30/06/2011 | Yazar: Erdal Partog

Kimlik mücadelelerinin değersiz kılınması daha doğrusu sınıf mücadelesinin öncelikli bir mesele olarak algılanması sınıf ve kimlik arasındaki siyasi dalgalanmaları ve gerilimleri arttıran en önemli faktördür.

Queer-Marksizm’e Karşı Kanaatlerin ve İmajların Gölgesinde Yaşayan Sağ ve Sol Muhafazakârlar
 
Siyaset geçmişte olduğu gibi yine ilkelerin ya da imajların gölgesinde sürdürülüyor. Teolojik imajlardan modern imajlara kadar birçok şey değişmez yasalar olarak insanlara dayatılıyor. Sağ düşünce geleneğinin biricik vazgeçilmezi olan kanaat ve imajlar sol düşünce içinde de oldukça sık kullanılıyor. Bu yüzden bir süredir sol da kendi kanaat ve imajlarının gölgesinde yaşıyor. Marks’ın ya da Engels’in düşüncesi bir yasaya bir imaja dönüştürülüyor. En büyük imaj da işçi sınıfının devrimci özne karakteri oluyor.
İmajların gölgesinde yaşayan bir kısım solcular kimlik siyasetini kıyasıya eleştirirken işçinin değişimin motoru olduğu imajına sıkı sıkı sarılıyor. Bunu değişmez olarak kabul ediyor. Bu yüzden siyaseti sadece bir sınıf diktatörlüğü meselesi üzerinden okumak bugün Türkiye’deki solun küçülmesine hatta muhafazakârlaşmasına neden oluyor.
 
Kendine sol diyen bu çevreler yeni bir teori olan Queer’i bir kimlik savunusuymuş gibi algılayıp onu eleştirebiliyor. Hatta Queer ve Radikal Demokrasi kavramlarını aynı şeylermiş gibi algılıyor.
 
Tabii ki kimliğe dair bu olumsuz eleştirilerin demokratik bir tutum olduğu gerçeğini görmezden gelmiyoruz. Sadece bazı eleştiri biçimlerinin bilimsellikten uzak imajların bilimsel gerçekler olarak sunulma aldatmacası taşıdığını iddia ediyoruz. Bu yüzden imajların gölgesinde yaşayanlar hala gelenekselleşen tutumlarından, kanaatlerinden vazgeçmiş görünmüyorlar.
Bu anlamda Queer’in toplumsal cinsiyet ve cinsellik rejimlerini mercek altına nasıl aldığına iyi bakmak gerekiyor. Queer’in öznenin kurulan, değişen ve dönüşen farklılıklarına dikkat çekmesi bu anlamda oldukça önemli oluyor. Queer’in komün benzeri süreçleri kimlik bağlamında sorunsallaştırdığını zaten biliyoruz. Öyle ki queer teorisi kimseye hazır reçeteler sunmayacak kadar da evrimci bir düşünsel hatta yürüyor.  
 
LGBTT kimlikleri arasındaki değişim ve dönüşüm tarihinin hetoro-norma ya da gey-norma karşı nasıl bir evrim geçirdiği LGBTT mücadelesinin kısa tarihinden çıkarmak mümkün. Burada kimliklerin sabit formlarını bozan ara kimlikleri ön plana çıkarmayı önemseyen bir mücadeleden bahsediyoruz. Kimliği inşa ederken aynı zamanda onun baskıcı yanını eleştiren bir mücadeleden bahsediyoruz. Başkalarının yasını ve acısını paylaşmayı bilen bir tarihten bahsediyoruz. Bu yüzden LGBTT mücadelesini sadece bir kimlik savunusu olarak görmek, göstermek ya da buna yeltenmek siyasi tarihi ve toplumsal hareketleri yeterince iyi okumamak anlamına gelir.
 
Bazı Sosyalist ve Marksist çevrelerin bu Queer-Marksist damarı yeterince anlamak istememesi oldukça manidardır. Bazı Sosyalist ve Marksist çevrelerce Queer teoriye yapılan olumsuz eleştirilerin kimlik üzerinden yapılması ister istemez Queer teoriyi de değersizleştirme çabası üzerinde yoğunlaşıyor. Kimlik mücadelelerinin değersiz kılınması daha doğrusu sınıf mücadelesinin öncelikli bir mesele olarak algılanması sınıf ve kimlik arasındaki siyasi dalgalanmaları ve gerilimleri arttıran en önemli faktördür.
Queer’in Sosyalizm ve Marksizm düşüncesi karşısında bu kadar ayrık gösterilmesi ya da gösterilmeye çalışılması eksik bir Marksist okuma biçiminden başka bir şey değil. Solun bir kutsal kitabı olmadığını, solun temel felsefesinin düşünme eylemliliğine ve insan özgürleşmesine dayandığı gerçeği sıkça unutuluyor. Solun demokrasi değerleri ile özgürlükçü değerleri bazı tözlere feda ediliyor.
 
Marks’tan da önce sosyalizm, komünizm ve demokrasi kavramları vardı. Bütün bu kavramları tabii ki Marks üretmedi. Üretmediği gibi Marks da kendisi ile çelişen düşünceleri zaman zaman savundu. Ancak onun değeri sol düşün dünyası içindeki faklılığı oldu. Sol düşün dünyasına getirmiş olduğu en büyük katkının sadece emek ve sermaye çelişkisi olmadığını aynı zamanda onun siyasi ve felsefi yazılarının da sol demokrasi dünyasına katkı yaptığını gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz.
 
Paris Komün’ünü Queer bir yerden okumak mümkün. Queer bir politikanın bu kısa dönemde Paris sokaklarında nasıl emekten ve ezilenden başka bir anlamda ezilen farklılıklardan yana kurulduğunu görebilmek mümkün. Bu yüzden Paris Komünü kendi içinde sürekli değişen ve dönüşen mücadele deneyimi ile birçok yere evirilmesi çok kısa zamanda mümkün olmuştur. Paris komününün özgürlükçü yanı onun ilke ya da imajların gölgesinde yaşamamış olmasına bağlanabilir.
 
Bu anlamda iktidar ve özgürlük çekişmesinin hemen yanında sermaye ve emek çekişmesi tabii ki insanlığın temel meseleleri olarak birlikte kavranabilir. İnsan ihtiyaçlarının karmaşık ve çoğulcu bir ağ olduğunu, bu ağın insanı özgürleştirdiğini Spinoza’dan beri zaten biliyoruz. İhtiyaçların çokluğu maddi insan gerçekliği olarak sonuz olasılıklarla dolu olması ona tek tip bir elbise biçmememiz gerektiğini gösteriyor. Ancak bugün hâlâ bazı kesimlerin bir öz üzerine kurulan siyasi anlayışları kanaatlerin ve imajların kölesi olmaktan kurtaramıyor kendilerini. 
 
Özgürlüğün ister bir sınıf, ister bir kimlik isterse bir zümre tarafından gasp edilmesi ya da sınırlandırılması söz konusu olamaz. Queer-Marksizm açısından insanlığın temel sorunları bu manada tek bir ilkeye bağlanamaz. Hâlâ hazırda insanlık tarihinde özgürlüğün mutlağa vardığı ya da nihayete erdiği, ereceği bir gerçek de bulabilmiş değiliz. Umarım da bulmayız. Ancak bazı sosyalistler ya da muhafazakârlar kurtuluş reçetesini çoktan yazıp bitirmiş bulunuyorlar. Başkaları adına bir gelecek kurabiliyorlar. Bunun en başında da ütopik sosyalistleri görmek mümkündür. Bu yüzdendir ki her ütopya kendi ötekisini yaratmak gerçeği ile karşı karşıya kalmaya mahkûmdur.
 
Tatlı su solculuğunun ‘aradığımı buldum’ dediği şey de ilkeler ve imajlardır. Bu nokta bu kesimlerin sol demokrasi değerlerinden uzaklaşıldığını gösteriyor. Marks’ın da aradığını bulduğunu zannettiği bazı düşünceleri var. Bu yüzden Marks teorisinin yanlışları ilkeler ve imajlar haline dönüştürüldü. Marks’ın Hegel gibi felsefecileri kıyasıya eleştirdiği pozisyona kendisinin düşmesi oldukça ironiktir. Onun teorisinin özü olan insanın değişime ve dönüşüme başka bir anlamda inşaya ve yıkıma dayanan gücü anlaşılmaz olmuştur. Bu yüzden sol düşüncede aradığını bulanların muhafazakârlığı ile aramayı sürdüren özgürlükçülerin çatışması daha da belirginlik kazandı. Bu anlamda Queer-Marksizm teorisinin özgürlüğü kimlik ve sınıf meselesini mercek altına alarak sorgulaması insanlık adına arayışın ve değişimin hâlâ sürdüğünü gösteriyor. Hâlâ insan-doğa tarihinin bitimsizliğinin devam ettiğini gösteriyor.
Bugün Türkiye’de sol hareketlerin birçoğu kendi küçük iktidarlarını fes edememelerine karşın LGBTT hareketinin kendi kimliğini fes etme ya da fes edilebilir bir oluşa geçmesini isteme cüretini gösterebiliyor olması oldukça düşündürtücüdür. Ancak sosyalizm adına işçi sınıfının inşasından asla ödün vermek istemezler. Onlar için savaş burjuvalara karşı işçi savaşımıdır. Yazdıkları senaryoya sadık kalma ve inanma bir namus meselesine dönüşmüştür.
 
Kimliğin yapı bozumunu hemen isteyenler işçi sınıfının yapı bozumunu gelecek bir tarihe erteleyebiliyor. Bu anlamda kimliğin yapı bozumuna uğratılmasını gündemlerine taşıyan ya da kimliğin iktidar ile olan ilişkisine odaklanan queer teorisi ne kadar özgürlükçü ise Marksistlerin de sınıf meselesini işçi sınıfı üzerinden çözümlemeye çalışması aynı okuma biçimine tekabül eder. Ancak aralarındaki çok büyük bir fark vardır o da Queer; geçmişi ve anı ele alırken Marksizm; geçmişi, anı ve geleceği birlikte ele alır. Bu yüzden gelecek tahayyülü Marks’ın kendisi ile olan temel çelişkisini yaratır. Ütopyacı olmayan Marks bir bakarsınız ütopyacı olup çıkmıştır.
 
İlkeler ve imajların gölgesinde Türkiye solu uluslararası sol kanat içinde haklar meselesini sınıf meselesinin altına indirgeme gayretinden bir adım geri atmaz. Türkiye solunun da hayali gelecekteki proletarya diktatörlüğüdür. Bu amacın önüne çıkacak her engel ne pahasına olursa olsun aşılmalıdır. Bu yüzden donmuş bir diyalektikten yani kendisine yabancılaşan bir diyalektik tarihinden bahsetmiş oluyoruz.
 
Diğer taraftan bugün Queer’den Radikal Demokrasi’ye bağlanan ya da ayrışan damarları göremeyen bir LGBTT hareketi de maalesef geleceği doğru okuma potansiyeline henüz sahip değildir. Medeni haklardan sosyal haklara sıçramak ya da kimlik ve sınıf tartışmasını açmak bazı solculara nasip olmadıysa LGBTT hareketinin queer kardeşliği adına bunu yapabilmesi mümkün mü? Sanırım bu soruya şu anda cevap vermek daha erken.
 
Ancak bu tartışmayı yapmak için Queer ile hesaplaşmamız da lazım. Öyle ya da böyle LGBTT hareketi içinde queer ile dalga geçenlerin çokluğu ortada dururken yapılacak çok iş var demektir. Maalesef LGBTT hareketi de kendi içindeki kulaktan dolma sataşmalarla ve hareket dışındaki sosyalist eleştirilere karşı kendini donanımlı kılamamıştır. Kimlik tözünü tıpkı bazı Sosyalist ve Marksist kanat içindeki sınıf tözü gibi ele alır olmuştur. Bu yüzden de kimlik modern bir kanaatin içinde ötekileri anlamaktan uzaklaşabilen hatta etnik soykırımlara kadar varabilen imajlara ve kanaatlere dönüşmüştür.
 
Maalesef bugün düşüncenin ilklere göre konumlanmadığını en iyi bilecek kesimlerin özgürlükçü solcular olması gerekirken, tam tersini yapıp düşünceyi ilkelerin altına sokmaya çalışan muhafazakâr solcuların daha çok sesinin çıktığını görüyoruz. Bu anlamda kanaatlerinin ve imajlarının gölgesinde yaşayan tatlı su solcuları Queer-Marksist bir düşünce ile sık sık çelişmekten kaçamazlar. Maalesef kanaatlerin ve imajların düşüncenin üstünde değişmez ilkelere dönüşmesi Türkiye sol hareketini de fakirleştirmiştir. Marks’tan öte Marksçı olmak Marks’ı anlamak olmuştur.
 
Bugün geldiğimiz noktada LGBTT mücadelesinin gücü kimlikten sınıfa Queer-Marksizm teorisi bağlamında yoluna devam etmesi bizlere oldukça önemli bir siyasi alan açabilir. İktidar ve sömürü sisteminin sadece yoksulu ve işçiyi değil aynı zamanda kadın yoksulu ve işçiyi, lezbiyen yoksulu ve işçiyi iki kat ezdiğini biliyoruz. LGBTT mücadelesi Queer-Marksizm kardeşliği üzerinden kendini sınıf bağlamına taşımanın yollarını ararken tamamen kimlikten vazgeçmeyi önkoşul olarak süren muhafazakâr solcularla pazarlık yapmaz. Bu yüzden kimlikten komünizme geçiş sürecinin adı Queer-Marksizm ortaklığı olabilir. Sınıflar ve kimlikler özgürlükten yana değişecek ve dönüşecekse önkoşulsuz olmalıdır. Queer teorisi ve Marksizm yoldaşlığı bunu gerektirir. 

Etiketler:
İstihdam