18/06/2013 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

8 Mart’ta kadınlara 1 Mayıs’ta emekçilere son 20 günde hepimize eziyet etmekte olan bir hükümet, Doğu’da asit kuyusu Batı’da asitli su ile ayakta duran bir devlet zihniyeti. Bu olağanlığa mecbur muyuz?

8 Mart’ta kadınlara 1 Mayıs’ta emekçilere son 20 günde hepimize eziyet etmekte olan bir hükümet, Doğu’da asit kuyusu Batı’da asitli su ile ayakta duran bir devlet zihniyeti. Bu olağanlığa mecbur muyuz?
 
Fotoğrafta basın kartıyla alanda olan arkadaşımız Gökhan Biçici’yi polis tarafından zorla götürülürken görüyoruz. Basın gibi ’korunaklı’ görünen bir zümreye dahi bu şekilde saldırgan biçimde yaklaşan bir iktidarın bize sunduğu seçeneklere hızla sarılacak kadar saf mıyız?
 
Üstüne söyleyecek çok şeyimiz olmakla birlikte, Türkiye’nin en kalabalık kentinin en kalabalık meydanında ve yanıbaşındaki parkta hiçbir iktidarın tarih boyunca unutmaması gereken bir dersi onlara yaşatıyoruz. Ama bazılarımız hızla iktidarın plesibitine, referandumuna neden güvenmemiz gerektiğini bize anlatıyor, bize Referandum’a evet referandumda ise hayır dememiz gerektiğini söylüyorlar. Kısacası ’sokakları bırakın’ sandıklarda görüşelim demeye getiriyorlar.
 
Evet, eve dönme çağrıları vs. etrafında düşünüldüğünde referandum korkmaya başlayan herkes için ’kazanım’ olarak görünebilir; ancak karşımızdaki iktidarın bize vaat ettiği referandumun ne kadar gerçekçi olduğunu tartışmak şart. Keza bu iktidarın valisi müdahalelerden önce ıhlamurlara metiye düzüp müdahale olmayacağına dair güvence vermiş, ardından da hamile bir kadından çocuğunu alması başta olmak üzere birçok arkadaşımızın yaralanması ve bizim de öyle ya da böyle ne olduğu bilinmez bu gazdan ve polis şiddetinden etkilendiğimiz bir tablo ortaya çıkmıştı.
 
Başbakan’ın yurtdışında olduğu ve Borsa’nın çöktüğü ilk beş-altı günlük dönemdeki ruh ile aramızda ne gibi bir fark var bilemiyorum; ancak bir şekilde iktidarın önerdiği ilk seçeneğin üstüne atlamak, üstelik iktidarın toplum mühendisliği şaheseri toplantılarıyla muhatap olmak sizce aşağılayıcı değil mi?
 
Sokaklarımızda olanlar direnişçiler için bir trajediye dönüşsün isteniyor; oysa biz şehrin ortasında bir karnaval yarattık ve o karnavalda ’Çokluk’ (Multitude) dahilindeki herkes için bir şey ifade ediyordu. Mesele ’Gaz Atma O.Ç.’ sloganına gizlenen mizahın çok ötesindeydi; burada aslolan reklam şirketlerinden devlet dairelerine prekaryanın ilk ayaklanmasını yaşıyor olmamızdı. Sendikalar ve siyasal partiler prekaryanın yanında harekete katılma konusunda zayıf kaldı. Aylık maaşı beş-altı bin TL seviyesinde gezinenler bu ülkenin ’sahibi’ olmadıklarını sokaklarda arkalarından koşan çevik polisler ve hedef gözeterek üstlerine atılan gaz bombalarıyla anlamış oldular.
 
Şimdi herkes ’direniş akili’ arayışından ’akil sonuç’ arayışına geçmiş durumda. Meseleyi ’Türkiye orta sınıfı ayaklandı’ diyerek geçmek herkes için kolay yol; ama ayaklananların toplumun işçiliğiyle yüzleşen ve AKP’nin kapitalist totaliterliği karşısında kendilerini ifade etme ihtiyacı güdenler olduğunu görmek için dahi olmaya gerek yok. Baksanıza, sevmediğimiz reklam ajanslarının patronları ve ’junior reklam yazarları’ bile kol kola girmiş ’Biber gazı oley’ diye bağırarak bir şeylere meydan okuyorlar.
 
Aklı sadece ’parti aklından’ ibaret olanlar hızla meseleyi şu şekilde okuyacaklar. Bu kargaşa bitse de bu kargaşanın yarattığı alandan yeni bir sol alternatif yaratılsa. Görülmesi gereken asıl sol alternatifin sokakta olduğu bilmemkaç legal partiden çok daha has ve direnen bir kitlenin o partilerle birlikte hareket ederek solun elindeki tek yolun ve alternatifin ’sokak’ olduğunu tekrar kanıtlaması olmuştur.
 
Bugün zincirlerini keşfetmeye başlayanların ’ulusalcı argümanlarla’ çıktıkları sokaklardan devletin doğasında katliamın olduğuna dair algıyla geri dönmüş olmaları, AKP’nin ilk fırsatta askere sarılması da dindar entelektüellerin bile Erdoğan’ın polis zulmüne sığınan bu haline (1) artık anlamlı bir tepki vermeleri ve kapitalist iktidarın her şartta kötü olduğunu görmeleri onlar için birçok anlamda ciddi bir deneyim oldu.
 
Her sabah Starbucks’tan bir kahve almadan işine gidemeyenler artık Starbucks gördüklerinde ya da Saray Muhallebicisi gördüklerinde akıllarına bu firmaların polisle yaptıkları iş birliği geliyorsa bu isyanın antikapitalist kazanımlarını görmezden gelmek ne kadar ’sol’ bir refleks olur?
 
Referandum, ’olağanlık’tır. Türkiye’nin olağanlığını size hatırlatalım. Halen sürmekte olan KCK davaları, toplu tecavüz vakaları, gerillanın çekilişi sırasında arkasından saniye kaybetmeksizin kalekollar yapan bir devlet, 8 Mart’ta kadınlara 1 Mayıs’ta emekçilere son 20 günde hepimize eziyet etmekte olan bir hükümet, Doğu’da asit kuyusu Batı’da asitli su ile ayakta duran bir devlet zihniyeti. Bu olağanlığa mecbur muyuz?
 
Kararlarını saatlerce süren tartışmalarla alan bir kitle ’Gezi’ye sahip çıkıyoruz, tek çadırla bile olsa orada kalacağız’ dedikten saatler sonra alandan atılmış ve Taksim ve Gezi Parkı lacivert ordunun işgali altındayken, çokluğun iradesi mi yoksa liberallerin bu işi sandık çözer inlemeleri anlam ifade etmemektedir. Hele ki AKP’nin demokratik ve özerk olan herhangi bir şeyin oluşumunda ’ortaklaşılası’ bir güç olacağını düşünmek için Ethem Sarısülük ve daha nice ’Meselesi yalnızca ağaç olmayan’ ve daha selamlaşamadan kardeşimiz olan insanın hatırasına ihanet etmek ön şarttır. Sokaklardaki insanlara nefret ettiği bir hükümetin yapacağı bu ’test sınavına’ girmelerini söylemek ancak ve ancak ’akil insan’ tipi akıllardan beklenebilecek bir zırvadır. Tarihimizin ilk prekarya hareketini yaşıyoruz ve bunun karşısında örgütsel refleks vermekte çok ciddi zorluklar yaşıyoruz, kabul. Ama ilk fırsatta tarihimizin en büyük hatasını yapıp yine yeniden sandıklara sığınırsak bu sefer kitlesel sol hayalini tamamen ıskalamış olacağız. Keza sol sokakta büyüyor, örgüt içi tartışmalarda değil.
 

Etiketler:
nefret