27/08/2015 | Yazar: Hande Çayır

Kürt meselesi ile ilgili bazı cümleler vardı. Loop yapıyordu o cümleler... Sistematik bir şekilde beynimin içine yerleştirmişlerdi. Ben de sorgulamadan, dinlemeden, oralara hiç gidip görmeksizin kabul etmiştim.

“Kafama sanki dızt bızt yaparak bir delik açıp içine kendini tekrar edip duran bir kaset koymuşlardı. Kürt meselesi ile ilgili bazı cümleler vardı. Loop yapıyordu o cümleler... Sistematik bir şekilde beynimin içine yerleştirmişlerdi. Ben de sorgulamadan, dinlemeden, oralara hiç gidip görmeksizin kabul etmiştim. Papağan gibi tekrarlıyordum.
Şaşkınlığım ve dahası, aslında, olmakta olanlar tüyler ürperticiydi.”

Kod adı Ekin Wan olan gerilla Kevser Eltürk öldürüldü. Çıplak cesedi yerlerde sürüklendi.
Onu son kez yıkayanların tanıklığı şu ki, vücudunun ön tarafında sürüklenmekten kaynaklı derin yaralar ve boynunda da ip izi oluşmuş.

Dersimli arkadaşlarımın bana anlattığı, yıllarca hep olmakta olan o işkencelerin -örneğin öldükten sonra kamyon arkasına cesedi bağlayıp yerlerde sürükleyip göz dağı verme hıncının- tanıklığıydı bu fotoğraf.

Akademinin içinde ve dışında yoğun okumalar yapmama rağmen ancak bundan üç yıl kadar önce fark edebilmiştim Kürt meselesinin aslında bana öğretilmeye çalışıldığı gibi olmadığını...

Kafama sanki dızt bızt yaparak bir delik açıp içine kendini tekrar edip duran bir kaset koymuşlardı. Kürt meselesi ile ilgili bazı cümleler vardı. Loop yapıyordu o cümleler... Sistematik bir şekilde beynimin içine yerleştirmişlerdi. Ben de sorgulamadan, dinlemeden, oralara hiç gidip görmeksizin kabul etmiştim. Papağan gibi tekrarlıyordum.
Şaşkınlığım ve dahası, aslında, olmakta olanlar tüyler ürperticiydi.

Ekin Wan’ın -sözde- ifşa edildiği o fotoğrafla da karşılaşmam yeni sayılır. Benim arkadaşlarım öyle sürüklenmedi yerlerde, ama Kürt arkadaşlarımın arkadaşları hep sürüklenmiş.


İfşa için “sözde” diyorum çünkü biz kadınlar sizin bu yaptıklarınızdan utanmıyoruz!
Twitter’da biri yazmış. “Bari kaliteli düşmanlarımız olsaydı” diye...
Kalakaldım onu da okuyunca.

Biz kadınlar;
#EkinWan direnişimizin çırılçıplak halidir” diyoruz!

Bilgisayar başında oturup bir kadın gerillanın ölüsünün servis edilmiş çıplak fotoğrafını görmek ve zulmü belli başlı köşelerden izlemek (!) ben ve Türkiye’nin ağırlıklı olarak batısında yaşamış -diyebileceğim-  arkadaşlarım için yeni olabilir, ama mesela aynı yaştaki Kürt arkadaşlarım için yeni değil bu deneyimler. Onlar hep yaşamış bunu. Gözleri önünde defalarca olmuş hem de. Bilgisayar başından görmemişler. Burunlarının ucunda cereyan etmiş. Defalarca...

Biliyorum ateş düştüğü yeri yakıyor ama...
Kürt-Türk bütün “insanlara” / hepimize başsağlığı dilerim.
“İnsan” dedim; “kardeşim” de diyemiyorum artık; çünkü kardeş deyince özne olarak görmeme eleştirisi geliyor. “Kardeş küçük olandır, söz dinler, birey değildir, varlığı yoktur” gibi de algılanıyor. Bir kucaklaşabilseydik...

“Osmanlı, hoşgörü, çok kültürlü toplum” diyen tarih kitapları (yani söz) iş eyleme geldiğinde (yani aksiyon) nasıl da çuvallıyor!

Hiçbir tarih kitabı bunu yazmıyor işte!

“İnsanlar olarak birbirimizi öldürüp sonra kamyona bağlayıp çıplak cesetler sürüklüyoruz biz” diye yazmıyorlar!

Kayda geçsin! Bu ülkede şu an olan bu!
Silopi, Silvan, Varto, Şemdinli, Lice...
Varto’ya gidenler yoldaki ceset parçalarından bahsediyor.

Bu arada bana dokunmayan yılan bin yıl falan yaşamıyor!
Yaşamayacak! O yılan hepimizi sokacak!
Zaten asgari ücrete talim ettirildik, razı olduk ve düşünemez hâle getirildik. Günün sonunda bir kap yemeğin peşine düşebileceğimiz kadar enerji bırakmak istiyorlar bize.

Sistem vıcık vıcık emiyor!

Kadın bedeni üzerinden, savaşların aldım-verdim’lerini görmek şiddeti asla ve asla meşrulaştıramaz!
Normalleştirmeyelim! Bu bir vahşet! Alışmayalım! Bakıp geçmeyelim! Tekrar edelim! Unutmayalım! Bu ülkede insan ölüleri kamyonların arkasında yerlerde sürükleniyor!

Ben çok iyi biliyorum ki birçok arkadaşım aşağıda sıralayacağım alıntıları daha önce okumadı. Bu olayları duymadı. Kulağına çalınsa da oralı olmadı.

Bunu yargılayamam. Ben de bîhaberdim. Ta ki Tunceli’ye gidip Dersim’den dönene kadar... Döndükten sonra okumaya başladım. O dönemden aklıma kazınan bir kitap var: İki Tarafta Evlat Acısı. Burcu Şentürk’ün yüksek lisans tezi bu.

‘Babanız amcanızı ya da amcanız babanızı mı vurdu diyeceğim?’

Kitapta şöyle bir bölüm var:

“Asker olan abimin çocuklarına babanız amcanızı ya da amcanız babanızı mı vurdu diyeceğim? Diğer yeğenlerime ne diyeceğim? Amcalarınız birbirini öldürmek için ateş mi açtılar birbirlerine diyeceğim?”

Neyse ki “görmüyor musunuz” diye haykıran bir grup insan var.

Bazen kifayetsiz hissedip sessizleşiyorum ama biliyorum ki konuşmazsak sarılamayacağız.

Evet, işte! İki tarafta da evlat acısı var!

Çocuklarını askerde ve çatışmalarda kaybeden Türk ve Kürt annelerin mart ayındaki Diyarbakır buluşmasından...

Beni en çok üzen şeylerden biri Ekin Wan’ın abisinin teşhis sürecinde “Kardeşim olduğunu düşünüyoruz” demesi oldu.

Bedenlerimizi tanınmayacak hâle getiren bu düzenin gözlerinin ta içine bakıyorum, kan çanağı olmuş gözlerinin içine. Başım önüme düşüyor.

Bir umut, aşağıdaki alıntıları paylaşıyorum.

Rahatsız etmesi, huzur kaçırması, dank etmesi umuduyla...

İşte bu topraklarda yaşananlar...

“Pozantı cezaevinde Kürt oğlan çocuklarına diz çökertilip bayrak öptürülerek tecavüz edilmişti. Kürt yaşlılarının cinsel organına ip bağlanarak kadınlarına ve gelinlerine çektirilmişti.”

Hasan Bildirici

“İşkence edilmiş gerilla bedenlerinin üzerine basarak hatıra fotoğrafları çektirdiler. Hızlarını alamayıp bedenlerini lime lime ederek kurda kuşa yem ettiler. Katlettikleri gerilla kadınlara tecavüz ettiler. Gerillaların cansız bedenlerini traktörün arkasına bağlayarak yerlerde sürüklediler [...] Köylülere dışkı yedirdiler.”

Füsun Erdoğan

“Daha önce bizi doktora götürdükleri için bakire raporumuz var. Bakire olduğumuz için önden bir şey yapamıyorlar. Habire arkadan. Şişe vardı, bilmem ne vardı. Şişeyi içinde patlatalım mı, yok getir kıralım falan. Bilmem hangi ülkede öyle yapıyorlarmış. Kırıyorlarmış. Şişe oyunu oynayalım vesaire ama samimi olarak söylüyorum. Arkam parçalandı desem yeridir. Göğüs ucum koptu. Çıktıktan sonra tek dikiş attırdık. Göğsümün bu tarafından süt gelmiyor. Bende sadece iki gözenek var. O da kenarda kaldı. Üzerimde sigara yaktılar. Hâlâ izi var. Ben bir erkeğin bu kadar çirkinleşebileceğini orada gördüm. Daha hiçbir erkekle tanışmadan erkeklerin ne kadar çirkin olabileceğini orada gördüm. Bunlar devletin milliyetçileri, devlete sahip çıkanlar, koruyanlardı. Arkamdan habire kan akıyordu. Karşıdan bir çığlık kopuyor ki dehşet. Küçük bir kız. Çığlığı korkunç. Anlamıyoruz. Dokuz veya on yaşlarındaydı. Bize göre çok çocuktu. Göğüsleri daha gelişmemişti. Hazal nasıl zevk alıyor musun, falan diyorlar. Ama kız ölüyor. Bir adam sürekli bağırıyor. Gözlerimiz kapalı. Anlamıyoruz. Arkamdan kan akıyor. Göğüs uçlarım ağrıyor, dayanacak güçte değilim. Vücudum alev alev yanıyor. Artık dayak yemek istemiyordum. Arkamın acısı beni zorluyor. Yanımdaki beni dürttü. Gözlerini aç, dedi. Açamam, dedim. Dayanacak gücüm yok, dedim. Kürtçe, aç gözlerini, dedi. Kararlı sesi beni korkuttu. Göğüsleri daha belirgin olmayan bir kız çocuğu, saçları dağılmış. Kızın bacaklarının arasından kan akıyor. Ne oldu anlamadık. Tokat atıyorum yok. Kızın gözleri fal taşı gibi açılmış. Kız defalarca tecavüze uğramış. Kızdan habire kan boşalıyordu. Ne yapsam kendine gelmiyor. Sanki gözleri yırtılıyor. Kürtçe konuşuyorum yok. Türkçe konuşuyorum yok. Hiç tepki yok. Kaskatı olmuş. Ped koyalım bir şey yapalım diyorum ama taş gibi kaskatı. Ped tutacak gibi değil. Ben ses etmiyorum ama yanımdaki bastı küfürü. Artık ağzına geleni sayıyor. Biri gelip diyor ki, dokuz kişi ona… Biraz daha konuşursanız yirmi kişi gelip sizi… Biri diyor ki babası daha konuşmadı mı? Babasını konuşturmak için küçücük kıza gözünün önünde tecavüz etmişler.”

Adil Okay’ın yazısı vasıtasıyla haberdar olduğum bu bölüm Bildiğin Gibi Değil / 90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak adlı kitaptan alınmıştır. Söyleşiler Rojin Canan Akın-Funda Danışman’a ait.

“Eltürk'ün cansız bedenini yıkayan kadınların ve görgü tanıklarının anlattıklarına göre boynunda derin ip izinin olduğunu, belinde ciddi kırıkların ve vücudunun ön tarafında sürüklenmekten kaynaklı derin yaraların oluştuğu beyanları hatırlatan Danış Beştaş, bu ifadelerin Eltürk'ün yaralı yakalanıp işkence edilerek infaz edildiği kaygılarını güçlendirdiğini kaydetti.”

Evrensel

“Ceset teşhis edilirken diyor ki] Kardeşim olduğunu düşünüyoruz.”
Kevser Eltürk’ün abisi Abdullah Eltürk

Savaş ortamında cinsel şiddeti meşrulaştırmak...

“Cinsel şiddet; savaşlarda, çatışmalarda belki de tüm silahlardan daha etkili bir araç olarak kullanılır. Düşman bellenen tarafı sindirmenin, yıldırmanın en etkili ve korkunç araçlarından biridir. 90’lardan dinlediğimiz, yaşadığımız, tanık olduğumuz ve yüzleşme / adalet ile barışa taşımayı umduğumuz şiddet hikâyelerine yine tanık ediliyoruz. Geçtiğimiz hafta içinde sosyal medyada görüntüleri pervasızca dolaştırılan kadın gerilla Ekin Wan’ın teşhir edilen çıplak cesedi, savaş ortamında cinsel şiddeti meşrulaştırmak için kullanıldı ve bu görüntüyü paylaşanlar bu suça ortak oldu. Bu savaş kadınların savaşı değil. Fakat oluşturulan bu algıyla; yaşanan her kadın cinayetinin, her çocuk istismarının, hayvana-kadına-trans bireye yönelik her tecavüzün, her ev takibinin, mesaj tehdidinin önünü açılmaktadır. ‘Kahraman, ne mutlu şehit ailesine, gazi, aslan parçası, vatan koruyan erkek vs’ söylemleri, sadece savaş dönemlerinin militarist dili ve ikna aracı değil, savaşın olmadığı dönemlerde de milliyetçi, eril şiddetin destekçisi; her türlü cinsel şiddetin meşrulaştırılma aracıdır. Biliyoruz ki savaşın, ondan ekonomik ya da siyasi çıkarı olanlar dışında kimseye bir faydası yoktur, kazananı da yoktur. Ancak yine de kuralları vardır. Savaş ortamında dahi olsa siviller koruma altında olmalıdır. Fakat devletin kimleri koruduğunu görmemiz zor olmuyor. Zira günlerdir devlet güçlerinin, polisin, jandarmanın kendi vatandaşlarını değil korumak, bizzat infaz ettiğini dehşetle izliyoruz. Türkiye hükümeti kendi güçleri yoluyla, sivilleri infaz ederek, öldürülenlerin bedenlerini teşhir ederek ulusal ve uluslararası tüm mekanizmalara göre suç işlemektedir. Geçici hükümet konumundaki bu hükümetin bir an önce savaşa son vermesi gerekmektedir. Devleti yönetenler asla bir iç savaşı; ölümleri, faili meçhulleri, infazları, misillemeleri savunan ve kışkırtan olmamalıdır. Ancak burada en önemli eylem; toplumun bu suçlar karşısında sessiz kalmadan adaletin sağlanması için mücadele etmesidir. Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği olarak savaşın, savaştan kaynaklı şiddetin / cinsel şiddetin bir an önce sonlandırılması ve adaletin sağlanması için tüm gücümüzle mücadele edeceğimizi bildiririz. Dayanışmayla...”

Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği

Barış konuşsun!

“Biz kadınlar ‘artık silahlar sussun, barış konuşsun’ diyoruz. Asker, polis, gerilla ve sivil ölümleri son bulsun istiyoruz.”

Barış İçin Kadın Girişimi


Etiketler:
nefret