerek temsil gerek yerel yönetim kurumları Ortaçağ’daki uygulamalara dayanır. Ancak bu köken modern demokrasinin Ortaçağ kurumlarından lineer bir şekilde evrildiği şeklindeki tezi doğrulamaz. Weberyen sosyoloji, yeni kurumsalcı ekonomi politik ve liberal tarihyazımı, kapitalizmin ve demokrasinin ortaya çıkışında Ortaçağ Avrupa kentlerinin vazgeçilmez bir rol oynadığı, benzer kent yapısına sahip olmayan Avrupa dışındaki coğrafyalarda siyasal ve ekonomik gelişmenin engellendiği iddasını işler (Weber 1976: 727-814). Bu tartışmaya bu yazının çerçevesinde değinmemiz mümkün değil. Ancak yerel yönetimlerin 18 ve 19. yüzyılda merkezi devletlerin ortaya çıkması ve burjuvazinin iktidara gelmesiyle devrimsel bir dönüşüm geçirdiği ve bu kurumların Osmanlı İmparatorluğu’nda da aynı konjonktürde ortaya çıktığı vurgulamak istiyorum. Bu vurgu özellikle günümüzde yerel yönetimleri demokrasiyle eşitleyen indirgemeci bir yaklaşıma karşı önem taşıyor.
 
Yerel yönetimleri demokrasi ve sivil toplum, merkezi yönetimini de devletle eş tutan indirgemeci söylem yerel yönetimin de devletin bir unsuru ve bir siyasi iktidar kurumu olduğunu gizliyor. Bu mistifikasyon Türkiye’de merkezden yerel yönetimlere yetki devriyle ve yerel yönetimlerin sivil toplum kuruluşları ve diğer paydaşları da karar mekanizmalarına entegre etmesiyle demokratikleşmenin ilerleyeceği fikrini sorgulanmaz bir aksiyom haline getiriyor. Böylece siyasi iktidar meselesi “iyi yönetim”i sağlayacak bir teknik, siyasi temsil sorunu da sivil toplum örgütleri ve paydaşların sürece katılımına indirgeniyor. Ancak bu indirgemeci söylemin sınırları içine hapsolmak ciddi riskler barındırıyor.
 
Herşeyden önce yerel yönetimlerin de siyasi bir iktidar olduğunu hatırlamak gerekir. Bu tespitten yola çıkarak feminist sosyolog Cynthia Cockburn “yerel yönetim” yerine “yerel devlet” terimini kullanır (1977). Neil Brenner da 1970lerden bu yana güncel kapitalizmin “yeni devlet mekanları” ürettiğini ve güncel kent politikalarının aslında devletin kapitalist birikimin gerekleri doğrultusunda dönüştürülmesinin ifadesi olduğunu iddia eder. Brenner iki önemli tez ortaya atar: 1) Kent-bölgeleri ulusal devlet iktidarının yeniden ölçeklendirildiği kurumsal alanlardır, 2) Kent politikalarının formüle edilmesi, uygulanması, koordine edilmesi ve denetlenmesinde ulusal devlet kurumları kilit bir rol oynarlar (Brenner 2004: 3). Neoliberal kent politikaları ve yerelleşme siyasal ve toplumsal bağlama göre çeşitlilikler sergilese de devletin sermaye birikiminin gerekleri doğrultusunda teknik ve ideolojik olarak yeniden biçimlendirildiği bir sürece işaret ediyor. Türkiye’de 2013’ün ilk yarısında Bakanlar Kurulu kararlarının yüzde 60’ının imara ilişkin olması (Gürkaynak ve Sayek-Böke 2013: 69), kent yatırımları kararlarının Bakanlar Kurulu ve hatta bizzat Başbakan düzeyinde alınıyor olması, kent pazarlamasının bir yandan TOKİ diğer yandan bölgesel kalkınma ajansları tarafından planlanması, bu sürecin Türkiye’de nasıl işlediğine dair önemli ipuçları veriyor. Nitekim Erbatur Çavuşoğlu’nun vurguladığı gibi “İnşaata Dayalı Büyüme Modeli” AKP iktidarında hem birikim rejimi hem de meşruiyet sağlayan mekanizma olarak işliyor (Çavuşoğlu 2013).
 
Dolayısıyla meseleyi sadece merkezi ve yerel yönetim arasındaki vesayet ve yetki çatışmasına indirgeyen sığ bir liberal yaklaşım yerine, yerel-merkezi yönetim ilişkileri ve her iki yönetim modelindeki değişimin cari iktidar ilişkileri açısından ne ifade ettiğini sorgulayan bir yaklaşıma ihtiyaç var. Yerel yönetimlere ilişkin politikalar geliştirirken yerel-merkez ilişkilerini iktidarı kimin nasıl paylaştığı açısından analiz etmek gerekiyor. Yerel olsun merkezi olsun yönetimin temel sorusu her zaman iktidarın kimin elinde olduğu sorusudur. Yönetmek fiilini işteş haline getirmekle siyasetin esasını ortadan kaldırmış olmuyoruz.
 
Bu yüzden yönetişim mekanizmaları da neoliberal yönetimin siyaseti teknikleştirmesinin sonucu olarak ortaya çıkan meşruiyet krizini giderme kapasitesine sahip değiller. Herşeyden önce karar süreçlerine dahil edilen “paydaş”ların, örgütlenme özgürlüğünün önünde ciddi kısıtlamaların olduğu ve dernekleşmenin maliyetleri gözönünde bulundurulduğunda daha çok mülk sahibi sınıflardan oluşacağını tahmin etmek güç değil. Farklı çıkar gruplarının sözcülüğünün de yine ağırlıklı olarak mülk sahibi sınıflar tarafından yapılması yönetişimi “neo-ayan”ların rızasıyla işleyen bir mekanizmaya dönüştüyor.
 
Yönetişim düşüncesine paralel olarak yerel yönetime dair geliştirilen diğer önemli kavram hizmetle ilgili. Sema Erder ve Nihal İncioğlu (2013) AKP hükümetinin yerel siyasette 12 Eylül rejiminin getirdiği büyükşehir belediyesi yapısını genişleten reformunun hizmette etkinliği arttırmak amacını taşıdığını iddia ediyorlar. Erder ve İncioğlu’na göre kimi yetkilerin yerelden merkeze aktarılmasının temel nedeni ölçeği büyüyen kentsel yatırımlar. Yazarlar bu sürecin bir demokratik meşruiyet sorunu ortaya çıkardığını vurguluyorlar. Ölçek sorunu elbette her girişiminin somut bağlamında ele alınmalı. Ancak Erder ve İncioğlu yerel yönetim politikasını değerlendirirken hükümetin hizmet söylemini sorgulamıyorlar. Hükümetin merkezileştirme politikaları hizmet etkinliğinin bir sonucu değil, aksine hizmet etkinliği merkezileştirme politikasını meşrulaştıran bir söylemdir. Bu noktada hizmet söyleminin AKP’nin muhafazakar demokrat kimliği açısından merkezi bir önemde olduğunu belirtmekte fayda var. Yalçın Akdoğan’ın ifadesiyle AKP’in ideolojik kimliği “belirli bir kimlik değil hizmet etkinliğine” dayanmaktadır (Akdoğan 2006: 52). Buna mukabil İstanbul gibi kentlerde merkezden planlanan ve uygulanan büyük ölçekli projelerin üzerindeki Sayıştay denetiminin kaldırılması hizmet söyleminin ötesinde yatırımların rant üretimi ve bölüşümü niyetiyle yapıldığına başka bir karine sunuyor (güncel bir örnek için: Berkan 2013).
 
Ne var ki, yerel yönetimin politik içerikten soyutlanıp teknik ve biçimsel yönetişim modellerine indirgenmesi ve yerel taleplerin hizmet söylemiyle karşılanması iktidarın meşruiyet krizini çözmemekte, en fazla başka bir toplumsal düzeye deplase etmekte ve/veya ileri bir tarihe ötelemektedir. Krizin çözümü yurttaşın salt hizmet kalitesiyle ilgili bir tüketici olarak değil diğer yurttaşlarla ortak bir mekanı paylaşan ve bu ortaklık dolayısıyla karşılıklı hak ve ödevler iddiasında bulunduğu bir siyasi özne olarak kurgulanmasında yatıyor.
 
Demokrasi İktidara İştirak Etmektir
Gezi direnişi katılımcıların müşteri değil yurttaş olarak hareket ettiği ve yerel yönetimin siyasi doğasının açığa çıktığı bir süreç oldu. LGBTİ hareketinin Gezi direnişine aktif katılımı hem direnişin hem de hareketin kazanım hanesine önemli bir katkı olarak yazılacak. Bu anlamda Gezi’nin siyasi bir tecrübe olarak LGBTİ hareketini nasıl değiştirdiği, hareketin bu tecrübeden hangi dersleri çıkardığı büyük önem taşıyor.
 
Gezi tecrübesi herşeyden önce farklı bir kamusallığın mümkün olduğunu gösterdi. Hizmetlerin en etkin şekilde piyasa mekanizmasıyla sağlanacağını savunan AKP belediyeciliği, Ali Ekber Doğan’ın tanımıyla, “eğreti bir kamusallık” üretti. Eğreti kamusallık “neoliberalizmin muhafazakar içerikte sosyalizasyonu” işlevini gördü (Doğan 2011/12: 62). AKP bu siyasi modeli bütün ülkeye teşmil ederek cumhuriyeti bir Türkiye Büyükşehir Belediyesi olarak yeniden tasarladı. Modeli doğduğu kentte geçersiz ilan eden Gezi direnişiyse yurttaşların yeni bir kamusallık ve sosyalizasyon talebini ortaya çıkardı. Bu kamusallık temsili demokrasiden ziyade doğrudan demokrasiye meyletti. Önce Gezi daha sonra parklarda başgösteren halk forumları parlamento ya da belediye meclisinden ziyade Pnyx’teki Atinalıları anımsatıyordu. Forumlarda yurttaşlar birileri tarafından temsil edilmediler kendi iradelerini bizzat kendileri ifade ettiler. Yoğurtçu Parkı’nda konuşma yapmak isteyen Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’e kibarca ismini listeye yazdırmasını söyleyen forum isegoria kavramını güncelleştiriyordu.
 
Gezi’nin bu özelliklerini vurgularken romantikleştirme tehlikesinden de kaçınmak lazım. Barındırdıkları yeni unsurlar çok önemli olmakla beraber Gezi’nin yerellerarası ve yerelden genele nasıl bir ilişkilenme önerdiği çokça tartışıldı ve hala da tartışılıyor. LGBTİ hareketi tam da bu noktada kendi örgütlenmesi için nasıl bir model önereceği üzerine kafa yormak zorunda. Malesef Gezi’nin hemen ertesinde içine girdiğimiz yerel seçim sath-ı mailinde bu görünüşte “kuramsal” dertler ikinci plana atılmış durumda. 2014 seçimleri elbette birçok açıdan çok önemli ve LGBTİ hareketinin Gezi’de zirve yapan görünürlülüğü bu seçimlerde bir kazanıma tahvil etme isteği anlaşılır. Ancak alanda faaliyet gösteren örgütler ve partilerin bu çalışmaları hangi perspektifle ve Gezi’den hangi dersleri çıkararak yaptıkları çok önemli. Yerel seçimlerde aday çıkarmak hedefiyle parti genel merkezleri üzerinden harekete geçerken Gezi sonrası yerel siyasette açılan olanakları gözardı etmek ciddi bir kavrayış eksikliğine delalet ediyor. Gezi, temsil edilenlerin artık temsilciler aracılığıyla değil kendi kendilerini temsil etmelerine yol veren bir siyaseti ortaya çıkarmışken, hareketin bu siyaseti ve aslında kendi kendini nasıl örgütleyeceği üzerine bir tartışma yürütmesi elzem. Kanımca bu tartışmanın merkezinde farklı yerel ölçekler ve daha büyük (örneğin ulusal ve küresel) ölçekler arasında nasıl bağlar kuracağı ve farklı ölçeklerdeki önceliklerin nasıl koordine edileceği olmalı. Eğer güncel yerel politikalar Brenner’in iddia ettiği gibi iktidarın yeniden ölçeklendirilmesiyse buna karşı geliştirilecek muhalefetin de kendi mevzilerini yeniden ölçeklendirilmesi gerekmektedir. Burada belli bir ölçek için mutlaka uygun olan bir çözümün başka bir ölçek için geçerli olmayabileceğini unutmamalı (Harvey 2013: 120). LGBTİlerin kendi seslerini farklı ölçeklerde nasıl dile getireceği hareketin yaratıcı olması gerektiren bir sorundur. Gezi sonrasında tüm toplumsal ve siyasal hareketler gibi, LGBTİ hareketinin önündeki en acil sorun temsilciler vasıtasıyla değil de kendi kendini temsil eden LGBTİlerin biraraya gelebileceği forumların nasıl yaratılacağıdır.
 
Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin “Kent ve Yerel Seçimler” başlıklı 134. sayısında yer almıştır.
 
Kaynaklar:
Akdoğan, Yalçın (2006) The Meaning of Conservative Democratic Political Identity, The Emergence of a New Turkey: Democracy and the AK Parti içinde, M. Hakan Yavuz (ed). Salt Lake City: The University of Utah Press.
Aristotle (1981) Politics. T.A. Sinclair (Çev). Londra: Penguin.
Berkan, İsmet (2013) Sayıştay Sayıştay Olsa 3. Köprü ve Yeni Havaalanı Yapılır Mıydı? Hürriyet, 13 Aralık 2013, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25346270.asp.
Brenner, Neil (2004) New State Spaces: Urban Governance and the Rescaling of Statehood. Oxford: Oxford University Press.
Cicero (1994) De Re Publica – De Legibus. Clinton Walker Keyes (Çev). Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press.
Cockburn, Cynthia (1977) The Local State: Management of Cities and People. Londra: Pluto Press.
Çavuşoğlu, Erbatur (2013) Kadim İdeoloji Korporatizme AKP Makyajı: İnşaata Dayalı Büyüme Modelinin Yeni-Osmanlıcılıkla Bütünleşerek Ulusal Popüler Proje Haline Gelişi. Birikim 296: 70-81.
Doğan, Ali Ekber (2011/12) 1994’ten Bugüne Neoliberal İslamcı Belediyecilikte Süreklilik ve Değişimler. Praksis 26: 55-75.
Erder, Sema ve İncioğlu, Nihal (2013) Yerel Siyasette 2004’ten Beri Neler Oldu? AKP Döneminde Yerelleşme ve Yeniden Merkezileşme Bağlamında Yeni Büyükşehir Yasası. Birikim 296: 23-31.
Gürkaynak, Refet S. ve Sayek-Böke, Selin (2013) AKP Döneminde Türkiye Ekonomisi. Birikim 296: 64-69.
Harvey, David (2013) Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru. Ayşe Deniz Temiz (Çev). İstanbul: Metis.
Marx, Karl (1965) Der 18. Brumaire des Louis Bonaparte. Allgäu: Insel Verlag.
Weber, Max. (1976) Wirtschaft und Gesellschaft: Grundriss der Vestehenden Soziologie. Tübingen: Mohr Siebeck. Wood, Ellen Meiksins (1995) Democracy Against Capitalism: Renewing Historical Materialism. Cambridge: Cambridge University Press. 

Etiketler:
İstihdam